Allah’ım, ey rahmetinden günahkârların medet umduğu; ey darda kalanların ihsanını anmaya sığındığı; ey korkusundan hatalıların şiddetle ağladığı; ey kimsesi olmayan garibin munisi; ey her gamlı tasalının ferahlığı; ey yardımsız bırakılmış yalnızların imdadı; ey dışlanmış muhtaçların destekçisi! Sen, rahmeti ve ilmiyle her şeyi kuşatansın. Sen, her yaratığa nimetlerinden bir pay ayıransın. Sen, affı cezalandırmasından üstün olansın. Sen, rahmeti gazabının önünde koşansın. Sen, ihsanı, eli boş geri çevirmesinden çok olansın. Sen, rahmetinin genişliğine bütün yaratıkların sığdığı Zât-ı Kibriya’sın. Sen, ihsanda bulunduğundan karşılık beklemeyensin. Sen, kendisine karşı geleni cezalandırmakta aşırı gitmeyensin.
Ben ise, ey Rabbim, “Çağrına icabet ettim, emrine boyun eğdim” diyen, dua etmekle görevlendirdiğin kulunum. (Zelilliğinin ifadesi olarak) Önünde yerlere kapanmış, hatalarından dolayı sırtında ağır bir yük taşıyan, ömrünü günahlarda tüketen, karşı gelinecek biri olmadığın halde cahilliğiyle sana karşı gelen bir zavallıyım. Şimdi sen, ey Rabbim, sana yalvarıp yakarana acıyacak mısın ki, ben de çokça yalvarıp yakarayım?! Veya sen, (korkundan) ağlayanı bağışlayacak mısın ki, ben de hemen ağlayayım?! Ya da sen, zelilce yüzünü toprağa sürenin hatalarını affedecek misin?! Yahut sen, sana güvenerek fakirliğinden sana yakınanı zenginleştirecek misin?!
İlahi, senden başka ihsanda bulunacak birini tanımayanın ümidini boşa çıkarma. Senden başka ihtiyacını giderecek birini bilmeyeni yardımsız bırakma. İlahi, Muhammed ve âline salat eyle ve sana gelmişken benden yüz çevirme. Senden dilemişken beni yoksun bırakma. Dikilip önünde durmuşken alnıma vurarak beni geri çevirme. Sen, kendini merhametle vasıflandırmışsın. O halde, Muhammed ve âline salat eyle ve bana merhamet et. Sen, kendini affedicilikle adlandırmışsın. O halde beni affet.
İlahi, korkundan akan gözyaşlarımı, haşyetinden çarpan kalbimi ve heybetinden titreyen bedenimi görüyorsun. Yaptıklarımdan dolayı senden utanç duymaktayım. Bu yüzden sana yalvarırken sesim kısık, seni çağırırken dilim tutuktur.
Ey Tanrım, hamd sana mahsustur. Nice ayıbımı örtüp beni rüsvay etmedin. Nice günahlarımı gizleyip beni teşhir etmedin. Nice çirkin işler işledim, ama sen onların üzerindeki perdeyi açmadın; onların çirkinlik ve rezillik gerdanlığını boynuma takmadın; ayıplarımı arayan komşularıma ve bana verdiğin nimetleri kıskananlara onları bildirmedin. Ancak bunca lütuf ve şefkatine rağmen yine de ben bildiğin kötü işlerime devam ettim! O halde ey Tanrım, rüşdü konusunda kim benden daha cahil olabilir ki?! Nasibi hususunda kim benden daha gafil olabilir ki?! Bana verdiğin rızkları, beni sakındırdığın günahlara harcadığım zaman kim nefsini ıslah etmeye benden daha uzak?! Senin davetinle şeytanın daveti arasında kalıp da şeytanı tanımakta kör olmadığım, ondan bildiğimi unutmadığım halde, senin davetinin sonunun cennet, onun davetinin sonunun cehennem olduğunu bilerek onun davetine uyduğum zaman benden daha çok batıla dalan, kötülüğe girişen kim olabilir?! Pâk ve münezzehsin sen. Kendi aleyhime tanıklık ettiğim hususlar, açığa vurduğum gizlilikler ne kadar ilginç! Ancak benim böyle olmama rağmen senin bana karşı böyle yumuşak olman, beni hemen cezalandırmaman daha da ilginç! Ne var ki bu, benim senin katındaki değerimden değil; gazabını gerektiren günahlardan vazgeçmem, aşağılayıcı kötü huylarımdan sıyrılmam için senin bana tanıdığın bir fırsat ve bana ihsan ettiğin bir lütuftur. Bir de beni affetmek, beni cezalandırmaktan daha sevimlidir sana.
Benim ise ey Rabbim, günahlarım o kadar çok, eserlerim o kadar çirkin, fiillerim o kadar kötü, batıla dalışım o kadar pervasızca, itaatin hususunda o kadar bilinçsiz, azap vaadinin karşısında o kadar umursamazım ki, ayıplarımı saymaktan, günahlarımı söylemekten bile âcizim.
Ancak günahkârların durumunu düzeltecek şefkatine göz dikerek, hatalıların boynunu masiyet köleli-ğinden kurtaracak rahmetini ümit ederek bu sözlerle kendimi kınamaktayım.
Allah’ım, işte boynum; günahların kölesi olmuş! O halde, Muhammed ve âline salat eyle ve (günahlarımı) affederek beni bu kölelikten kurtar! Ve işte sırtım; hataların ağırlığı altında ezilmiş! O halde, Muhammed ve âline salat eyle ve lütf u kereminle yükümü hafiflet!
İlahi, eğer gözkapaklarım dökülene kadar sana yalvarıp ağlasam; sesim tıkanana kadar feryat etsem; ayaklarım şişene kadar sana ibadet etmeye dursam; belkemiğim yerinden ayrılana kadar sana rüku etsem; gözlerim çanaklarından çıkana kadar sana secde etsem; ömrüm boyu yerin toprağını yesem; hayatımın sonuna kadar kül suyu içsem; bu arada dilim tutulana kadar seni ansam ve utancımdan başımı göğe doğru kaldırmasam; bütün bunlarla, tek bir günahımın bile affını hakketmiş olmam. Eğer mağfiretini hakkettiğim zaman beni bağışlıyorsan, affına layık görüldüğüm zaman beni affediyorsan, bu kesinlikle hakkederek kazandığım, layık olarak hakkettiğim bir şey değildir. Çünkü ben, sana ilk karşı gelişimde zaten cehennemi hakketmiştim. Onun için eğer beni cezalandırsan, katiyen bana zulmetmiş olmazsın. Ama yine de sen, ey Tanrım, rahmetinle beni kuşatıp günahlarımı açığa vurarak beni rüsvay etmiyorsun; kereminle bana fırsat tanıyıp beni hemen cezalandırmıyorsun ve lütfunla bana yumuşak davranıp nimetlerini elimden almıyor, ihsanını bulandırmıyorsun. O halde (ey Rabbim), uzun bir süredir ağlayıp sızlamama, çaresizliğimin had safhaya ulaşmasına ve durumumun vahametine bakarak bana acı!
Allah’ım, Muhammed ve âline salat eyle ve beni günahlardan koru; itaatine muvaffak kıl; (sana doğru) güzel bir dönüşü bana nasip eyle; tövbeyle beni temizle; özel korumanla beni destekle; sağlıkla işlerimi düzene koy; mağfiretinin tadını bana tattır; beni affının özgürü, rahmetinin azatlısı kıl; benim için gazabından güvencede olduğumu yaz; ahiretten önce dünyada bunun müjdesini bana ver; bu müjdenin alametini, belirtisini bana tanıt, bildir. Hiç kuşku yok, bunlar, senin geniş rahmetini daraltamaz; sonsuz kudretini aşamaz; hilmine galip gelemez ve ayetlerinin kılavuzluk ettiği bol bağışlarını zorlayamaz. Çünkü sen, hiç kuşkusuz, dilediğini yapar; irade ettiğini hükmedersin. Sen her şeye kadirsin.