İftar Lokması | Regaib kandil sohbet1 | MÜBAREK ÜÇ AYLAR | ERBAIN-40.GÜN NIYAZI | HZ HÜSEYIN CAN ASI | Muharrem sohbet 28 | Muharrem sohbet 27 | Muharrem sohbet 26 | Muharrem sohbet 25 | Muharrem sohbet 24 |

KATEGORİLER

ANKET

YORUMLANANLAR

 
 
 
Kalbin Çeşitleri
 
 
30. Hadis

04/02/2008

İmam Bakır (A) şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz ki dört çe­şit kalp vardır. Bir kalp vardır ki onda ikiyüzlülük ve iman vardır. Bir kalp de vardır ki ters kaidededir. Bir kalpte var­dır ki mühürlü ve zulmanidir. Bir kalpte vardır ki nurani ve saftır." Ravi "nurani ne demektir?" diye sorunca, İmam (s) şöyle buyurdu: "Nurani olan kalp bir çırağ gibidir; ama mü­hürlü ve zulmani olan kalp münafığın kalbidir. Nurani olan kalp ise müminin kalbidir. Eğer ona ihsan edilirse şükreder ve eğer bir belaya mübtela olursa sabreder. Ama ters olan kalp müşriğin kalbidir." İmam (s) daha sonra şu ayeti oku­du; "Şu halde yüzükoyun sürünerek yürüyen mi daha çok hi­dayete erer, yoksa dosdoğru yol üzerine dümdüz yürümekte olan mı?" (Mülk 22) Ama içinde iman ve nifak olan kalp, ta-ifte olan bir kavmin kalbidir. Onlardan her birinin nifak üze­re eceli gelecek olursa helak olmuş, iman üzere eceli gelmişse kurtulmuştur." (Usul-i Kafi c/2 s/422 İman ve Küfür Kitabı)

Bu hadisle ilgili birtakım açıklamaları bir mukaddime ve birkaç fasıl zımnında açıklamaya çalışacağız.

Mukaddime

Kalbi Islah Etmeye Teşvik Beyanında

Bilki şeriat, hükema ve ariflerin dilinde kalp için birta­kım itlaklar (manalar) vardır ki bunların hakikatini beyan etmek, bu itlaklann ihtilafını söylemek ve kalbin buruya mü-nasib derecelerini beyan etmek buraya münasib düşmediğin­den açıklamıyoruz. Zaten bizler için o kadar büyük faydasıda yoktur. O halde en iyisi hadisi şerifte geçen miktarıyla şer-hetmeye çalışmamızdır. Bizler için lazım ve gerekli olan şey­leri zikredeceğiz.

Bilmek gerekir ki kalbi ıslah için çalışmak, kalbin haki­katini teftiş etmekten daha gereklidir. Zira kalbin salah ve fesadı, insanın saadet ve şekavetinin sermayesidir. Hatta birçok defasında insan bu ıstılahat ve terimlere yöneldiğin kalbin çeşitleriden ve kelimeleri derketmeye çalıştığından kalp bütünüyle kendisinden gafil olur ve bunu İslahtan geri kalır. Kalbin ha­kikat ve mahiyetini şerh makamında arif ve filozofların İstı­lahlarını bilmekte büyük bir üstad olur, ama kendi kalbi (Al­lah korusun) ters veya mühürlü bir kalp haline gelir. Zararlı devaları ve faydalı davaları bilen ama zararlı olan devalar­dan içtinap etmeyen ve faydalı olan devaları da kullanmayan bir kimseye benzer. Şüphesiz ki böyle bir insan, devalar hu­susundaki büyük ilmine rağmen helak olur ve bu ilim onun kurtuluşuna sebep olmaz.

Biz önceden ilimlerin mutlak şekilde ameli olduğunu zik­retmiştik. Hatta maarif ilimler bile bir çeşit ameli sayılmak­tadır. Şimdi de diyoruz ki kalbin ahvalini, sıhhat, hastalık, salah ve keyfiyetini bilmek sadece amele bir mukaddime olan ilimlerdendir. Dolayasıyla kalbi İslah ve tedavi etmenin bir yoludur. Bunları idrak etmek ve anlamak insani kemalat-tan sayılmamaktadır. O halde insanın büyük ilgisi ve maksa­dı kalbini ıslah ve ikmal etmek olmalıdır ki böylece ruhani saadete ve ali derecelere nail olsun. Eğer ilimler ve hakikat­ler ehli ise âfak ve enfüste gerçekleştirdiği seyrin gölgesinde en büyük maksadı nefsani haletleri elde etmek olmalıdır. Eğer bu haletler helak edici durumdaysa onu İslaha yönel­meli, kurtarıcı konumda ise de onu tekmil etmeye çalışmalı­dır. Bilki bu açıklamadan amacımız; ahlak ilminin ve nefsin kurtancılarıyla helak edicilerini bilmenin gerekli olmadığı anlamına değildir. Aksine biz bunların amel için mukaddime olduğunu söylüyoruz. Yoksa kendi başına bağımsız bir ilim değildirler. Dolayısıyla ömründe bu İstılahları bir araya ge­tirmekle meşgul olan insan gerçek amacından geri kalır.

Fasıl

Kalblerin Taksiminin Nelerle ilgili Olduğu Beyanında

Bilki bu hadisi şerifte kalp için yapılan kısımlandırmalar tümel ve icmalidir. Kalplerden herbirinin birtakım mertebe ve dereceleri vardır. Hem şirk ve nifak, hem de iman ve ke­mal yönünde bir takım mertebelere sahiptir. Zahiren bu tak­sim keşften ve manevi hareketten sonradır; nefis ve fıtratın aslı hasebiyle değil. Dolayısıyla fitratla ilgili rivayetlerle de çelişmemektedir. Gerçi fıtrat aslı hasebiyle de olsa bir açıdan bu beyan da sahihtir ve aradaki çelişki giderilebilir. Ama burhan ve icmaya en yakın olan birinci ihtimaldir. Biz daha önceden insanın cevheri, suri ve arazi değişikliklerin mebdei olan dünyada olduğu müddetçe noksanlık, şekevat, şirk ve nifak mertebelerinin hepsinden kurtulabileceğini, ruhani sa­adet ve kemal mertebelerine ulaşabileceğini söylemiştik.

Bu mana şu meşhur hadisle hiç bir aykırılık içermemektedir: "Şaki annesinin karnında şakidir." Bu hadisin manası saa­det ve şekavetin zati olduğu ve dolayısıyla herhangi bir mü­dahalede bulunulmayacağını anlamında değildir. Aksine bu hadis burhanla da muvafıktır. Yerinde de şekavetin noksan­lık ve yoklukla; saadetin vucud ve kemal ile ilgili olduğunu zikretmiştik, vucud adlı güzel ağaçta olan herşey Allah-u Te-ala'mn mukaddes zatındandır. Elbette neden ve sonuç tertibi dahilinde ki bu da Şeyh Tusi'nin yoludur. Veya zahiriyyet ve mazhariyyet ile vahdet ve kesret yolu olan Molla Sadra'nın yoluyladır. Noksanlık ve yokluk ile ilgili olan şeyler ise habis mahiyyet ağacındandır. Bunun için hiçbir müdahalede bulu­nulamaz zira karar ve müdahalenin altında olan birşeydir.

Denilebilir ki şekavetin anne karnında ortaya çıktığını beyan eden hadisten maksat zahiri anlamı değildir. Anne karnın­dan maksat mutlak tabiat alemidir. Tabiat mutlak bir anne ve tabiat, çocuğunun terbiye edicisidir. Bu sebeple anna kar­nı tabirinden maksat örfi anlam içermemektedir. Saadet, ke­mal ve fiillerden olduğundan heyula-i nefis için hasıl olamaz; hasıl olsa bilkuvve hasıldır. Zahir şudur, anne anne karnın­da bilfiil saiddir. O halde zahirden farklı bir said manaya hamletmek gerekir. Bu zikredilenler burhanla da mutabık bir durumdur. Bu hususta derine inmek ve tafsilatlı bir şe­kilde beyan etmek vazifemizin dışında kaldığından sarf-ı na­zar ediyoruz. Bazen kalem de isyan ederek maksadın dışına çıkmaktadır.

Kalpleri Dörde Ayırmanın Sebebi Beyanında

Bazıları kalbi dörde ayırmanın sebebi hususunda şöyle demişlerdir: "Kalp ya imanla muttasıftır; ya değildir. İman ile muttasıf olunca ya bütün peygamberlerin getirdiği tüm şeylere iman etmekte ya da bazılarına iman etmekte. Birinci­si müminin kalbi, ikincisi ise iman ve nifağın bulunduğu bir kalptir. İkinci kalp ya zahirde de iman izharında bulunmak­ta veya bulunmamakta. Birincisi münafığın kalbidir; ikincisi ise müşriğin kalbidir."

Bu açıklama hadisi şerife uygun düşmemektedir. Yani kalbin .bazen peygamberlerin getirdiği tüm şeylere iman et­mesi, bazen de nifak etmesi doğru değildir.

Eğer çaresiz kalırsak şöyle dememiz daha uygun olur: "Kalp Nebi'nin getirdiği tüm şeylere iman ile muttasıftır ve­ya değildir. Değilse ya iman izharında bulunmakta veya bulunmamaktadır. Birinci ihtimal üzere ya içinde iman müsta-kardır veya bazen iman etmektedir ve bazen de dönmektedir. Bu haletinde de iman izharında bulunmamaktadır. Hadisin sonundan da anlaşılmaktadır ki, imandan küfür ve nifağa mükerrer bir şekilde dönen kimsenin tevbesi de kabul olma­maktadır.

Kafi"de yer alan başka bir hadiste Hz. İmam Bakır (a) kalbi üçe ayırmıştır: "Ters olan kalp ki, onda hiç bir hayır yoktur ve bu kafirin kalbidir. Siyah noktanın bulunduğu kalp ki, biri galip gelinceye kadar hayırla şerrin savaştığı kalptir. Meftuh ve açık olan kalp ki, onda da apaydın çırağ­lar vardır ve kıyamete kadar nuru asla sönmez. Bu ise mü­minin kalbidir." Bunun önceki hadisle hiç bir çelişkisi yok­tur. Zirabu hadisteki birinci kısım o hadisteki iki kısma şa­mildir. Yani müşrik ve münafığın kalbine. Zira bu üç taifenin kalbi menkus yani ters kalptir. Yani menkusiyyetin (tersli­ğin) müşrik ve kafirlerin zahiri sıfatlarından olmasıyla da hiçbir çelişkisi yoktur.Kalbin mühürlü olması ise münafığın kalbinin zahiri sıfatlarmdandır. Bu sebeble o hadisi şerifte herbirini onlardan birine mahsus kılmıştır.

Fasıl

Kalplerin Durumları Beyanında

Biz önce müminin kalbini ele alacağız ki diğer kalplerle mukayesesi sayesinde diğer kalplerde malum olsun. Bilmek gerekir ki, hak marifetleri ve yüce ilimlerde açıklığa kavuş­turulmuştur ki, vücudun hakikati nur hakikatinin aslıdır. Bu ikisi basit ve vahid bir hakikati beyan etmektedir. Muh­telif ve mutekessir (kesret) cihetlerine rucu etmemektedir.

Hakeza malum olmuştur ki kemal ve tamam cinsinden olan herşey vucudla ilgilidir. Bu değerli ilkelerden birisidir ki bu­na nail olan herkes marifet bablarını fetheder. Bizim zayıf nefislerimiz ve o zatın hakikatlerini derkinden gerçekten de aciz ve mahrumdur. Gaybi bir el uzanıp ezeli tevfik, nasip olursa durum bunun aksinedir. Hakeza Allah'a iman ve ilim mutlak kemaller cinsindendir. Kemallerden olduğu için de vücudun aslıdır. Yani zuhur ve nur hakikatinin aslıdır. İman ve mutaallakatı dışında kalanlar ise insanî nefis kemalleri cinsinden dışarıdır. Dolayısıyla yokluk ve mahiyetler zulme­tine mülhaktır.

Mü'minin Kalbinin Nuranı Olduğu Beyanında

O halde malum oldu ki müminin kalbi nuranidir. Kafi'de yer alan bir hadiste imam Sadık (as) şöyle buyurmaktadır: "Bazı insanlar görürsün ki tam bir fesahate sahip olduğun­dan hiçbir "lam" veya "vav"da hata etmemektedirler, ama ba­zen dilleriyle kalbinde olanları ifade edemezler. Halbuki on­ların kalbi de bir çırağ gibi nuranidir. Mü'minin kalbi doğru yolda ve manevi ciheti insanlığın düz yolundadır. Zira ilkön­ce Allah-u Teala'mn cemal ve celal eliyle kırk gün yoğurduğu ilahi fıtrat aslından dışarı çıkmamıştır. Mutlak kemale ve tam cemale teveccüh noktası olan tevhid fıtratında yürümek­tedir. Bu manevi ve ruhanî hareketle yoğrulmuş fıtrat merte­besinden mutlak kemalin gayesine kadar hiçbir eğrilik ol­maksızın gerçekleşmektedir. Bu yol ruhani bir istikamet ve batini düz caddedir. Fakat diğer kalpler fıtratın dışında kal­makta ve doğru yoldan sapmaktadır. Râsulullah (sav)'den nakledildiği üzere hazret yere düz bir yol çizdi ve etrafına da birtakım eğri yollar çizdi, ve şöyle dedi: "Bu düz çizgi benim yolumdur."

Mü'minin doğru yolda olduğu beyanında

Mü'min insan, insan-ı kamile (peygamber) uyan insandır. Kamil insan bütün isim ve sıfatların mazharı olduğundan ve Allah-u Teala'nm ismi camisi ile terbiye edildiğinden onda da isimlerden hiç birinin diğerine galibiyet ve tasarrufu söz-konusu değildir. İnsan-ı Kamil ise bütün alemin mürebbisi-dir. Mazhariyyetinde hiçbir ismin diğer bir isme üstünlüğü yoktur. Vasatiyyet ve berzahiyyet-i Kübra makamına sahip­tir. Seyr-ü süluku, ism-i caminin ortadaki doğru yolu üzere­dir. Diğer varlıklardan her birisi (muhit ve gayri muhit) isimlerden birinin tasarrufu altındadır. O ismin mazharı ko­numundadır. Başlangıç ve dönüşleri de o ismedir. Bunun karşısındaki ismi ise onun batınında olup herhangi bir tasar­rufa sahip değildir. Sadece isimlerin ahadiyet-i cem veçhiyle bir tasarrufu vardır ki bunun da beyanı bu makamla uygun olmadığından geçiyoruz.

O halde Hak Teala ism-i cami ve insanın Rabbi makamın­da sırat-ı müstakim üzeredir. Nitekim şöyle buyurulmuştur: "Şüphesiz ki Rabbim sırat-ı müstakim üzeredir." Yani vasa­tiyyet ve camiiyyet makamında hiç bir sıfatın bir sıfata üs­tünlüğü veya bir isim olmaksızın diğer ismin zuhuru sözko-nusu değildir. Dolayısıyla Allah'ın terbiye ettiği varlık da bu sırat-ı müstakim üzeredir ve de hiç bir makamının diğer ma­kama üstünlüğü yoktur. Nitekim suudi gerçek miraçta ve kurb makamına vusulün nihayetinde insan ubudiyet izharın­da bulunduktan ve bütün makamlardan kusurunu itiraf edip  "iyyakena'budu ve iyyakenesta'in" dedikten sonra şöyle arze-der. "İhdinessıratel müstakim" ve bu sıra,t kamil insanın Rabbinin sıratıdır. Ama Rabbi zahiriyet ve rububiyet veçhiy­le merbub ise mazhariyet ve rububiyet vechiyledir. Diğer varlıklar ve ilallah saliklerinin hiç birisi sırat-ı müstakim üzere değildir.

Hepsinde lütuf veya cemale yada kahir ve ce­lale bir eğilimi vardır. Müminler de insan-ı kamil'e tabi oldu­ğundan seyr-ü sülukunda onu takib eder, onun hidayet nu­ruyla seyrini sona erdirirler. O insan-ı kamile teslim olurlar. Kendiliğinden bir adım olsun yürümez, ilallaha olan manevi sulukta akıllarına asla itibar etmezler. Dolayısıyla onların yolu da müstakimdir. İnsan-ı kamil ile haşrolur ve insan-ı kamilin vusulünün bereketiyle vusula ererler. Elbette bu şartla ki onların kalpleri şeytan ve enaniyyet tasarrufundan korumak ve bu seyr-u sulukta bütünüyle insan-ı kamil ve hatemiyyet makamına teslim olmalıdır.

Şeytanın Bazı Hileleri Beyanında

Habis şeytanın tasarrufundan birisi insanın kalbinin yö­nünü müstakim yoldan çevirmesi ve başkalarına yöneltmesi-dir. Vesvese eden şeytan insanı birtakım oyunlarla bazı şey­lere yöneltir. İnsan bu kalble o şeyhlere yönelir. Bu büyük günahın özrü hatta bundan da öte bu irfanı şirkin özrünü ise şöyle açıklar: "Kalp eğer sadece birine yönelirse daha çabuk ilgileri ve beşeri alakaları selbedebilir." Şeytan bazı ehli ol­mayan kimselere büyük şeyhi gösterir. Dolayısıyla da insanı yoldan alıkoyan bir şeytana yöneltir. Bu açık şirkin özrü ola­rak şöyleder: "Bu şeyh insan-ı kamildir. Ve insan, insan-ı ka­mil vasıtasıyla sadece şeyhin ahadi aynasında zuhuru olan mutlak gayb makamına erebilirsin." Böylece ömrünün sonu­na kadar şeyhin ters bir yüzü veya herhangi bir sevdiğinin yüzüne bağlı kalarak cin ve şeytanlar alemine mülhak olur. Böylece ne o hayvani ilgisi ortadan kalkar ve ne de bu körü körüne bu yoldan maksadına ulaşabilir.

Müminin seyri müstakim, kalbi ve tüm teveccühü Allah'a ve doğru yoladır. O yolda da doğru yol üzeredir. Sureti, sireti, batını, zahiri şekli ve heyeti insanı bir şekildedir. Bu muka­yese sayesinde müşriğin kalbini de anlamak mümkündür. Zi­ra müşriğin kalbi ilahi fıtrattan dışarı çıkmış, kemalin mer­kez noktasından sağa, sola sapmış, cemal ve nur yığınından ayrılmıştır.Mutlak hadi ve kamil velinin yolundan sapmıştır. Dolayısıyla dünyaya ve bencilliğine mağlub düşmüştür. Bu sebeple diğer alemde de insanın doğru suret ve siretiyle haş-rolmaz. Belki alaşağı edilmiş bir hayvan suretiyle haşrolur. Zira o alemde suret ve siretler kalplere tabidir.

Zahir batının gölgesi ve kabuk için gölgesidir. O alemin maddeleri bu neş'ette olduğu gibi batını melekuti şekilleri kabulden ictinab etmemektedir ve bu kendi yerinde burhan­la isbat edilmiştir. O halde hak ve hakikatten yüzçevirmiş, insanlık fıtratından uzaklaşmış ve dünyaya yönelmiş olan kalplerin gölgesi de kendileri gibi istikametten ayrılmış ters yüzolmuş ve esfel-i safilin olan dünya ve tabiata gömülmüş­tür. O alemde bazıları yüzüstü gider ve ayaklan havada olur. Bazıları karınlan üzere bazılan ayakları ve elleri üzere hay­vanlar gibi yürür. Nitekim bu dünyada da onlar böyle yürür­ler. "Şu halde yüzükoyun sürünerek yürüyen mi daha çok hidayete erer, yoksa dosdoğru yol üzerinde dümdüz yürü­mekte olan mı?"

Bu mecaz alemindeki mecazın, hakikat, zuhur ve ruhaniyetin ortaya çıkışı aleminde hakikate ulaşması da mümkün­dür. Nitekim "İhdinassıratal müstakim" ayetinin tefsirinde-yer alan bazı hadislerde Hz. Ali ve diğer masum imamların sırat-ı müstakim olduğu beyan edilmiştir. Örneğin: Allah-u Teala bu ayette bir örnek vermiştir. Bu örnek Emirel Mümi­ninin velayetinden yüzçeviren kimsenin örneğidir. Onlar adeta yüzleri üstünde yol yürümekte ve hidayete ulaşma­maktadırlar. Hz. Ali'nin yoluna uyan kimseler ise doğru yola koyulmuşlardır. Sırat-ı müstakim Emirel Müminin (as)'dır.

Başka bir hadisde de yer aldığı üzere sırat-ı müstakim Hz. Ali (as) ve diğer imamlardır.

Kafide yer alan bir hadiste şöyle buyurulmaktadır: Fü­zeyi şöyle diyor: İmam Bakır (as) ile Mescidul-Haram'a gir­dik. O hazret bana dayanmıştı. Daha sonra imam halka doğ­ru baktı ve o esnada biz, Ben-i Şeybe kapısında bulunuyor­duk. İmam şöyle buyurdu: "Ey Füzeyi! Cahiliye döneminde böyle tavaf ediyorlardı. Hiç bir hakkı tanımıyor ve hiç bir di­ne sahip değillerdi. Ey Füzeyi onlara bak. Adeta ters yüz ol­muş yüzükoyun yere düşmüşler. Bu tersyüz olmuş kimselere Allah lanet etsin. Daha sonra da mezkur ayeti okuyarak sı­rat-ı müstakimin, Hz. Ali ve vasileri olduğunu buyurdu.

Biz daha önce kamil insanın manevi hareket ve seyrinin sırat-ı müstakim üzere olduğunu söylemiştik. Kamil insanın sırat-ı müstakim olduğu şu andaki amacımızın dışında kaldı­ğından açıklamıyoruz.

Tatmin

Münafığın kalbi ve münafığın kalbinin mü'minin kalbiyle olan farklılığı beyanında:

Geçen faslın beyanatından mümin ve müşriğin hatta kafi­rin kalbi de açıklandı. Münafığın kalbi de mukayese ile orta­ya çıktı. Zira müminin kalbi saf ve asıl yolundan çıkmamış ve dolayısıyla da her türlü imanî hakikatler ve hak öğretiler kendisine ilka edilecek olursa hemen kabul etmektedir. Kalplerin fıtrat makamıyla hakikatler ve öğretileri arasın­da;; yiyen ile yiyecekler arasındaki gibi bir ilişki vardır. Bu cihetten Kafi'de yer alan başka bir hadiste, müminin kalbine "meftuh" yani açıktır denilmiştir. Ve bu feth daha önce zik­rettiğimiz üç fütuhattan birine işaret olabilir. Ama bu mana ile de ilişkisi vardır. Münafığın kalbi cahiliye taassubları, kı­nanmış ahlak, nefis ve makam sevgisi kabinden bir çok insan fıtratına aykırı zulmetler ve bulanıklıklar içindedir. Bu ci­hetten de mühürlü ve kapatılmış haldedir. Hak sözü asla ka­bul etmez, bütünüyle kararıp bozulan bir kağıda benzemekte ve artık hiçbir şekil ve resmi kabul etmemektedir. Dolayısıy­la din izharında bulunması da şeytanlığı ve dünyevi işlerinin ilerlemesi içindir.

Müşrik ve münafığın kalbi, mühürlü ve ters kalplerdir. Nitekim bu dalıa önce de beyan edildi. Müşriğin kalbi ibadet ve huzuda gerçek mabuddan başkasına yönelmiş ve mutlak kemalden gayrisine teveccüh etmiştir. O halde kalbinin iki hususiyyeti vardır. Evvela kalbi sadıkane bir huzur ve teva­zu içindedir. Ama bu huzusu yaratıklara yöneliktir. Dolayı­sıyla da kalbinde birtakım bulanıklık ve noksanlıklar vardır. Böylece kalbi adeta ters çevrilmiştir. Bu onların zahiri sıfat­larıdır. Ama münafık bazen gerçek hasebiyle müşriktir. Bu yüzden kalbinin tersliği hasebiyle müşriklerle de ortaktır. Bazen de kafir sayılır, hiçbir diyanete sahip değildir. Gerçi onun kalbi de terstir, ama bunun daha zahir olan bir özelliği de vardır.O özelliği de şudur ki zahiren hakkı dinlemekte ve hak cemiyetine dahil olmakta dolayısıyla müminin kulağına gelen bütün hakikatler onun kulağına da gelmektedir, ama müminin kalbinin batmî sefası açıktır ve onu kabul etmekte­dir. Münafık ise kalbindeki bulanıklık ve zulmet sebebiyle mühürlenmiştir ve onu kabul etmemektedir.

Hadiste müminin ihsanlara şükrettiği ve belalara ise sab­rettiği beyan edilmiştir. Bu iki sıfat, müminin diğer sıfatla­rından daha üstündür. Bu güzel sıfatların en güzeli konu­mundadır. Bunlardan birçok güzel sıfatlarda ortaya çıkar ve biz bunun bazı örneklerini daha önceden zikrettik. Hakeza celal ve cemal, kahır ve lütuf sıfatlarını da beyan etmiştir ki, ihsan ve ibtila ile tecelli etmiştir. Gerçi ibtila da lütuf sıfatın-dandır, ama zahiren kahır olarak göründüğünden ondan sa­yılmıştır. Nitekim hakkın esma ve sıfatı hususunda bu konu zikredilmiştir.

Hitam

Haktan Gafletin Kalbin Tersliğinden Olduğu Beyanında

Geçen beyanattan anlaşıldığı üzere eğer nefis bütünüyle dünyaya yönelir onu imar etmeye kalkışır ve haktan gaflet ederse mebde ve meada inansa dahi kalbi terstir. Kalbin tersliğindeki mizan haktan gaflet ve dünyaya teveccühtür. Bu inanç ya iman değildir. (Nitekim daha önceden bazı ha­dislerin şerhinde zikredildi) veya nakıs bir imandır ki kalbin tersliği ile aykırılığı yoktur. Hatta gaybe ve kıyamete inandı­ğını söyleyen bir kimse bundan korkmaz ve imanını ameli kılmazsa onu münafıklar zümresinden saymak gerekir, müminden değil. Belki de hadiste buyurulan Taif ehli gibi bazen mümin ve bazen münafık da olabilirler. Dolayısıyla da beden mülklerinde hiçbir hükümeti olmayan bu kupkuru iman da ortadan kalkabilir. Bu sebeple böyle bir insan tam bir nifak üzere dünyadan göçebilir ve münafıklar zümresinde haşro-lur. Bizim zayıf nefislerimiz bu meseleye oldukça önem ver­meli ve bütün zahir ve batınımıza imanın eserlerini işlemeye çalışmalıdır. Kalben imanlı olduğunu iddia ettikleri gibi za­hirlerini de imanın hükümlerine teslim etmelidir ki etkili, iman kalbinde kökleşsin ve sabit hale gelsin.

Böylece hiçbir şey onların imanına etkili olamaz. İlahi fıt­rat layoğrulan bu melekutî tahir kalbi ve ilahi emaneti şey­tanın tasarruf ve hiyanet eli olmaksızın zat-ı mukaddese geri verebilsin. Evvelde de sonrada da hamd Allah'adır.

Hazırlayan: ruhullah.com

 

 

11562 kere okunmuştur.

Yorum Ekle

Yazdır

YORUM LİSTESİ

KATEGORİDEKİ DİĞER HABERLER

n

05/02/2008 - 15:39 Nefs'le Cihad

n

05/02/2008 - 15:29 Riya

n

05/02/2008 - 15:20 Ucb

n

05/02/2008 - 15:10 Kibir

n

05/02/2008 - 15:03 Hased

n

05/02/2008 - 14:57 Dünya Sevgisi

n

05/02/2008 - 14:51 Gazab

n

05/02/2008 - 14:46 Asabiyet

n

05/02/2008 - 14:41 Münafıklık

n

05/02/2008 - 14:34 Nefsin Amel ve Hevası

n

05/02/2008 - 14:30 Fıtrat

n

05/02/2008 - 14:21 Düşünmek

n

05/02/2008 - 14:18 Tevekkül

n

05/02/2008 - 14:12 Havf ve Reca

n

05/02/2008 - 14:03 Müminlerin İmtihan Edilip Denenmesi

n

05/02/2008 - 13:54 Sabır

n

05/02/2008 - 13:49 Tevbe

n

05/02/2008 - 13:45 Allah'ı Zikretmek

n

05/02/2008 - 13:32 Gıybet

n

05/02/2008 - 13:23 İhlas

n

04/02/2008 - 15:10 Şükür

n

04/02/2008 - 15:08 Ölümden Hoşlanmamak

n

04/02/2008 - 15:05 İlim Talihleri

n

04/02/2008 - 15:03 İlmin Kısımları

n

04/02/2008 - 15:00 Şek ve Vesvese

n

04/02/2008 - 14:56 İlmin Fazileti

n

04/02/2008 - 14:48 İbadet ve Kalp Huzuru

n

04/02/2008 - 14:14 Kalbin Çeşitleri

n

04/02/2008 - 14:37 Likaullah (Allah ile Görüşme)

n

04/02/2008 - 14:24 Resulullah (s.a.v)'in Emirül Müminin Hz. Ali (a.s)'a Vasiyeti

n

04/02/2008 - 14:16 Allah, Resul'ü ve İmamların Hakikati Bilinemez

n

04/02/2008 - 14:12 Yakin

n

04/02/2008 - 14:05 Velayet ve Ameller

n

04/02/2008 - 14:00 Müminlerin Allah İndindeki Makamı

n

04/02/2008 - 13:56 Hakkın İsimlerinin Marifeti İle Cebir ve Tefviz Meselesi

n

04/02/2008 - 13:49 Hakkın Sıfatları

n

04/02/2008 - 13:46 Allah'ı, Resul'ü ve Ululemri Tanıma

n

04/02/2008 - 13:42 Adem'in Allah'ın Suretinde Yaratılışı

n

04/02/2008 - 13:32 Hayır ve Şer

n

04/02/2008 - 13:21 İhlas Suresi İle Hadid Suresi'nin İlk Ayetlerinin Tefsiri
 

YAZARLAR

ÇOK OKUNANLAR

Tasarım
  Tasarım : Networkbil.NET

Ana Sayfa  |   İletisim

@2008 kizildedem.com