"Hz. Sadık (as) şöyle buyuruyor: Birisi Ebu Zer'e şöyle dedi: "ey Ebu Zer bizlere ne olmuş ki ölümden tiksiniyoruz?" Ebu Zer şöyle dedi: "Zira sizler dünyayı bayındır, kıldınız ahireti ise virane. Dolayısıyla da bayındır yerden virane yere gitmeyi hoş karşılamıyorsunuz." Daha sonra şöyle sordu: "Şimdi de bizim Allah'ın huzuruna nasıl varacağımızı söyle?" Ebu Zer şöyle dedi: Sizden iyi olanlar ehlinden uzak olanların ehlinin yanına varması gibi Allah'ın huzuruna varacaklardır. Ama kötü olanlar ise mevtasından kaçan bir kölenin yeniden mevlasına döndürüldüğü gibi Allah'ın huzuruna varacaktır." O şahıs "O halde bizim Allah indindeki halimizi nasıl görüyorsun?" diye sordu. Ebu Zer (ra) şöyle dedi: Amellerinizi Alah'ın kitabına arzedin Allah Teala şöyle buyuruyor: "İyiler nimetler cennetindedir, günahkarlar ise cehennemde." O şahıs "O halde Allah'ın rahmeti nerededir?'-diye sordu. Ebu Zer şöyle dedi: Şüphesiz ki Allah'ın rahmeti iyilere yakındır."
İmam Sadık (as) şöyle buyurdu: Adamın birisi Ebu Zer'e (ra) şöyle yazdı: "Ey Ebu Zer, bana ilimden bir hediye gönder!" Ebu Zer de ona şöyle yazdı: Şüphesiz ki ilim çoktur. Eğer sevdiğine kötülük etmemeye kadir isen etme." O şahıs dedi ki: "Acaba, sevdiğine kötülük edeni hiç gördün mü?" Ebu Zer de dedi ki: Evet senin nefsin sana nefislerin en sevgili olanıdır. Ama sen Allah'a isyan edince nefine kötülük etmiş olursun." (Kafî, C 2., s. 458. Kitabul-İman ve'1-Küfr, Babu Muhasebeti'1-AmeL 20. hadis.)
ŞERH
Bil ki ölümden hoşlanmamak ve korkmak oldukça farklılık arzeden birşeydir. Hakeza temel ve asılları da farklılık içindedir. Ebu Zer'in beyan ettikleri ise orta insanların halidir. Biz de nakıs ve kamil insanların halini kısaca beyan etmeye çalışacağız.
O halde bilmek gerekir ki biz nakısların ölümden kork-.ması önceki sayfalarda işaret ettiğimiz bir nükte sebebiyledir. O da şudur ki insan, Allah vergisi, fıtratı ve asli hilkati itibariyle hayatı ve bekayı sevmektedir. Ölüm Ve yokluktan ise nefret etmektedir. Bu ilgisi ise mutlak beka ve ebedi-dai-mi hayata yöneliktir. Yani içinde fena ve zeval olmayan bir hayat! Bazı büyükler bu fıtrat ile ahireti isbat ediyorlardı ki burası şu anda beyan yeri değildir.
İnsanda bu sevgi ve o nefret olduğu için beka ve hayatın olduğunu sandığı her alemi de sever ve aşık olur ona. Dolayısıyla bunun mukabilindeki alemden de nefret eder.Bizler de ahirete iman sahibi olmadığımızdan ve kalbimizin o alemin bekası ile ezeli hayatına itmi'nanı olmadığından bu alemi seviyor ve o fıtrat esasınca ölümden kaçıyoruz. Daha öncede açıkladığımız gibi aklî idrak ve tasdik, kalbi itmi'nan ve imandan apayrı bir hakikattir.
Bizler nazile, zulmani ve mülkî neşetten, daimi hayat ve nuranî alem ile yüce, baki ve melekutî neşet olan ahirete intikalin ifadesi ölümün, aklî idrakimiz veya taabbüdî tasdikimiz ile hak olduğunu biliyoruz. Ama kalplerimizin bu marifetten hiç bir nasibi yoktur. Gönüllerimiz bundan habersizdir. Kalbimiz tabiat ve mülkî aleme gömülmüş ve haya+m bu mülkî, hayvanî ve düşük hayat olduğunu sanmaktadır .Ama ahiret ve hayat alemi olan diğer alemin hayat ve bekasına inanmamaktadır. Bu yüzden bu aleme güveniyor ve o alemden korkuyor, nefret ediyoruz. Bütün musibetlerimiz de bu iman noksanlığı ve itmi'nan yokluğundandır. Eğer dünya hayatına var olan itmi'nanımız kadar ve bu alemin hayat ve bekasına olan imanımız kadar hatta bunun onda biri kadar dahi bir itmi'an ve imanımız olsaydı ahirete daha fazla bağlanır, dolayısıyla da ahiret yolunu ıslah ve tamir etmeye çalışırdık.
Ama ne yazık ki iman çeşmemizde su yoktur ve yakin binamız su altında kalmıştır. Ve çaresiz ölümden, fenadan ve zevaldan korkar hale gelmişiz. Bunun yegane çaresi ise fikir, yararlı zikir, ilim ve salih amelle kalbimize imanı sokmaktır.
Orta insanların ölümden korkusu ve kerahati yani ahiret alemine iman etmeyenlerin ölümden korkusu kalplerinin dünyayı tamire müteveccih olmaları ve ahireti tamirden gaflet etmeleridir. Bu yüzden abad ve bayındır olan yerden harap olan yere intikal etmeyi hoş göremiyoruz. Nitekim Ebu Zer (ra) böyle buyurmuştu. Bu da iman ve itmi'nanın noksanlığından kaynaklanmaktadır. Yoksa kamil bir iman sahibi olan insan ahireti tamirden asla gaflet etmez ve dini, dünyevî işlerini yapmakla meşgul olmaz.
Bilcümle bu korkular ve ölümden tiksinmeler amellerimizin doğru olmaması ve Allah'a muhalefet etmiş olmamızdandır. Eğer hesabımız doğru olsaydı ve kendi kendimizi muhasebe etmiş olsaydık asla hesaptan korkmazdık. Zira orada hesap adil bir şekilde yapılmakta ve hesap eden de adil bir zattır. O halde hesaptan korkmamız kendi kötü hesabımız sebebiyledir. Yoksa muhasebeden korktuğumuz için değil.
Kafî'de yer alan bir hadis-i şerifte Hz. Musa b. Cafer (as) şöyle buyuruyor: "Her gün nefsini muhasebe etmeyen kimse bizden değildir. Eğer iyilik etmişse Allah'tan bunun fazlalığını istemeli ve eğer kötülük etmişse Allah'tan yarlığanma dilemelidir ve tevbede bulunmalıdır." O halde hiçbir musibete maruz kalmazsın ve ondan asla korkmazsın. Hakeza diğer alemin helak edicileri ve durakları da bu alemdeki amellerimize bağlıdır. Eğer bu alemdeki nübüvvetin doğru yoluna ve velayetin müstakim tarikine yönelmiş ve bu yolda yürümüş isen, Hz. Ali'nin velayet caddesinden sapmamış isen hayatında herhangi bir sürçme görülmemişse; sırattan geçiş hususunda hiçbir korkun olmamalıdır.
Zira ahiretteki sıratın hakikati velayetin batini suretidir. Nitekim rivayetlerde de Hz. Ali'nin sırat olduğu yer olmaktadır. Başka bir hadiste ise "Biz sırat-ı müstakimiz" diye buyrulmuştur. Camie adlı mübarek ziyaretnamede ise şöyle yer almıştır: "Sizler en büyük yol ve en sağlam sıratsınız" Herkes bu sıratta yürür ve kalp ayağı sürçmezse o, sıratta da sürçmez ve düşmez. Bir yıldırım gibi sırattan geçer. Hakeza ahlak melekeleri adilane olur ve nuraniyet içinde bulunursa kabir, berzah ve kıyametin zulmetlerinden ve o alemdeki korkunç şeylerden emanda ka lir. O alemdeki hiçbir şeyden korkmaz. O halde bu makamda dert kendimizden, devası da kendimizdendir. Nitekim Hz. Ali (as) kendisine isnad edilen bir şiirde şöyle buyurmuştur: "Devan sendedir ama bilemiyorsun Hastalığın da sendedir ama göremiyorsun."
Kafî'de yer alan bir hadiste Hz.Sadık (as) şöyle buyuruyor: "Şüphesiz ki sen nefsinin doktoru karar kılınmışsın, ve senin için hastalığın ne olduğu açıklanmıştır. Sana sıhhat delilleri tanıtılmıştır ve sana ilacı da gösterilmiştir. O halde nefsini nasıl İslah ettiğine bak." Sende fasit olan birtakım ahlak ve ameller vardır. Sıhhatin alametleri ise enbiyanın ve aklın nurlarının reçeteleridir.Nefislerin ıslah ilacı ise onları tasfiye etmek için teşebbüste bulunmaktır. Bu ise orta insanların makamıdır. Ama mükemmel mümin ve itminan sahibi kimselere gelince, onlar asla ölümden korkmazlar.
Gerçi birtakım korkuları vardır. Onların korkusu Allah'ın azameti ve celali sebebiyledir. Nitekim Rasulullah (sav)'da şöyle buyurmuştur: "Kıyamet gününün dehşeti nasıl olacaktır.!" Nitekim Hz. Ali de 19. gecede oldukça dehşet içerisindeydi. Halbuki Hz. Ali'de bir hadisinde şöyle buyurmuştur: "Allah'a andolsun ki Ali b. Ebi Talib ölümü çocuğun annesinin memesine olan sevgisinden daha çok sevmektedir." Bilcümle onların korkusu başka şeylerdendi. Onların korkusu bizim gibi dünyada fani olmuş ve arzu ve emellerine bağlı kalmış insanların korkusu gibi değildir.
Velilerin kalpleri de birbirlerinden oldukça farklılık içerisindedir. Bunları, kapsamlı bir şekilde yazmak mümkün değildir.Sadece bunlardan bazısına işaret edeceğiz. Velilerin kalpleri isimlerin tecellilerini kabulde farklılık içindedir, Bazılarının kalpleri aşk ve şevk içindedir. Yani kalpleri aşk ve şevk kalpleridir. Allah Teala bu gibi kalplerde cemal isimleriyle tecelli etmektedir. O tecelli şevkle içice olan bir heybet getirmektedir.Heybet, azametin tecellisi ve derkinden korkmaktır. Aşığın kalbi maşukla görüşme anında tepinmekte ve korkmaktadır. Ama bu korku ve dehşet sıradan korkular gibi değildir.Bazı kalpler ise korku ve hüzün kalpleridir. Allah-u Teala bu kalplerde celal ve azamet isimleriyle tecelli etmektedir.Bu da korkuyla karışık bir susuzluk ve hüzünle karışık bir hayret getirmektedir. Hadisde yer aldığı üzere Hz.Yahya (as) Hz. İsa'nın güldüğünü görünce kızarak şöyle dedi: "Yoksa sen Allah'ın azabından emanda mısın?" Hz. İsa şöyle cevap verdi: "Sen de Allah'ın fazl ve rahmetinden ümitsiz misin?" Ve Allah Teala da onlara her ikisinin de kendisine hüsn-i zan içinde olduğunu ve kendi katında sevgili olduklarını vahyetti.
Zira Hz. Yahya'nın kalbinde Allah Teala celal isimleriyle tecelli etmişti. Her zaman korkuyordu.Dolayısıyla da Hz. İsa'ya kızarak hitapta bulundu. Hz. İsa ise rahmet tecellileri gereğince ona öyle cevap verdi.
Fasıl
"Dünyayı bayındır kıldınız ama ahireti harap ettiniz." hadisinin zahiri şudur: Ahiret ve cennet mamur ve bayındırdır, ama bizim amellerimizle harap olmaktadır.Bilindiği gibi bundan maksat tabirlerdeki benzerliktir. Çünkü dünya hakkında "tamir" kelimesi tabir edildiğinden bu münasebetle ahiret içinde tahrib kelimesi tabir edilmiştir. Cehennem ve cennet gerçi mahluktur ama cennet diyarı ve cehennemin yakıtmaddeleri ehlinin amellerine bağlıdır.
Rivayetlerde yer aldığı gibi cennetin zemini düzdür ve bina maddeleri ise insanoğlunun amelleridir. Bu burhanla ve mükaşefe ehlinin keşfiyle de mutabıktır.Nitekim bazı muhakkik arifler şöyle demişlerdir. "Bil ki cehennem, yaratıkların en büyüğüdür ve o Allah'ın ahiretteki zindanıdır. Ona çok derin olduğu için cehennem demişlerdir. Nitekim derinliği çok olan kuyulara cehennem kuyusu diyorlar." Cehennemde hem soğuk ve hem de sıcak vardır. Oranın hem soğukluğu ve hem de sıcaklığı sonsuzdur. Derinliği ile üstü arasındaki mesafe 750 yıllık yoldur. Ve insanlar bunların mahluk olup olmadığında ihtilaf etmişlerdir, cennet hususunda da ihtilaf etmişlerdir; ama biz mükaşefe ve marifet ehline göre her ikisi de mahluktur. Hem mahluktur ve hem de mahluk değildir. Bu daha çok şuna benzemektedir: Bir insan ilk etapta bir ev yapmak istemektedir. Ama ilk önce ev yapmak istediği alanı, muhiti bir duvarla çevirir, bu duvarı dışarıdan gören insan burada bir evin olduğunu zanneder. Ama içeriye girildiğinde sadece duvarın olduğu göze çarpar. Daha sonra oradaki yaşamak isteyen insanların istekleri doğrultusunda ev ve ev için gerekli olan şeyler yapılır.
Hadiste yer aldığı üzere Rasululîah (sav) miraca çıktığı zaman cennette birtakım melekler gördü ki bazen bina yapmakta bazen de işten elçekmekteydiler. Hazret bunun sebebini Cebrail (as)'a sorunca Cebrail şöyle dedi: "Bunların yaptığı binanın maddeleri ümmetin zikirleridir, zikir ettikleri zaman onlar için birtakım maddeler hasıl olur ve melekler de bina yapmakla meşgul olurlar. Ama onlar zikirden geri kalınca bunlar da çalışmaktan geri kalırlar. (Biharu'1-En-var, C 90., s 169-170.)
Bilcümle cismanî cehennem ve cennetin sureti insanoğlunun iyi ve kötü amellerinin suretidir. O alemde bu ameller kendilerine dönmektedir. Nitekim şu ayet-i şerifede de buna işaret edilmiştir. "Yapıp ettiklerini (önlerinde) hazır bulmuşlardır."'(Kehf, 49)
Olabilir ki cennet ve cehennem iki bağımsız neş'et ve alemdir, insanoğlu cevheriyye hareketi ve meiekutî şevki ile iradi amelî ve hulkî hareketiyle o tarafa doğru seyir etmektedir. Gerçi onlardan her birinin nasibi de kendi amellerinin suretidir.
Bilcümle melekut-i a'la alemi cennet alemidir ki kendisi de bağımsız bir alemdir. Ve oraya saadete ermiş nefisler sev-kedilmektedir. Cehennem alemi ise en aşağı melekut alemidir ki şekavet ehli nefisler oraya doğru seyretmektedir. Ama o alemde kendilerine rücu eden tek şey ya iyiliklerin güzel suretleri ya da kötü amellerin korkunç suretleridir. Bu beyanla Kur'an'daki zahiri farklılıkta giderilmiş olmaktadır. Hakeza bu burhan ve marifet ehlinin görüşü ile de mutabık ve muvafık durumdadır
Fasıl
Şüphesiz ki Ebu Zer (ra)'m bu makamdaki sözü kapsamlı ve muhkem bir sözdür. İnsan buna dikkat etmelidir. Hz. Ebu Zer amellerin kitaba arzedilmesini buyurduktan sonra şu ayeti okudu: "İyiler nimetler cennetindedir. Kötüler ise cehennemde. "
O adam da Ebu Zer'in bu cevabı karşısında rahmete sarıldı ve dedi ki: "O halde Allah'ın rahmeti nerededir?" Ebu Zer rahmetin de boş bir şey olmadığını ve rahmetin iyilere yakın olduğunu söyledi.
Bil ki mel'un şeytan ve habis nefsi emmare insanı birçok şeyle mağrur etmekte ve ebedi helakete sürüklemektedir. Şeytanın kemanında bulundurduğu en son ok insanı Allah'ın rahmetiyle mağrur kılmaktır. İnsan bu gurur sebebiyle amel etmekten geri kalmaktadır. Allah'ın rahmetine olan bu güven şeytanın hilelerinden biridir. Bunun delili ise şudur: Biz dünyevî işlerimizin hiç birinde Allah'ın rahmetine güvenmiyor ve sadece tabii ve zahirî sebepleri bağımsız ve etkin sayıyoruz. Öyle ki bu alemde sebepler dışında bir etkenin olmadiğnı zannetmekteyiz. Ama uhrevî işlerde daima Allah'ın rahmetine güveniyor, Allah Teala ve Rasulullah'm emrinden gaflet ediyoruz.
Bilcümle dünyevî işlerimizde tefvize inanmakta, uhrevî işlerimizde ise cebri kesilmekteyiz. Halbuki bunların her ikisi de batıl ve nebilerin yoluna aykırıdır.Hakeza hidayet imamlarıyla mukarreb velilerin de metod ve yoluna aykırı bir durumdur. Halbuki onların hepsi de Allah'ın rahmetine güveniyordu ve onlar asla vazifelerinden gaflet etmiyor ve bir an olsun çalışmaktan geri kalmıyorlardı. Onların amel sahifesini al ve mütalaa et. İmam Seccad (as)'m münacaatla-rmı al ve dikkatle oku.
İmam Seccad'ın ubudiyyet makamında nasıl olduğunu ve kulluk görevini nasıl yerine getirdiğini gör. Buna rağmen Hz. Ali'nin amel sahifesini görünce üzülmekte ve acizlik izharında bulunmaktadır. O halde biz ya neuzu billah onları tekzib etmeliyiz ve onların hakkın rahmetine iman ve itmi'nanının olmadığını söylemeliyiz. Ya da kendimizi tekzib etmeliyiz. Bu dediklerimizin şeytanın hilelerinden olduğunu bilmeliyiz. Şeytan bizleri doğru yoldan saptırmak istemektedir. Biz bütün bunların serinden Allah'a sığınıyoruz.
Ey aziz! Hz. Ebu Zer'in de buyurduğu gibi ilim oldukça çoktur. Ama bizim gibilere faydalı olan ilim şudur; kendimize bu kadar kötülük etmeyelim. Bilelim ki evliyanın ve enbiyanın emirleri bizim mahrum olduğumuz, bir takım hakikatlerin keşfidir. Onlar bu kötü ahlak ve amellerin ne gibi suretleri olduğunu ve onlardan ne gibi semerelerin vücuda geleceğini çok iyi biliyorlardı. Hakeza bu güzel amel ve ahlakın da ne gibi güzel melekuti suretlerinin olduğunu da biliyorlardı. Herşeyi dediler. Deva, derman, dert ve hastalığı beyan ettiler. Eğer sen kendine acıyorsan o emirlere uy ve derdini deva et. Hastalığını tedavi et. Allah biliyor ki eğer bu hal üzere öteki aleme irtihal edecek olursak ne gibi dert, musibet ve hastalıklara mübtela olacağız. Evvelde de sonda da hamd Allah'adır.
Hazırlayan: ruhullah.com