İftar Lokması | Regaib kandil sohbet1 | MÜBAREK ÜÇ AYLAR | ERBAIN-40.GÜN NIYAZI | HZ HÜSEYIN CAN ASI | Muharrem sohbet 28 | Muharrem sohbet 27 | Muharrem sohbet 26 | Muharrem sohbet 25 | Muharrem sohbet 24 |

KATEGORİLER

ANKET

YORUMLANANLAR

 
 
 
Kendileri ve Ehlibeyt (a.s)
 
 

16/04/2007

Kendileri ve Ehlibeyt (a.s) Hakkında

Karanlıklarda doğru yolu bizimle buldunuz; yüceliklere, üstünlüklere bizimle ağdınız; ayın sonlarındaki karan-lıklarda bizimle aydınlığa çıktınız. Sağır olsun o kulak ki yüksek sesi duymaz; bağırışı duymayan, hafif sesi nasıl duyar? Yatışsın o yürekler ki boyuna titrer, boyuna çarpar.[59]

Sonunda hileye sapacağınızı biliyordum, bekleyip duruyordum; sizde aldanmışların nişânelerini görüyordum. Fakat îman perdesi bürümüştü beni; yüzünüze vurmuyordum; özümün ve niyetimin doğruluğu, sizin hâlinizi göstermişti bana; açıklamıyordum.[60]

Her yana sapan yollar arasında, durdum sizin için doğru yolun başında. Her tarafa bakıyordunuz; yoktu kılavuzu-nuz. Her yeri kazıyordunuz; yoktu suyunuz. Bugün sessiz-dilsiz söylüyorum: Yiter-gider ayrılan benden, bana göste-rildiği andan beri gerçekte şüphe etmedim ben. Mûsâ, kendisi için korkmamıştı; korkmuştu bilgisizlerin üst olmasından; sapıklığın hükmetmesinden.

Bugün ben ve siz, durmuşuz hak yolla batıl yolun üstünde; suya kavuşacağından emin olan susamaz bir an.[61]

Onların güçleri kuvvetleri yokken ben kalktım, yardıma koştum: onlar başlarını hırkalarının yakalarına sokmuşlar-ken ben kendimi meydana attım; onlar sözden kalmışlarken ben konuştum; onlar durup dururlarken ben Allah ışığıyla karanlıkları aştım. Gene de en hafif konuşanları bendim; kendini en fazla göstermemeye çalışanları bendim. Gemi salıverip atımı koşturdum atımı koşturdum; öndülü alıp koştum.

Bir dağ gibiydim ki yeller onu yerinden kıpırdatamaz; kasırgalar onu söküp atamaz. Hiç kimsenin gücü yoktu ki yüzüme karşı bir ayıbımı söyleyebilsin; kimsenin haddi değildi ki ardımdan beni kınasın. Aşağılık bir hale düşen, benim katımda yüceydi, üstündü; ona zulmedenden hakkını alırdım ben. Kuvvetli olan, benim katımda zayıftı; mazlûmun hakkını alırdım ondan. Allah'ın kazâsına razı olduk; emrine teslim olup itâatte bulunduk. Hiç gördün mü Allah'ın elçisine, Allah'ın salâtı O'na ve soyuna olsun, yalan isnâd edeyim, O'na iftirâda bulunayım? And olsun Allah'a O'nu ilk gerçekleyen kişiyim ben; O'na yalan isnâd eden ilk kişi olmam ben.

Yapacağım işe baktım; verdiğim sözü hatırladım, tuttum; biat ettim.[62]

Gerçekten de bende, Allah'ın sağlam mı sağlam bir kalkanı var; ecel günüm gelince benden alınır; o vakit ok benden sapmaz; mızrak yarası onulmaz.[63]

 

 

Bir Hutbelerinden

Nereye gidiyorsunuz? Ne vakit döneceksiniz? Hidâyet alâmetleri dikilmiştir. Deliller apaçıktır; nişâneler dikili durmaktadır. Ne diye başı dönmüş bir halde çöllere dalarsınız; neden ve niçin yeler-yortarsınız? Peygamber' inizin itreti aranızdadır. Onlar, sizi gerçeğe çeken iplerdir. Din bayraklarıdır, gerçeklik dilleridir onlar. Onları, Kur'ân'ın en güzel konaklarına indirin, kondurun (Kur'ân'da anıldığı, emredildiği veçhile onlara uyun); susamış develer gibi onların yanlarına, onların kaynaklarına koşun. Ey insanlar, bu sözleri, bu inancı, peygamberlerin sonuncusundan alın; bilin ki bizden olup da ölen, ölü değildir,[64] diridir; ölmez; bizden olup da çürüyüp giden çürümez. Bilmediğiniz sözü söylemeyin; çünkü gerçeğin çoğu, inkâr ettiğiniz şeylerdedir; aleyhine kesin bir deliliniz olmayan kişiyi mâzur tutun; o kişi de benim. Sizin içinizde, sizin aranızda, iki değer biçilmez şeyin büyüğüyle amel etmedim mi ben; iki değer biçilmez şeyin[65] küçüğünü aranızda bırakmadım mı ben? İçinize îman bayrağı diktim;  helâl ve harâm sınırlarını size öğrettim; adaletimle kötülüklerden kurtuluş elbisesini size giydirdim. Gözün, özünü sezemediği, düşüncenin, künhüne eremediği reylere uymayın, onlarla amel etmeyin.


 Hamd halka ihsanını yayan, onlara cömertliğiyle lütuf elini uzatan, keremlerde, ihsanlarda bulunan Allah'a. O'na ait bütün işlerde hamd ederiz O'na; O'na ait haklara riayet edebilmek için yardım dileriz O'ndan. Şehadet ederiz ki O'ndan başka ma'bud yoktur; Muhammed onun kuludur, Rasûlüdür. Emrini kesin olarak bildirmek, zikrini söylemek için göndermiştir O'nu. O da risâleti emin olarak edâ etmiştir; gerçek ve doğru olarak gitmiştir; yerine, aramızda gerçeklik bayrağını dikmiştir. Kim o bayraktan ayrılır, ileri giderse, yaydan ok fırlar gibi dinden çıkar; kim geri kalır, altına gelmezse helâk-gider; kim o bayrağın altına gelir, gölgesine sığınırsa gerçeğe uyar. Delili de şudur:

Sözü gerçektir; görür de söyler. Kalkışı ihtiyatladır; zamanında kalkar; fakat kalktı mı da tez gider; siz de ona uyar, baş eğersiniz, onu ulular, parmaklarınızla işaret edersiniz, ona ölüm gelip çattı, onu aranızdan alıp gitti mi durun, dayanın; Allah'ın dilediği müddetçe durursunuz, fakat sonunda Allah, sizi derleyip toplayan, dağınıklığınızı giderip sizi bir araya getiren birisini izhâr eder. Size her yönelen kişiye ümit bağlamayın, sizden yüz çevireni de görüp ümitsizliğe düşmeyin. Çünkü yüz çevirenin bir ayağı kaysa bile öbür ayağını yere basar, direnir; böylece de düşmez, kaymadan durabilir.

Bilin ki Allah'ın salâtı O'na ve soyuna olsun, Muhammed'in soyu gökteki yıldızlar gibidir; bir yıldız yitti mi, öbürü doğar; Allah'ın lütuflarının size verildiğini görüyorum ben; size de umduğunuzu gösterecektir.[66]


 

Allah (cc)'ın İzzeti ve Kudreti, Ezeli ve Ebedi Oluşu, Melekleri...

Bir Hutbelerinde Allah'ın İzzet ve Kudretini; Ezeli ve Ebedi Oluşunu, Melekleri, Ölümü, Ahireti Anlattıktan Sonra Hz. Peygamber (s.a.v) ve Ehl-i Beyti Hakkında Buyururlar ki:

Gerçekten de dünyayı horladı, küçük gördü, ehemmiyetsiz gösterdi; aşağılık bir şey saydı, gözlere aşağılattı. Allah'ın kendisini seçtiğini, dünyanın ondan vazgeçtiğini, ondan başkası için halk edildiğini bildi, anladı; onu gönlünden attı; anışını bile öldürdü gitti. Dünyadaki güzelim libaslara, oradaki yüce duraklara kapılmamak için gözünden dünya bezentilerinin kalkmasını diledi; sevdi; kulların, Rablerine karşı bir mâzeretleri olmaması için Rabbinin emirlerini onlara bildirdi; öğüt verip ümmetini korkuttu; müjde verip onları cennete çağırdı.[67]

Biziz nübüvvet ağacı, vahyin indiği mahal; meleklerin inip çıktıkları yer. Biziz ilim mâdenleri, hikmetlerin kaynakları. Bize yardım eden, bizi seven, rahmeti bekler; bize düşman olan, bize buğzeden, azâbı bekler.

Ey gaflete düşenler, sizden gaflet eden yok. Ey emri terk edenler, sizden söz alansa Hak. Ne oldu bana ki sizi Allah'ın emrini bir yana atmış, gidiyor görmedeyim; ondan gayrisine yönelmiş olduğunuzu seyretmedeydim. Sanki hayvanlarsınız, çoban sizi hastalıklarla dolu bir otlağa sürüyor; dertlerle dolu bir sulağa haydıyor. Hayvanlar da otlatılıp semirtildikçe, başlarına neler geleceğini bilmezler de kendilerine lütfediyorlar, ihsanda bulunuyorlar sanırlar. Günlerini, yalnız o gün bilirler; işlerini, yalnız otlayıp sulanmak zannederler.

Andolsun Allah'a ki, sizin her birinizin nereden ve nasıl geldiğini, nereye ve nasıl gideceğini haber versem... Hem de haber veririm, acze düşmem; fakat benim yüzümden Rasûlullâh'ı da inkâr etmenizden korkarım. Bunu ancak emin olduğum özü-sözü doğru kişilere açar, açıklarım.

Peygamberini hak üzere gönderen, halktan seçen, Allah hakkı için bu sözü gerçek olarak söylemedeyim; Allah'ın Rasûlü, bütün bunları bana haber verdi; helâk olacak herkesi bildirdi; ne yüzden, neden helâk olacağını anlattı. Kurtulacak herkesi de söyledi, kurtuluş yerini haber verdi ve bu işi açıkladı; başıma gelecek her şeyi de kulağıma söyledi, bildirdi.

Ey insanlar, andolsun Allah'a ki size, itâat etmenizi buyurduğum şeylerde ben en ileri gideninizim; sizi nehyettiğim isyandan da sizden önce kendim çekinmedeyim.

İman vardır, canlarda, gönüllerde yerleşmiştir; îman vardır, canla beden arasına girmiştir; gönüllere eğreti konur, mâlûm bir zamana dek durur. İş böyle olunca da birisinden kesilmek, ayrılmak istediniz mi bekleyin, ölümüne dek durun, dayanın; ölümü gelip çattı mı, o zaman ondan kesilin, ayrılın; o zaman ona düşman olun, ilenin.

Hicret, ilk zamanda nasılsa gene de öyledir; Allah'ın kulları yeryüzünde durdukça, emri onlara buyruldukça ümmetten hicret kalkmaz; bu ümmet, muhâcir olmaktan geri kalmaz. Yeryüzündeki hücceti tanımayana muhâcir olmaktan geri kalmaz. Yeryüzündeki hücceti tanımayana muhâcir adı verilemez mutlak; kim onu tanırsa odur muhâcir ancak.[68] Kendisine hüccetin, tanıtıldığı kişi mâzûr olamaz;[69] kulağı duyan, gönlünde bilgi edinen kişinin özrüne bakılamaz.

Gerçekten de bizim işimiz güçtür, güç gelir insanlara; ancak gönlünü, Allah'ın sınadığı kul, bizim işimize tahammül eder; buyruğumuza baş eğer. Sözlerimizi emin gönüller kabûl eder, o sözler, metin akıllara gider.

Ey insanlar, sorun benden beni yitirmeden. Çünkü ben gök yollarını, yeryüzünün yollarından daha iyi tanırım. Sâhibinden kaçan, yularını alıp giden bir deveye benzeyen, uyanların akıllarını yitiren fitneyi, adımını atmadan bilirim; nereye konacak, görürüm.[70]

 

Bir Hutbelerinden

Allah'ın salâtı O'na ve soyuna olsun, Muhammed'in ashabından olup onun dinini koruyanlar, gerçekten de bilirler ki ben, bir an bile Allah'ın emrini reddetmediğim gibi, Rasûlünün emrini de reddetmemişimdir. Erlerin, yiğitlerin dayanamayıp geriledikleri tehlikeli yerlerde Allah'ın bana ihsan ettiği erlikle, yiğitlikle canımı onun uğruna koymuşumdur. Allah'ın bana ihsan ettiği erlikle, yiğitlikle canımı onun uğruna koymuşumdur. Allah'ın salâtı O'na ve soyuna olsun, Rasûlullâh vefat ettiği zaman başı, benim göğsümdeydi; ağzının yârı (kanı) elime akmıştı; ben de onu yüzüme sürmüştüm.

Onu yıkamaya kalktım, melekler yardımcımdı. Evde, çevresinde feryat yücelmişti. Meleklerin bir bölüğü inmedeydi, bir bölüğü çıkmada. Onu yatacağı yere koyuncaya dek onların sesleri, onların salavat getirişlerinin, namaz kılışlarının ünleri kulağımdan gitmemişti.

Ona hayâtında da, memâtında (ölümünde) da benden daha yakın, halifeliğine benden daha lâyık kim var? Can gözlerinizi açın; düşmanınızla savaş için niyetlerinizi gerçekleştirin. Kendisinden başka bir mâbud olmayan Allah'a andolsun ki ben, elbette dosdoğru anayoldayım; onlarsa kaygan batıl yolda. Duyduklarınızı söylüyorum; Allah'tan benim ve sizin bağışlanmamızı diliyorum.

Andolsun Allah'a ki geceleri deve dikenlerinin üstünde yatsam, ellerimi, ayaklarımı tomruklara vursalar da beni zincirlerle sürüseler bile, bu, kıyâmet günü Allah kullarının bâzılarına zulmetmiş, dünya malından bir şey gasp eylemiş olarak Allah'a ve Resûlüne ulaşmamdan daha sevgilidir; daha yeğdir bence. Nasıl olur da hemencecik pörsüyüp gidecek uzun zaman toprak altında kalacak bir beden için tutar da bir kişiye zulmederim ben?.

Vallahi Akıyl'i gördüm, yok-yoksul bir hâle düşmüştü; gelmiş, benden sizin buğdayınızdan bir batman istiyor, vermemde de ısrar ediyordu. Gördüm ki çocukları per-perişandı, tozlara batmışlar, topraklara bulanmışlardı. Yoksulluktan benizleri kararmıştı; sanki yüzlerini rastıkla boyamışlardı. Dileğinde ısrar ediyordu, sözünü tekrarlayıp duruyordu. Sözlerini dinledim; sandı ki dinimi ona sataca-ğım; yolumdan ayrılıp ardına düşeceğim.

Bir demir parçasını kızdırdım, ibret alsın diye bedenine yaklaştırdım. Acısından hastalar gibi bağırıp inlemeye koyuldu; neredeyse de yaklaştırdığım yer yanacaktı; dağlana-caktı. Ona dedim ki:

Ey Akıyl, analar yasında ağlasınlar; şakacıktan bir insanın bedenine yaklaştırdığı kızgın bir demir bu; sen onun acısından, derdinden bu kadar bağırıyorsun da sonra beni tutuyor, Allah'ın gazabıyla yalımladığı ateşe çekiyorsun; acaba sen şu demirin eleminden feryat edersin de ben, cehennem ateşinden feryat etmem mi?

Bundan daha şaşılacak şey de şu:

Gecenin birinde, birisi üstü kapalı bir kapla, hırsızlama çıkageldi; helva getirmişti bana, oysa ki o helva yılan kusmuğuydu, yılan zehriydi bana. Dedim ki: Hediye mi, zekât mı, sadaka mı? Zekât, sadaka, biz Ehlibeyte harâm edilmiştir. Hayır dedi, ne zekât, ne sadaka; bir armağan bu. Analar ağlasınlar sana dedim; din yoluyla gelip de beni düzene mi düşüreceksin? Aptal mısın sen, deli misin, yoksa sayıklıyor musun? Vallahi bir karıncanın ağzındaki bir arpa tanesinin kabuğunu almak, bu sûretle de Allah'a isyân etmek için bana yedi iklimi ve bu iklimlerin altlarındaki ülkeleri verseler, gene kabûl etmem ben.

Gerçekten de dünyanız, bir çekirgenin ağzında olan, dişleriyle de dişlenmiş bulunan bir yapraktan da daha aşağıdır bence. Ali nerede, yok olup  gidecek nimete, kalmayacak  devlete, yitecek lezzete aldanmak nerede?

Akılların gaflete kapılmasından, ayakların kötü bir sûrette kaymasından Allah'a sığınır, O'ndan yardım dileriz biz.[71]

 

Al-i Muhammed (s.a.v)'i Anlatan Bir Hutbelerinden

Onlar ilmin hayatıdır, bilgisizliğin ölümü. Hilimleri ilimlerinden haber vermede, susuşları, söyleyişlerindeki hikmetleri bildirmededir. Hakka karşı durmazlar, onda aykırılığa düşmezler. Onlar İslâm'ın direkleridir; onlar halkın sığınaklarıdır, hak onlarla yerini bulur; batıl, onlarla yerinden ayrılır; dili kökünden kesilir. Onlar, dîni, onun hükümlerini kavramak, onlara riâyet etmek suretiyle anlamışlardır; duymak, rivâyet etmek yoluyla değil. Çünkü ilmi rivâyet edenler çoktur; ona riâyet edenlerse pek o kadar yoktur.

 

11681 kere okunmuştur.

Yorum Ekle

Yazdır

YORUM LİSTESİ

KATEGORİDEKİ DİĞER HABERLER

n

16/04/2007 İçtimai ve İktisadi

n

16/04/2007 - 17:40 Dünya Ve Ahiret Hakkında

n

16/04/2007 - 17:27 Kendileri ve Ehlibeyt (a.s)

n

16/04/2007 - 16:52 Allah (cc) ve Hz. Muhammed (s.a.v)
 

YAZARLAR

ÇOK OKUNANLAR

Tasarım
  Tasarım : Networkbil.NET

Ana Sayfa  |   İletisim

@2008 kizildedem.com