Asım şöyle diyor: "Ali b. Hüseyin (as)'a tevhid hakkında sorulunca imam şöyle buyurdu: "Şüphesiz ki Allah Teala ahir zamanda dakik nazarı olan bir topluluğun geleceğini biliyordu. Bu yüzden ihlas süresi ile hadid suresinin ilk ayetlerini nazil buyurdu. 0 halde bundan gayrisini taleb eden şüphesiz ki helak olmuştur." (Usul-i Kafi c.l s.93 Tevhid kitabı 3. Hadis)
ŞERH
Bu hadisle ilgili birtakım açıklamaları birkaç fasıl zımnında beyan etmeye çalışacağız.
Fasıl
Mübarek Tevhid Suresinin Tefsirine Kısaca
Bir İşaret
Bil ki, mübarek ihlas suresi ile hadid suresinin ilk ayetlerini tefsir etmek bizim gibi insanların işi değildir.Hakikatte bu işe girmek vazifeden çıkmak demektir. Allah Teala'nın muhakkik alimler ve derin görüşlü şahıslar için buyurduğu şeyin tefsirine benim gibilerin varid olması insaf şeriatına sığacak birşey değildir. Burhan tefsirinde yer aldığı üzere İmam Bakır (as)"Samed" kelimesinin bazı esralarını beyan ettikten sonra şöyle buyurmuşlardır: "Eğer Allah'ın bana verdiği ilmi taşıyacak kimseleri bulsaydım tevhid, İslam, iman, din ve şeriatları samed kelimesinde neşrederdim."
Büyük filozof molla Sadra Hadid suresinin ayetleri hususunda şöyle buyuruyor: "Bil ki, hadiste işaret edilen bu altı ayet ilahiyat ve tevhid ilminin büyük bablanndan birini içermektedir. Rububiyet ve semediyet babının muhkem hükümlerinden birini kapsamaktadır. Rabbani bir arif eğer ilmini Rasulullah'tan, hikmetini ise ehl-i beytten almışsa şüphesiz ki, bu ayetlerden her birinin tefsiri için bir cilt hatta ciltler dolusu kitap yazması gerekir." Bilcümle, yazar gibi olan kimseler bu meydanın ehli değildir. Ama hepsini derk edemiyoruz diye bazısını derkten de el çekenleyiz. Dolayısıyla büyük alimlerin sözleriyle marifet ehlinin kitapları ve ehli beytin nurlu deryasından idrak edebildiklerimizi icmal ve işaret suretiyle beyan etmeye çalışmalıyız Hidayet şüphesiz ki Allah Teala'dandır.
Bismillah'a İşaret Makamında
Bilmek gerekir ki marifet ehlinin mesleği hasebiyle her surenin başında yer alan bismillah bizzat o sureye mutealli-tir. Zira ismullah zuhuri makam hasebiyle meşiyetin tamamıdır. Ahadî tecelli hasebiyle feyz-i akdes makamıdır. Vahi-diyet makamı hasebiyle isimleri ahadi cem' makamıdır. Aha-diyet-i cem' itibariyle .de bütün alemdir ki bu da kevni, cami ve nuzuli ve şuhudi zincirlemede vücudun mertebeleridir. Arızî (enlemesine) silsilesinde ise ayni hüviyetlerden birisidir. Allah kelimesinin manası isimdeki itibar hasebiyle farklılık arzetmektedir. Zira o bu isimlerin müsemmasıdır. Lafızda bismillah'm mütealliki ve manada mazharı olan her sure itibariyle de bismillahın manası farklılık içerisindedir. Hatta bismillahm başlangıç noktası olan her fiil hasebiyle de bismillahın manası farklılık arzetmektedir. Ve bu bismillah o fiile mütealliktir. İlahi isimlerin mazhar ve zuhurların bilen bir arif tüm fiil, amel, ayn (özdek) ve arazların (ilineklerin) mübarek ism-i azam ve mutlak meşiyet makamıyla zahir ve mütehakkık olduğunu müşahede eder. Dolayısıya bu ameli yerine getirirken kalbinde bu manayı tezekkür eder. Ve onu tabiat ve mülk mertebesine geçirerek bismillah der. Yani vücudu yayan rahmaniyet makamını sahibinin mutlak meşiyeti makamıyla ve vücudun kemal makamını yayan rahimiyet makamıyla veya zuhurla tecelli ve vücudu yayma makamı olan rahmaniyet makamının sahibi veya batiniyet tecellisi ile vücudun kabzedilmesi makamı olan rahimiyet makamıyla işe başlar. Böylece yiyorum, içiyorum, yazıyorum veya şöyle böyle yapıyorum der.
O halde ilallah saliki ve Allah'ın arifi bir insan bir nazarda bütün fiileri ve mevcudatı mutlak meşiyetin zuhuru ve ondaki fenası görür. Bu nazarında vahdet sultanı galebe çalar. Ve bismillahı bütün Kur'an surelerinde ve bütün fiil ve amellerde bir tek manada görür. Başka bir nazarda ise fark alemine teveccüh edince her surenin başındaki bismillah'a her amele başladığında bir mana görür ve müşahede eder.
Biz şu anda ihlas suresini icmalen tefsir makammdayız. Dolayısıyla da bu suredeki bismillah'ı "kul" (De ki) kelimesinin mütealliki olarak kabul edebiliriz. Bu surette tecrid ve tevhid galebesi kisvesindeki bismiUahtan maksat mutlak meşiyet makamıdır. Ama teksir ve kesretlere teveccüh makamı ve kisvesinde ise maksat onun tecellileridir. Berzahi-yet-i kübra makamı olan iki makamın cem'i makamında ise meşiyet; vahdet, kesret, zuhur ve batın makamındadır. Dolayısıyla rahmaniyet ve rahimiyet de ikinci manadadır. "Kul-huvellahu ahad" ayetinde ahadiyet-i gaybiye ve uluhiyet-i es-maiye bir araya cem' olduğundan bismillah da üçüncü makam hasebiyle yani berzahiyet makamıyla kastedilmiştir. Bu yüzden ahadi gayb makamından taki ve naki olan ahadi, Ahmedî ve Muhammedi kalbe '"De ki" diye bir hitab gelir. Ve bu hitab ismullah'ın zuhuruyla berzahiyet-i kübra neşeti ha-sebiyledir. Bu da mutlak meşiyet ve ayn-i rahimiyette rahmaniyet sahibinin makamıdır.
Ayet-i kerimede geçen "huve" mutlak hüviyet makamına işarettir. Ve burada hiçbir esmaî veya sıfati bir tecelli de söz-konusu değildir. Hatta ahadiyet makamında itibar edilen zati isimler bile yoktur. Bu kalbin sahibinden gayrisi ise bu makama asla sahip olamaz. Eğer Hakk'ın nisbetlerini zahir etmeye memur olmasaydı, ezelen ve ebeden bu kelimeyi şeri-feyi diline almazdı. Ama takdiri ilahi gerektirdi ki, Rasulul-lah (sa) bu işareti izhar etsin.
Mutlak cezbede baki olmadığından ve berzahiyet makamına sahip olduğundan "Allah'u Ahad" diye buyurdu. Allah ism-i cami-i a'zam ve hatemin mutlak rabbidir. İsimlerin kesret berzahında vahidiyetin zuhuru, gizli gaybi tecelliyle ahadiyet makamının aynısıdır. Böyle bir salikin kalbinde ne ahadiyet vahidiyet galebe çalar ve ne de vahidiyet ahadiyete galebe çalar. İtibarlarda bilindiği gibi zati isimler mukadem-dir. Ama bu ayette Allah isminin "ahad" isminden önce zikredilmesi salikin kalbine tecelli makamına işarettir. Zira evliyanın kalbine zati tecellilerde Hz. Vahidiyette olan sıfatı isimler tecelli eder.Daha sonra zatî ve ahadî isimler tecelli eder.
İsimler arasında Allah isminin zikredilmesi de ya şunu içindir ki her isimle olan tecelli Allah ismiyle olan tecellidir. Veya özellikle Hz. ilahiyette mazhar ve zahirin ittihadi ba-bındandır. Veya vahidi sülükun gayetine işarettir ki o tahakkuk etmedikçe salik ahadi süluka başlayamaz.
Bilcümle bu beyan üzere "huve" kelimesi ariflerin ulaşamadığı her türlü isim resim tecelli ve zuhurdan münezzeh olan bir makama işarettir. Ahad, gaybi ve batını isimlerle tecelliye işarettir. Allah ise zahiri isimlerle tecelliye işarettir. Ve bu üçüyle, Hz. rububiyetin ilk itibarlarını cemi tahakkuk etmektedir. En camisi semediyet olan diğer dört isimler ise bazı rivayetler hasebiyle selbi ve tenzihi isimlerdendir ki cemali ve subuti isimlerin tabeiyeti ile itibar edilmektedir. Nitekim hadislerin birinin şerhinde buna işaret edildi.
Bütün bu zikredilenler bismillahm "kul" kelimesine müteallik olduğu takdirde sözkonusuydu. Elbette bu bismillah bu suredeki her cüzden birine de müteallik olabilir. O halde surenin tefsiri ve bismillah bunlardan her birine göre farklı mana arzetmektedir. Tafsili uzayacağından sar-u nazar ediyoruz. Arif şeyhimiz Şahabadî şöyle buyuruyordu: "Huva kelimesi ihlas suresinde bu kelimeden sonra zikredilen diğer altı isim ve kemala burhan sayılmaktadır. Zira zatı mukaddes mutlak "huve"dir. Bu sırf vücuda işarettir. Allah bütün esma-î kemalatlarm sahibidir. O halde Allah (cc)dır. Çünkü basit hakikati olan sırf vücud bütün esma ve sıfatlara sahiptir. Bû esma-î kesret zat-ı mukaddesin vahdetine zarar vermez. Zira o ahaddir ve sırf ve salt olan birşeyin mahiyeti yoktur. Ve sameddir sırf ve salt olan bir varlığın noksanlığı da yoktur. Başkasından hasıl olmaz. Tekerrür de etmez. Dolayısıyla valid ve mevlud da değildir. O'nun bir eşi de yoktur."
Bilmek gerekir ki rivayetlerde samed kelimesi için birçok manalar zikredilmiştir ki tafsili bahsimizin dışında kalmaktadır. Ve ayrı bir risaleyi gerektirmektedir. Bu makamda şu nükteye işaret ediyoruz ki, eğer samed, bazı itibarlar hasebiyle mahiyetin kendisine işaretse "Alahussamed" cümlesindeki Allah'ın manası vahidiyet makamı ile isimlerin ahadi-yet-i cem'i makamının itibarlarından biridir. Eğer izafi bir sıfata işaretse, feyz-i mukaddesle tecelli hazretinde isimlerin ahadiyeti cem' makamına işarettir. Bunun manası da "Allah yerlerin ve göklerin nurudur" manasıyla da muvafıktır.
Fasıl
Hadid Suresinin İlk Altı Ayetinin Kısa Tefsiri
"Göklerde ve yerde olanlar Allah'ı teşbih ederler. O güçlüdür. Hakim'dir." (Hadid/1)
Birinci ayet tüm varlıkların teşbihine hatta bitki ve cansız varlıkların da Allah'ı teşbih ettiğine delalet etmektedir. Bu ayeti sadece akıl sahibi varlıklara tahsis etmek, akıl erbabının aklının hicablarından ve zulmetindendir. Bu ayet farzen tevil edilse de bunun benzeri diğer ayetler tevil edilemez. Örneğin:
"Göklerde ve yerde olanların güneş ay yıldızlar dağlar ağaçlar hayvanların ve insanların birçoğunun Allah'a secde ettiklerini görmüyor musun?" (Hacc/18)
Teşbihin tekvini veya fıtri olduğunu söyleyen teviller de oldukça soğuk ve uzak tevillerdir. Bir çok rivayetler ve ayetler bunu reddetmektedir. Ayrıca dakik ve güçlü burhanlar ile irfani mekteble de çelişmektedir. Ne yazık ki Molla Sadra gibi büyük bir filozof bile mevcudattaki teşbihin nütki (konuş-sal) teşbih bilmemektdir. Dolayısıyla bütün varlıkların nutki bir hayata sahip olduğunu söyleyen marifet ehlinin görüşünü burhana muhalif saymış ve red etmiştir. Halbuki bu bizzat kendisinin buyurduğu sözlerle çelişmektedir. Bu inanç asla birtakım fesatları gerektirmemektedir. Eğer konu uzama-saydı birtakım mukaddemelerle şerh etmeye çalışırdım. Ama konu uzayacağından sadece kısaca bir işaret etmekle yetiniyorum.
Önceden de dediğimiz gibi vücudun hakikati şuur irade, ilim, kudret, hayat ve diğer hayati özelliklerin aynısıdır. Eğer bir şeyin ilmi ve hayatı yoksa vücudu da yoktur. Eğer vücudun asaletini hakikatini insan irfani bir zevkle idrak edecek olursa ilmi ve zevki hasebiyle tasdik edecektir ki bütün mevcudat hayat sahibidir. Onlarda ilim, irade tekellüm ve diğer hayati özellikler vardır. Ve eğer manevi riyazetlerle müşahede makamına ermiş ise o zaman da varlıkları teşbih ve takdisini ayanen müşahade eder. Şu anda tabiatın uyuş-turuculuğu göz, kulak ve diğer duyu organlarımızı uyuşturmuş ve bizlere vücudun hakikatleri ve ayni hüviyetleri mahcub ve örtülü kılmıştır. Dolayısıyla bizimle Allah Teala arasında zulmani ve nurani birçok hicablar vardır. Bizimle diğer varlıkar arasında da hatta nefsimizle kendimiz arasında da birtakım hicablar vardır ki bize onların hayat ve diğer özellikleri mahcub ve örtülü kılmıştır. Ama hicabların en zoru yersiz yere inkar hicabıdır. Ve bu insanın herşeyden alıkoymaktadır. Bizim gibiler için en iyi şey teslim olmaktır. Ayetleri ve evliyanın rivayetlerini tasdik etmektir. Kendi görüşlerimiz üzere tefsir kapısını kapatmak ve zayıf aklımıza güvenmemektir.
Bu teşbihi tekvini teşbih saysak bile şu ayete ne yapmalıyız?
"Sonunda karıncaların bulunduğu vadiye geldiklerinde bir karınca: "Ey karıncalar yuvalarınıza girin, Süleyman'ın ordusu farkına varmadan sizi ezmesin dedi." (Neml/18)
Hz. Süleyman'a Saba şehrinden haber getiren kuş olayına ne demeliyiz? Muhtelif bablarda Ehli Beytten menkul birçok rivayetler asla te'vil edilemez. Bütün bu rivayetlere ne demeliyiz?
Bilcümle eşyanın ilmi-şuuri teşbihi ve hayatını, yüce felsefenin zaruriyatından ve şeriat erbabının kesin inançlarından saymak gerekir. Ama her varlığın teşbih keyfiyeti ve özel zikri kendine özgüdür. Zikri camiin sahibi sadece insandır. Ama diğer varlıklar sadece kendi neşetleri münasebetiyle bir zikre sahiptir. Bunun da icmali, ilmi ve irfani bir mizana sahiptir ki isimler ilmiyle ilgilidir. Ve tafsili keşf ve ayani ilimlerdir ki mükemmel velilere mahsustur.
Nitekim önceki fasılda da dediğimiz gibi her suredeki bismillah bizzat o sureye aittir. Burada da "sebbehellah" cümlesine mütealliktir. Ve bundan cebir ve tefviz meselesinde hakk ehlinin mesleği ortaya çıkmaktadır. Yani hem ilmi me-şiyet makamı olan ismullaha ve hem de göklerdeki yerdeki varlıklara isnad edilmiştir. Ve bu isnad şuhud erbabının keşfinini gayeti sayılan oldukça latif bir şekilde yapılmıştır. Allah'a meşiyetin isnadının takdimi ise Allah Teala'nın kay-yumiyetini ifade etmek içindir. Eğer sözün uzamasından korkmasaydım, teşbihin hakikatini, hamdi gerektirdiğini ve her teşbihle hamdin sadece Allah için vaki olduğunu bismil-laha yapılan tahmid ve teşbihin beyanı ile aziz ve hakim isimlerinin ihtisası ve bu iki ismin Allahla olan nisbeti, bis-millahta yer olan Allah ile sebbehellah ayetindeki Allah ara-sınaki farkı beyan ederdim. Gökler ve yer ile onlardaki varlıkları (marifet ve felsefe ehlinin görüşü hasebiyle) ve bu ayetteki "huve" kelimesi ile ihlas süresindeki "huve" kelimesi arasındaki farkı irfani bir zevkle açıklardım. Ama biz bu kitapla tafsilata kaçmamaya söz verdik.
"Göklerin ve yerin hükümranlığı O'nundur. Diriltir, öldürür; O, her şeye Kadir'dir." (Hadid/2)
Bu ayet-i kerime Allah'ın yer ve göklerin melekutu üzerindeki malikiyetine işaret etmektedir. Ve bu malikiyet, saltanat ihatası veya kudret nüfuzu sayesinde ihya, öldürme, zuhur, rücu ve genişlik ile darlık vaki olmaktadır. Bu tüm tedbir ve tasarrufların Allah'ın tedbir ve tasarrufundaki izmihlali nazarıdır ki, bunu gayeti de tevhid-i fiilidir. Bu yüzden melekuti tasarrufatm büyük mazharlarman biri olan ihya ve imateyi (öldürmeyi) kendine isnad etmiştir. Halbuki ihya rahmaniyetin işlerinden biridir. İmate ise malikiyetin işlerinden biridir. Ama her ikisini de malikiyete isnad etmiştir. Elbette bu büyük irfani bir nükte sebebiyle olabilir ve o da her ismin bütün isimleri ahadi ve gaybi bir surette kendinde toplamasıdır ve şu anda bunu beyana gücümüz yoktur. Ayetin baş ve sonu ise feyz-i mukaddesle fiili tecelli makamında vahdette kesret ve kesrette vahdete işaret olabilir. Nitekim bu ehli nezdinde oldukça açık bir şeydir. Allah'ın mali-kiyetinin keyfiyeti ve ihya ve imatesinin fiil sigasıyla beyan edilmesi teceddüd ve istimrarın ifadesidir. İhya ve imatesinin keyfiyeti israfilin surununu hakikati, ihya ve imate nef-hası Hz. İsrafil, Azrail ve Mikail'in işleri onların ihya ve imatesinin keyfiyeti oldukça uzun bir konudur. Birçok irfani ve felsefi beyanı gerektirmektedir.
"O her şeyden öncedir kendisinden sonraya hiçbir şeyin kalmayacağı Son'dur. Varlığı aşikardır. Gerçek hakikati insan için gizlidir. O her şeyi bilir. (Hadid 1/3)
Hak marifetlerini bilen arif, marifet erbabı ve kalb ashabı olanlar bilir ki salikin sulukunun nihayeti ve ariflerin emellerinin gayeti bu ayet-i kerimedir. Dostun canına andol-sun ki zatî ve esmai tevhidin hakikatini bundan daha iyi tabir edecek bir tabir yoktur. Bütün marifetler ashabı bu Muhammedi tam irfanı ve Ahmedi cam'i keşfi ve ilahi muhkem ayeti için secde ederler ve toprağa düşerler. İrfan ve aşkın hakikatma yemin olsun ki meczub arif ve mahbubun cemalinin aşığı bu ayeti duyunca melekuti bir dalgalanma içine girer ve ilahi bir genişliğe uğrar ki beyan elbisesi onu boyunu anlatmaktan aciz ve hiç bir varlık bunun dinlemeye tahammül edemez. Allah pak ve münezzehtir. Mertebesi ne de yücedir. Kudreti ne de büyüktür. Değeri ne de azimdir. Şevketi ne kadar değerlidir. Dergahı ne de yücedir. Büyük ariflerin sözlerine itiraz edenler bir baksınlar, hangi büyük ve rabbani alim bu ayeti şerifeden daha fazlasını beyan edebilmiştir? Hangi ilahi mukaddes mektup marifet pazarına bundan daha yeni ve açık bir beyan getirmiştir. İşte bu ilahi ayet-i kerime ve içte ariflerin irfanıyle dolu kitaplar. Mübarek hadid suresi ve özellikle de ilk ayet-i şerifesi ariflerin emellerinin ulaşamadığı birçok marifetleri kapsamaktadır. Ama ben öyle inanıyorum ki bu ayetin sahib olduğu birtakım hususiyeter de vardır ki diğer ayetler bu hususiyete sahip değildir. Allah Teala'nm evveliyeti ve ahiriyeti, zahiriyeti ve batmıyeti, beyan edilecek ve kalemce yazabilecek bir şey değildir. O halde vazgeçelim. İdrakini muhiblerin ve evliyanın kalbine bırakalım.
"Gökleri ve yeri altı günde yaratan sonra arşa hükmeden, yere gireni ve ondan çıkanı, gökten ineni ve oraya yükseleni bilen O'dur. Nerede olursanız olun. O, sizinle beraberdir. Allah yaptıklarınızı görür." (Hadid/4)
Bu ayette yerlerin ve göklerin altı günde yaratıldığını ve arşın istivasını beyan etmektedir. Akıl erbabının aklı da bu ayet-i şerifeyi tefsir etmekte tahayyur ve şaşkınlık içerisine düşmektedir. Ve herkes ilim ve irfandaki mesleği hasebiyle bu ayeti bir şekilde tefsir etmiştir. Nitekim zahir alimleri yaratılışın altı günde gerçekleşmesinden maksadın zaman itibarıyla altı güne mutabık olduğunu söylüyorlar. Ama molla Sadra bunu altı rububiyet gününe tatbik etmiştir ki maksad altı yıldır. Ademin zuhurundan Muhammedi güneşin doğuşuna kadar olan altı bin yıl ise bu altı güne tatbik edilmiştir. Bunların icmalini usuli kafinin şerhinde, tafsilini ise tefsir kitaplarında okuyabilirsiniz. Bazı marifet ehli ise bu altı günü vücud güneşinin nurunun nuzulî ve şuhudî seyrinin mertebeleri olduğunu söylüyorlar.
İrfani meslek hasebiyle vücudun nüzul merzebelerinin en aşağısı, vücud güneşinin tecelliler hicabıyla hicablanması-dır. Ve o "leyletulkadrin" hakikatidir. Kıyamet gününün ihtidası ise mülkün melekuta dönüş mertebesinin ilkidir. Ki o büyük kıyametin tam zuhurudur. Göklerin ve yerlerin yaratıldığı bu altı gün ise istiva, istila ve Allah'ın kahhariyetinin nihayetidir. Büyük alemde ise altı suudî (yüceliş) mertebeleridir. Hakkın istiva arşı ise meşiyet ve rahmani mukaddes feyiz mertebesidir. Dolayısıyla gökler ve yer olduğu müddetçe marifet ehli nezdinde onların yaratılışı "o hergün bir iştedir" hakikati gereğince tamamlanmamıştır. Zira tecellide tekrar yoktur. En büyük alem olan insanda ise yedi latife ve altı mertebe rahmanın arşıdır. Ve bu da hakiki kalbin mertebesidir. Gerçi ilahi kitabın ilmi Allah Teala'nın ve hitabına mahsus kimselerin nezdindedir. Ama biz ihtimal ve münasebetler üzere konuşuyoruz.
Bu makamda başka bir ihtimal vardır. O da şudur ki, şu anda bilinen güneş sistemi dışında birçok güneş sistemleri de vardır ki bunlann sayısını hiç kimse tesbit edemez. Belki de gökten ve yerden maksat, bu güneş sistemi ile yıldızların ve onların manzumesidir Ve bunların altı günde sınırlandırılması ise diğer güneş sistemleri hasebiyledir. Ve bu ihtimal diğer ihtimallerden zahire daha yakındır. Ve diğer irfani ihtimallerle de çelişmemektedir. Zira bu da Kur'an'ın batınlarından bir batın hasebiyledir.
Ayetin sonuda ise Allah Teala'nın gayb ve şuhud ile nüzul ve suud silsilesinde vücud mertebelerinin tüm cüziyatını bildiğine işaret etmektedir. "O sizinledir" sözüyle de Allah'ın kayyumi mahiyetine ve Allah'ın cüziyata olan ilminin keyfiyetine vücudî ihata ve kayyumi genişlik tariki ile işaret edilmiştir. Allah'ın bu kayyumiyetinin hakikatini Hak velilerden başka kimse idrak edemez.
"Göklerin ve yerin hükümranlığı Onundur. Bütün işler Allah'a döndürülür." (Hadid/5)
Bu ayet de Allah'ın malikiyetine ve tüm vücud dairesini Allah'a dönüşüne işaret etmektedir. Bunun malik ismiyle ilgili olduğuna işaret etmektedir. Nitekim hamd suresinde "O din gününün malikidir" diye buyrulmuştur. Ki bunun tefsir ve tafsilinden sarf-u nazar ediyoruz.
"Geceyi gündüze katar gündüzü geceye katar, O kalplerde olanı bilendir." (Hadid/6)
Bu ayette gece ve gündüzün farklılığını ve bu farklılıkta birçok faydaların olduğu beyan edilmiştir. Ki bunun da zikri görevimiz dışında kaldığından geçiyoruz. Hakeza bu ayet-i şerife için irfani başka bir mana da vardır, ama biz zikretmiyoruz.
HATİME
Hadis-i şerifin sonuda şöyle buyrulmuştur: "Bundan başkasını taleb eden şüphesiz ki helak olur." Bu cümle şuna işaret etmektedir ki ihlas ile hadid suresinin ilk altı ayetinde beyan edilen marifetler en yüce marifetlerdir. Ve beşerin ulaşabildiği en yüce ilimlerdendir. Bunda daha yüce ilmin olabileceğini sananlar hata etmektedir. Ve bu ayetler insana en yüce ilimleri öğretmektedir Bu marifetlerden geri kalan kimse de helak olur ve rububiyet makamından bilgisiz kalır.
Elbette bu hadis-i şerif insanları ayetlerinde tefekkür ve derinleşmeye çağırmaktadır. Ama her ilmin bir ehli vardır ve her meydanın bir koşucusu vardır. İhlas suresi ile imamların münacaatları hutbeleri ve rivayetlerindeki bir sürü marifetleri insan kendi fikri ve örfî zuhuru ile asla anlayamaz. Ama şeytan insanları marifetlerden alıkoymak için ve hikmet ve marifetlerden mahrum bırakmak için kendisine bunu boş bir hayal olarak gösterir. Ve böylece insanı hayret ve delalet vadisine sürükler. Allah'a andolsun ki bu sözlerden maksadım bir felsefe veya irfan pazarını yaymak değildir. Maksadım şudur ki, imanlı kardeşlerim hususen ilim ehli olanlar Ehli Beytin marifetlerine ve Kur'an'ın öğretilerine teveccüh etsinler, bunları unutmasınlar. Resullerin bi'setini ve kitapların inzalinin başlıca sebebi de marifetullah maksadı içindir ki insanın tüm dünyevi ve uhrevi saadetleri bununla gerçekleşir. Ama ne yazık k, insan bu alemde ve bu hicab-larda kaldığı müddetçe saadet yolunu tesbit edemez. Evliya, enbiya ve alimlerde her ne kadar nasihat etseler ve davet etseler uykudan uyanmamakta, gaflet pamuğunu kulağından çıkarmamaktadır. Gaflet uykusundan uyandığı zamanda artık saadet tahsilinin sermayesini kaybetmiş ve hüsran ve pişmanlık içerisinde kalmış olacaktır.
Dua ve Hitam
İlahi.. Evliyanın kalbini muhabbet nuruyla nurlandırdm, cemal aşıklarının dilini bizden ve benden gizledin. Bencil ve alçak kulların elini azamet ve kibriya eteğinden mahrum ettin. bizleri dünyanın aldatması ve gafletinden uyandır. Tabii-atm ağır uykusundan ayılt. Kalın hicabları ve bencilliğin perdelerini bir tek işaretinle yırt. Bizleri ihlaslı kullarının, mukaddes dergahındayer ver. Bu kötü ahlak ve sapıklıkları bizden uzaklaştır. Hareket, sekenat, amel, evvel, ahir, zahir ve batınımızı ihlaslı kıl
İlahi.. Senin nimetlerin ibtidaidir. Allah'ın ihsanında kabiliyet şartı yoktur. Nimetlerin sonsuzdur. İnayet ve rahmet kapın açıktır. Sonsuz nimetler sofran açık. Allah'ım... Bu heyecanlı kalbime, bu dağınık halime, yaralı kalbime, çökmüş gözlerime, ızdırap içinde kıvranan batınıma ve pare pare olmuş şu göğsüme merhamet buyur. Allah'ım.. Sonumuzu ih-lasla ve evliyalarına olan muhabbetle sona erdir. Allah'ım, vücud defterimizi gayb ve şuhud defterimizi Muhammed ve Ehl-i Beytinin sevgi ve muhabbetiyle kapat. Evvelde ve sonda zahirde de batında da hamd Allah'a mahsustur.
Bu kitab hicri-kameri 1358 yılının Muharrem ayının dördünde Cuma günü ikindi vaktinde bu fakir ve fani yazarın kalemiyle sona ermiştir. Tevekkül başta da sonda da Allahu Teala'yadır.
Hazırlayan: ruhullah.com