Zurare diyor ki: "Hz. Sadık'tan (as) Allah Teala'mn "Allah'ın fıtratı (yaratışı) ki insanları ona uygun yaratmıştır" buyruğunu sordum, buyurdu ki: "Allah bütün insanları tev-hid fıtratı üzere yaratmıştır. "(*)
(*) Kafi, C. 2., Ktabu'1-İman ve'1-Küfr, Babu'l-Fıtrat el-Halqi Ala el-Tevhid, h. 3.
ŞERH
Sözlük ve tefsir ehli der ki: "Fıtrat, hilkat (yaradılış) anlamındadır." Sıhah'ta: "esreli haliyle "fıtrat", "hilkat" (yaratılış) demektir" denilmiştir.
Fıtrat, yarmak, parçalamak anlamındaki "fatr"dan gelmiş olması da mümkündür. Çünkü "yaratmak" bir nevi "adem" (yokluk) ve gayb perdesini parçalamaktır. Ve bu anlamda "iftar" (yarmak) olarak isimlendirilmiştir. Ama işin sözlük anlamıyla ilgilenmek bizim maksadımızın dışında kalmaktadır.
Hadis-i şerifte Rum suresinin şu ayetine işaret vardır: "Sen yüzünü, Allah'ı birleyici olarak doğru dine çevir, (yani) Allah'ın yaratma yasasına ki, insanları ona uygun yaratmıştır. Allah'ın yaratışı değiştirilemez, işte doğru din odur. Fakat insanların çoğu bilmezler." (*)
(*) Rum Suresi, 30. 236
Biz inşaallah birkaç makam ve bölüm halinde kısaca bu fıtrata ve niteliğine ve halkın ne şekilde tevhid fıtratı üzere olduğuna işaret etmeye çalışacağız.
1. bölüm
Fıtratın Anlamına Dair
Bil ki Allah Teala'mn insanları kendisine uygun yarattığı ilahî fıtrat, insanların hamurunun esasına dayalı olarak yoğrulduğu ve var oluşlarının lüzumu olan bir hal ve yapıdır. Bunun yanısıra, ilahî fıtratlar, Allah Teala tarafından bütün yaratıklar arasında sadece insanoğluna bağışlanmışlardır. Diğer varlıklar ya hiçbir şekilde bu sözü edilen fıtratlara sahip değiller veya bu bakımdan noksandırlar ve daha az istifade etmektedirler.
Şunun bilinmesi gerekir ki, her ne kadar bu hadis-i şerifte ve başka hadislerde fıtrat, "tevhid" şeklinde yorumlanmış-sa da bu, söylenmek istenenin anlaşılmasını sağlamak veya bir şeyi en üstün özelliğiyle ifade etmek maksadını taşımaktadır. Nitekim İsmet Ehli'nden (Ehl-i Beyt) (selamullahi aleyhim) gelen yorum ve irade beyanları bu şekildedir.Her-hangi bir husus kastedilerek bir örnek verilmişken, cahiller bunu yanlış anlamaktadırlar. Bu hususta da durumun böyle olduğunun delili, ayet-i şerifede dinin Allah'ın fıtratı'ndan ibaretsayılmasıdır ki din, tevhid ve diğer maarifi de kapsamaktadır aslında.
Abdullah b. Sinan'ın Sahih'inde de "İslam", Hasene-i Zurâre'de ise "marifet" biçiminde yorumlanmıştır. "Her doğan kişi, fıtrat üzere doğar." (*) meşhur hadisinde de "yahu-di, hıristiyan veya mecusi olmanın karşıtı" olarak zikredilmiştir. Yine Hasene-i Zurâre'de Hz. Ebi Cafer, fıtrat hadisini "marifet" olarak tefsir buyurmuşlardır. O halde demek ki fıtrat sadece "tevhid" demek değildir, Hakk'ın (celle şe'nehu) bütün kullarını onların esası doğrultusunda fıtratlandırdığı bütün hak maarif fıtratın kapsamına girmektedir.
(*) Ğevalî el-Leâlî, C. 1, s. 35.
2. bölüm
Fıtratın Ahkâmına Dair
Bilinmelidir ki, fıtrat, var oluş ve tiynetin esası olduğundan hiç kimsenin onda ihtilafa düşmemesi fıtratın ahkamm-dandır. Alim ve cahil, vahşi ve medenî, şehirde ikamet eden ve çölde ikamet eden herkes onda fikir birliği içindedir. Hiçbir gelenek, mezhep ve tarikat onda herhangi bir noksan tes-bit edememiştir. Herşeyde, hatta aklî hükümlerde bile ihtilaf vesilesi olan bölge, iklim, gelenek ve adet farklılıkları, fıtrat alanında kesinlikle herhangi bir etkiye sahip değildir. Anlayış ve idrakin zayıf veya güçlü olması ona etki etmez. Ve bu durumda olmayan şeylerin fıtrat kapsamının dışında tutulması gerekir. Bu nedenle de ayet-i şerifede: "İnsanları o fıtrat üzre yaratmıştır" buyurulmuş ve fıtratın belirli bir kesime has kılınmadığı ifade edilmiştir. Ayrıca "Allah'ın yaratmasında bir değişiklik yoktur" diye buyrularak (fıtratın) gelenek ve benzerleri yüzünden değişikliğe uğrayabilen şeylerden olmadığı ve onu hiçbir şeyin değiştiremeyeceği belirtilmiştir. Ama alemin başlangıcından sonuna kadar hiç kimse fıtratlar hakkında ihtilafa düşmemekle birlikte, uyarılma-dıkları takdirde insanlar ittifak içinde olduklarını bilmemekte, ihtilaf içinde olduklarını sanmakta ve bir kez uyarıldılar mı da ihtilafın içindeki ittifakı hemen kavramaktadırlar. Nitekim ileride bu durum açıklığa kavuşturulacaktır inşaallah. Ve bu duruma, sözkonusu ayetin sonunda da işaret edilerek şöyle buyurulmuştur:
"Ama insanların çoğu bunu bilmezler."
3. bölüm
Dinin Fıtrî Oluşuna Dair
Bil ki müfessirlerin her biri din ve tevhidin fıtrî oluşunu başka türlü açıklamıştır.Biz burada onların görüşlerini ele almayacak, ama bu alanda önemli bir konumu bulunan büyük şeyh ve arif Şahabâdî'nin (dâme zilluhu) görüşlerinden yararlanarak konuyu açıklamaya çalışacağız. Gerçi bu açıklamaların bir kısmı kimi maarif ehlinin kitaplarında remiz ve işaret şeklinde mevcuttur ama geriye kalanı bu nakıs yazarın görüşüdür.
Bilinmelidir ki ilahî fıtratların biri, Başlangıç Olan'ın (Teala ve tekaddese) varlığı esasına dayalı, diğeri tevhide dayalı, bir diğeri Zat-ı Mukaddes'in biraraya topladığı bütün mükemmelliklere dayalı, başkası meâd ve kıyamet gününe dayalı, bir başkası peygamberliğe dayalı, başka biri de meleklere, ruhsal varlıklara, kitaplar inzal edilmesine ve hidayet yollarının ilan edilmesine dayalı olan fıtratlardır ki bu belirtilerden bazısı fıtratın ahkamı, diğer bazısı da fıtratın gerektirdikleridir. Ve Allah Teala'ya, meleklere, kitaplara, rasullere ve kıyamet gününe iman, insanlık silsilesinin bütün hayatı boyunca Hakk'ın dosdoğru, sağlam ve sarsılmaz dini olagelmiştir. Biz burada bunların (yorumlamakta olduğumuz) hadis-i şerifin gerektirdiği kadarlık kısmına işaret etmekle yetineceğiz. Hak Teala'dan başarı niyaz ediyoruz.
Birinci Makam
Allah Celle ve Alâ'nın Varlığının Aslının FItrîliklerden Olduğuna Dair
Bu, dikkat edilince anlaşılan, bütün insanoğulları silsilesinin kendisi doğrultusunda vücuda getirildiği fıtratlardan biridir ki bütün insanlar arasında bir tek şahıs yoktur ki buna muhalif biryapı arzetsin ve hiçbir gelenek, ahlak, mezhep, meşrep ve benzeri oluşum bu yapıyı bozama; zira bu mükemmelliğe duyulan aşk fıtratıdır. Bütün insanlık tarihini karış karış araştırsan, bu aşk ve sevginin her insanın hamurunda yer aldığını ve her ferdin gönlünün mükemmelliğe eğilimli olduğunu görürsün. İnsanların her birinin bütün hareket, çaba ve gayretlerini bu mükemmellik aşkı vücuda getirmektedir. Ve eğer bir ihtilaf sözkonusuysa bu, mükemmelin ne olduğu ve mahbub ve maşukun nerde bulunduğu hu-susundadır. sadece ve bu hususta, insanlar arasında sadece bu yönde ciddî bir ihtilaf sözkonusudur.
Herbiri bir şeyi sevgili edinmiş, sevgili olduğunu sanmış, emellerinin kabesi kılıp ona yönelmiştir ve içtenlikle onu istemektedir.
Dünya ve içindeki süslerin ehli, kemali dünyayı elde etmekte sanmış ve onu sevgili edinmişler ve canıgönülden onu elde etmek için çırpınmaktadırlar. Kim neye ilgi duyuyorsa, kemal saydığı için ona yönelmektedir. İlim ve sanat ehline mensup her şahıs da kendi kapasitesince birşeyi kemal saymakta ve onu sevgili edinmektedir. Ahiret ve zikir ve fikir ehli başka bir şeyi.. . Hasılı herkes kemale eğilimlidir ve neyi kemal sayıyorsa ona ilanı aşk etmektedir.
Ama bilinmelidir ki aslında onların hiçbirinin aşkını o vehimler doyuramaz ve sevgilileri o emellerinin kabesi o vehimleri değildir. Çünkü herkes fıtratına dönüp baktığında görecektir ki, neye ilgi duyup sevip bağlansa, ondan iyisini gördü mü bu aşkından kopup soğumakta ve bulduğu o daha mükemmeline yönelip bağlanmaktadır. Ve ondan da mükemmelini buldu mu bu kez de ondan vazgeçip öbürüne yönelmektedir. Aşk ve özlem ateşi bu şekilde günden güne artar ve kalb hiçbir durakta durmak istemez ve hiçbir sınıra boyun eğmez.
Sözgelimi siz eğer güzelliğe ve endama gönül vermişse-niz ve bunu bir güzelde bulmuşsanız, gönlünüzle o yöne yolcu edersiniz, ama eğer ondan daha güzelini bulursanız derhal buna yönelirsiniz veya en azından her ikisini de istersiniz. Fakat buna rağmen özlem ateşiniz dinmez ve fıtratınız "isterim, hepsini isterim, hepsini!" diye inler. Her güzeli elde etmek istersiniz. Hatta muhtemel güzelliklere bile kavuşmayı hayal edersiniz. Eğer elinizde bulunandan daha güzelinin bir yerlerde bulunduğuna ihtimal verirseniz, kalbiniz o diyara sefer eder. "Ben burda aranızdayım ama kalbim başka yerde" diye inlersiniz. Arzuya ve (Allah göstermesin) velev inanmıyor bile olsanız cennetin vasıflarına ve hurilere bile ilanı aşk edersiniz ve fıtratınız "Ah, keşke böyle bir cennet gerçekten var olsa da o endamlılar nasibimiz olsa!" diye haykırırsınız!
Aynı şekilde kemali, egemen olma, nüfuz, güç ve geniş mülklere sahip olmada varsayanlar ve bunlara gönül verenler de bir memlekete sahip olsalar bir başkasına yönelirler ve eğer o memleketi de ele geçirseler, ondan da daha yükseğini taleb ederler, bir kıtayı ele geçirdiler mi, bir başkasına yönelirler. Özlem ateşleri günbegün artar, eğer bütün yeryüzünü ele geçirseler, başka gezegenleri de elde etmeyi arzularlar ve kalpleri, "ah, keşke o alemlere doğru uçabilsem ve oraları da egemenliğim altına alabilsem!" diye çırpmır.
İlim ve sanat ehlinin durumu da bu doğrultudadır ve hangi kesimden olurlarsa olsunlar bütün insanlar hangi arzularına nail olurlarsa ondan daha mükemmeline ilgi duyarlar. Özlem ateşleri dinmez, günbegün artar da palazlanır.
Şu halde bu fıtrat nuru bize, Afrika'nın en ücra köşelerinde bulunanlardan dünyanın en medenî kesimlerine ve her meslek ve meşrepten olanına kadar bütün insanların kalbinin noksanı olmayan bir kemale eğilimli ve hiçbir ayıbı olmayan güzellik ve kemale aşık, cehaleti olmayan bir ilme ta-lib ve acizliği bulunmayan bir güç ve egemenliğe yönelik olduğunu göstermektedir. Sonu olmayan hayat ve hasılı mutlak kemal hepsinin aşkı ve arzusudur. Bütün insanlık açıkça, tek dil ve tek gönül halinde diyor ki: "Biz mutlak kemale aşığız, biz mutlak cemal ve celale sevgi besliyoruz, biz mutlak güç ve mutlak bilginin talibiyiz."
Acaba bütün tasavvur ve hayal varlıklarının • arasında Zat-ı Mukaddes-i Mebdei Alem'den (cellet ve azâmetuhu) başka mutlak kemal ve mutlak güzelliğe sahip bir varlık daha var mıdır? Kim ve ne vardır o Mutlak Sevgili'den başka mutlak güzel olan?
Ey şaşkınlık vadisini biçareleri ve ey delalet çölünün yolunu yitirmişleri! Hayır, hayır! Ey Mutlak Güzellik Mumu'nun çevresinde dönüp duran pervaneler ve ey kusuruz ve yok olmayan sevgilini aşıkları! Şu fıtrat kitabına biraz dikat edin ve kendi benlik kitabınızın sayfalarını bir miktar çevirip bakın ve görün ki ilahi fıtrat onda kudret kalemiyle yazılmıştır: "Yüzümü dosdoğru gökleri ve yeri fatr edene, yaratana çevirdim" ". "Allah'ın insanları üzerinde yarattığı fıtrat" acaba Mutlak sevgiliye yönlendiren bir fıtrat mıdır? acaba o değişmez fıtrat: "La tebdile li-halqillah" marifet fıtratı mıdır? Ne zamana kadar batıl hayallerle bu Allah vergisi fıtrî aşkı ve bu ilahî armağanı şuna buna harcayacaksınız? Eğer sevgiliniz şu noksan güzellikler ve bu sınırlı mükemmellikler ise, şu halde niçin onlara eriştiğinizde arzu ateşiniz dinmemekte ve iştiyak ateşiniz daha da alevlenmektedir?
Uyanın şu gaflet uykusundan muştalayın ve düğün bayram edin ki sizin yok olmaz bir sevgiliniz, noksanlığı bulunmayan bir mahbubunuz, ayıbı olmayan bir maksudunuz ve parlak nuru "Göklerin ve yerin nurudur Allah" olan bir hedefiniz vardır. Bir sevgiliniz var ki kapsayıcılığı ve ihatası 'Yerin en derin noktasına bile inseniz Allah'ın ihatasından kurtulamazsınız" dır. (*)
(*) Bkz. Mu'cem-i Ehâdis-i Nebevî, "D-L-V" maddesi.
Şu halde sizin bu fiilî aşkınız, fiilî bir sevgili ister ve bu sevgilinin varsayımsal ve hayalî olması mümkün olamaz. Çünkü her varsayımsal ve vehmî şey noksandır ve fıtrat kemale yönelik ve eğilimlidir. O halde fiili aşık ve fiilî aşk sev-gilisiz olamaz ve fıtrat, Zat-ı Kamil'den başkasında karar kılamaz. Ve mutlak kemale aşık olmak, mutlak Kamil'in varlıgımn bir gerçeğidir. Böylece, fıtratın ahkamının ve gereklerinin en vazıh ve belirgin hususlardan bile daha belirgin olduğu anlaşılınız oldu. "Göklerin ve yerin fâtırı (yaratıcısı) olan Allah hakkında nasıl olur da kuşkuya düşersiniz?" (*)
(*) İbrahim Suresi, 10.
İkinci Makam
Hakk'ın Tevhid ve Diğer Sıfatlarını Fıtrî Olduklarına Dair
Hakk'ın (teala ve şe'nuhu) tevhidi (birlik ve tebliği) ve o zatın bütün mükemmelliklere sahip olması fıtrîliklerdendir. Birinci makamda zikrettiğimiz hususlar bunu açık bir şekilde göstermektedir, ama biz burada başka hususlara da değinerek bunu isbatlayacağız.
Bil ki, "İnsanları üzerinde yarattığı fıtrat" olan fıtratlardan biri de noksanlıktan nefret etme" fıtratıdır ve insan hangi şeyden nefret etmişse, onda noksanlık ve ayıp bulunduğundan dolayı nefret etmiştir. O halde ayıp ve noksanlık, fıtratın nefretini celbetmektedir. Nitekim mutlak kemâl de onun ilgi duyduğu şeylerdendir. Şu halde fıtratın ilgi duyup yöneldiği şey, vahid ve ahad (tek ve bir) olmalıdır. Çünkü her çoğul ve bileşik (kesir ve mürekkeb) noksandır, çokluk sınırsız olamaz. Noksan olan her şey de fıtratın ilgisini değil, nefretini celbeder. O halde bu iki fıtrat, yani kemale ilgi duyma fıtratı ile noksanlıktan nefret etme fıtratı, tevhidin kanıtıdır. Bu durum aynı zamanda Hakk'ın bütün mükemmellikleri bünyesinde bulundurduğunu ve Zat-ı Mukaddes'in bütün noksanlıklardan beri olduğunu da isbatlamaktadır.
Büyük şeyhimiz (ruhî fedahu) de işaret buyurdukları gibi, mübarek Tevhid (ihlas) suresi, Hak'tan (celle ve ala) sözeder-ken "Huve" (O) ifadesiyle başlamakta ve O'mın tekliğine delalet eden altı sıfatından söz etmektedir. Çünkü onun mukaddes zatı, mutlak bir hüviyettir (kimliktir) ve mutlak hüviyetin mutlak kamil olmaması halinde mahdud bir hüviyet (sınırlı bir kimlik ve kişilik olur. O halde O, bütün mükemmellikleri ihtiva etmektedir, o halde O Allah'tır ve bütün mükemmellikleri ihtiva etmesine rağmen, O aynı zamanda basittir (mürekkeb, yani bileşik değildir), çünkü aksi takdirde mutlak hüviyet sahibi olamaz. O halde o "Ahad"dır (Tek'tir) ve Ahadiyet, Vahidiyeti (birliği) gerektirmektedir.
Bütün mükemmelliklere sahip mutlak hüviyet, tümünün kaynağı mahiyete rücu eden bütün noksanlıklardan beri olduğundan o Zat-ı Mukaddes (aynı zamanda) "Samed "dir. (İçi dolu'dur), kof değildir. Mutlak hüviyet olduğu için O'ndan hiçbir şey doğup aynlamadığı gibi O da hiçbir şeyden kopup ayrılmış değildir. Herşeyin kaynağıdır O ve bütün varlıklar O'na dönücüdür ama bu bir ayrılma ve bütünleşme olayı değildir. Çünkü ayrılma, noksanlığın gereğidir. Mutlak hüviyetin aynı zamanda hiçbir dengi de yoktur, çünkü sırf ke-mal'de tekrar tasavvur edilemez. Şu halde bu mübarek sure (İhlas Suresi) fıtratın ahkâmındandır.
Üçüncü Makam
Meâd'm Fitçiliklerden Olduğuna Dair
Mead (dönüş) ve kıyamet günü, insanın yoğrulduğu hamurda mevcut fıtrîliklerden biridir. Geçen iki makamda değişik yollardan pek çok fıtrîlik isbat edildiği bu makamda da bazılarına işaret edeceğiz.
Bil ki insanların o hamur üzere yoğrulduğu fıtrîliklerden biri de "rahat" duyulan sevgi" fıtratıdır ki, eğer bu türün bütün medenilik, vahşîlik ve dindarlık dönemlerine başvurulsa ve alim, cahil, sıradan ve şerefli, bedevi ve şehirli bir kişiye "Bunca çaba ve farklılık ve çekilen bunca sıkıntı ve zahmet ne içindir?" diye sorulsa tümü tek dil ve tek şada apaçık fıtrî bir dil ile "Biz hepimiz kendi rahatımızı sağlamaya çalışıyoruz" diyeceklerdir. Maksadın gayesi, meramın sonu ve arzunun nihayeti, mutlak rahatlık ve sıkıntısız bir istirahattır. Bu tür sıkıntı ve cefasız bir rahatlık ve istirahat herkesin gözdesidir. Ama herkes bu gözde sevgiliyi başka bir alanda varsaymakta ve ne ki ona bu rahatlığı sağlayacakmış gibi görünür, ona sevgi ve ilgii duymaktadır. Oysa ki bu dünyanın hiçbir yerinde böylesi bir mutlak rahatlık elde edilemez ve bu tür cefasız bir rahatlık burada kesinlikle mümkün değildir.
Bu alemin bütün nimetleri, elde edilebilmeleri için sıkıntı ve zahmet çekilmesini gerektirir. Bu dünyanın bütün lezzetleri bütün acılarla içiçedir. Dert, sıkıntı, zahmet, gam, hüzün ve keder bu alemi baştanbaşa kuşatmış durumdadır.
Bütün insanlık tarihi boyunca bir tek şahıs bulunamaz ki sıkıntıları rahatına zahmeti nimetlerine denk olsun. Nerde kaldı halis rahatlık ve mutlak istirahat.. O halde insanoğlunun bu gözdesi bu alemde elde edilemez. Bütün insanlık tarihi boyunca varlığı mümkün fiili bir sevgili olmadan, "fiili bir fıtrî aşk" sözkonusu olmamıştır ve olmayacaktır da. (Eğer fiili ve fıtrî bir sevgi sözkonusuysa, o halde fiilî ve fıtrî bir sevgilinin de olması icab eder).
Şu halde tahakkuk ve varlık alanında bir alem bulunmalıdır ki rahatı, zahmet ve sıkıntıyla içice olmasın, insan dertsiz ve zahmetsiz bir şekilde mutlak bir istirahata kavuşsun ve dertsiz tasasız bir mutluluğa kavuşsun ki o alem, Hakk'm nimetler diyarı ve Zat-ı Mukaddes'in lütuf ve kerem alemidir (cennettir).
Bu alemi her insanın fıtratında mevcut irade gücü ve özgürlük fıtratıyla isbat etmek mümkündür. Çünkü dünyanın eşya ve durumları,sıkıntıları, darlık ve sınırlılığı insanın özgürlüğünü ve iradesini dizginlemekte ve sınırlamaktadır. O halde varlık alanında öyle bir alem bulunması icab eder ki insanın iradesi onda tam anlamıyla etkin olsun, eşya muhteviyatı insamn iradesine isyan etmesin ve insan o alemde fıtratının gerektirdiği şekilde her istediğini yapabilsin ve her dilediği yerine gelsin.
Şu halde rahatlık sevgisi kanadı ile özgürlük sevgisi kanadı, Allah'ın değişmez fıtratı olarak insana bağışlanmış iki kanattır ki insan onlar sayesinde melekût-i alâ'ya ve kurb-i ilahî'ye doğru kanat çırpsın.
Bu makamda söylenecek başkaşeyler de vardır ama bu sayfalara mutabık düşmemektedirler. Peygamberlik ve ra-sullerin gönderilmesi ile kitapların indirilmesini isbat eden fıtratlar gibi. Ama aslında o zikredilen fıtratlar bile bütün bunları isbata yeterlidir. Ama biz sadece bu kadarıyla yetiniyoruz ki maksadımızın dışına çıkmış olmayalım ve hadis-i şerif uygunsuz bir şekilde yorumlanmış olmasın.
Buraya kadar anlaşıldı ki, Allah'ın mebde' (başlangıç ve başlatıcı) olması, bütün mükemmellikleri ihtiva etmesi ve vahdet (birlik, teklik) sıfatına sahip olması ilmi ile, mead günü ve ahiret alemine ilişkin ilim, fıtrîliklerdendir. "Ve 7-harndu lillah."
Hazırlayan: ruhullah.com