İftar Lokması | Regaib kandil sohbet1 | MÜBAREK ÜÇ AYLAR | ERBAIN-40.GÜN NIYAZI | HZ HÜSEYIN CAN ASI | Muharrem sohbet 28 | Muharrem sohbet 27 | Muharrem sohbet 26 | Muharrem sohbet 25 | Muharrem sohbet 24 |

KATEGORİLER

ANKET

YORUMLANANLAR

 
 
 
Tevbe
 
 
17. Hadis

05/02/2008

"Muaviye İbn veheb diyor ki: "Hz. Sadık'ın (as) şöyle bu­yurduğunu duydum: "Bir kul halis bir şekilde tevbe ederse Allah'ın sevgisini kazanır ve Allah onu dünya ve ahirette ko­ruyup gözetir." Dedim ki: "Nasıl koruyup gözetir?" Dedi ki: "İki meleğine ona ilişkin yazdıkları günahları unutturur, o kişinin beden uzuvlarına, işlediği günahları gizli tutmalarını ve yeryüzüne de onun dünyada işlediği suçları örtüp gizle­mesini vahyeder. Bu nedenle Allah'ın muhatabı olar ve aley­hinde tanıklık edecek hiçbirşey kalmaz." (*)

(1) Kafi C. 2., Kitabu'1-İman ve'1-Küfr, Babu't-Tevbe, 1. hadis.

ŞERH

Bil ki tevbe önemli ve güç birmenzildir. Tevbe, masiyetler ve uygunsuz davranışlardan sonra, nefse tabi olmaktan vaz­geçilip dönülmesidir. Bu şu demektir:

Nefs, fıtratın başlangıcında her türlü kemal, cemal ve nurdan uzaktır, ama aynı şekilde bunların karşıtlarından da uzak birhaldedir. Boş bir sayfa gibidir, üzerinde ne ruhani kemalden eser vardır ne de bunun karşıtından. Ama özünde her türlü makama ulaşabilmeni istidat nuru mevcuttur. Bu nedenle masiyete yöneldiğinde gönlünde bir sıkıntı hisseder ve masiyetin oranı artıkça hissettiği sıkıntı da artar. Ta ki gönül tamamen kararır, fıtrat nuru söner ve ebedi azaba du­çar olur. Ama eğer henüz karanlık bütün gönlü sarmadan gaflet uykusundan uyanılır ve "yakza" (uyanma) aşamasın­dan "tevbe" aşamasına geçilirse (ki inşaallah bunun şartlan ileriki sayfalarda izah edilecektir), bu durumda karanlıktan ve sıkıntıdan asli fıtrat nuruna ve zati ruhaniyete dönülmüş olur. Yani yeniden o kemalattan ve zıtlarından arınmış boş sayfaya rücû eder. Nitekim birhadis-i şerifte buyrulduğu gi­bi, "Günahtan tevbe eden kişi hiç günahı olmayan kişi gibi­dir." (*)

Demek ki tevbe, günahtan ruhaniyet ve fıtratın hükümle­rine geri dönüştür, "inâbe" (bir aşamadan öbürüne geçme) ise fıtrat ve ruhaniyetten Allah'a ve nefs diyarından asıl he­defe hicret etmedir. Şu halde tevbe aşaması inabe aşamasın­dan daha önceliklidir, ama bu hususun ayrıntılarına girmek konumuzun dışında kalmaktadır.

(*) Kafi C. 2., Kitabu'1-İman ve'1-Küfr, Babu't-Tevbe, 10. hadis. 336


1. bölüm

Önemli Bir Nokta

Kurtuluş ve hidayet yolu yolcusunun şu önemli hususu dikkat etmesi gerekir. İleride belirtilecek özellikleriyle sahih bir şekilde tevbe etmek zor bir iştir ve çok az kişi o aşamaya ulaşabilir. Çünkü günah işlemek ve özellikle de günah-ı kebâireye sürüklenmek kişiyi tevbe etmekten de tam anla­mıyla gafil eder ve eğer günah ağacı insanın gönül tarlasın­da güçlü bir şekilde kök salarsa, çok kötü sonuçlar doğurur ki bunlardan bir tanesi de kişiyi tevbeden tamamen uzaklaş-tırmasıdır. Ve eğer o haldeki insanın hatırına nadiren de ol­sa tevbe etme düşüncesi erişse bile, yarına, öbür güne, gele­cek aya, öbür aya erteleyerek kendi kendine, "ömrümün so­nunda, ihtiyarlığımda kesin bir şekilde tevbe ederim" diye­rek oyalanıp durur. Oysa bilmez ki bu Allah'a tuzak kurma­ya çalışmaktır. (*)

 

Sanma ki günah kökleri sağlamlaştıktan sonra insan tev-beye yöneiebilsin veya tevbenin şartlarını yerine getirebilsin. Şu halde tevbenin bahan, günah yükünün daha hafif, gönül sıkıntılarının daha az ve tevbenin şartlarının daha kolay ol­duğu gençlik günleridir.

Yaşlılıkta insanın da haris olduğu ve makam mevkiye da­ha düşkün olduğu tecrübelerle sabittir. Peygamber hadisleri de buna tanıklık etmektedir. Ama diyelim ki insan yaşlılık günlerinde bu tevbe işine yeltenebildi ve bunu gerçekleştire-bildi. Acaba ecelin gençlikte erişmeyeceğine ve yaşlılığa ula­şabileceğine ilişkin bir garantisi var mıdır? Yaşlıların azlığı, ölümün gençlere yakın olduğunun delilidir. Elli bin nüfuslu bir şehirde seksen yaşına ulaşmış elli kişi bile bulmak müm­kün olmayabilmektedir.

(*) Al-i İmran Suresi, 54.

Şu halde ey aziz! Şeytanın tuzaklarından kork ve "elli şu kadar yıl şehvetlerin peşinde koşar, sonra da tevbe ederim" diyerek Allah'a oyun oynamaya kalkışma. Çünkü bu ham hayalden öteye gidemez.

 

Eğer hadis-i şerifte Hak Teala'nm bu ümmete lütufda bulunduğunu ve ölüm belirtilerini görülmeye başladığı süre­ye kadar tevbelerini kabul buyuracağını okumuş veya işit-mişsen, evet bu doğrudur, ama heyhat ki tevbe o hengamede insandan kaçar durur. Tevbe sadece sözden mi ibarettir aca­ba? Hayır, tevbenin gereğini yerine getirmek zahmetli bir iş­tir. Tevbeden dönmemenin azim ve gayreti ile ilmî ve amelî riyazet lazımdır. Değilse, pek az kişi kendiliğinden tevbe et­meyi düşünür ve tevbe etmeye muvaffak olur veya eğer mu­vaffak olur ise tam anlamıyla gereğini ifa edebilir. Ayrıca da­ha tevbenin gereğini yerine getirmeye kalmadan ecel erişebi­lir ve kişiyi bütün o masiyet yüküyle alıp götürebilir. Ve o zaman insanın ne sıkıntı ve ezalara duçar olacağını Allah bi­lir.

O alemde velev kişi kurtuluş ve mutluluk ehli olsa bile, masiyetlerin ceremesi kolay bir iş değildir. İnsanların şefaa­te layık ve Erhamurrahimin'in rahmetine nail olabilmesi için nice sıkıntı ve ezalara katlanması gerekecektir.

Şu halde ey aziz! Enkısa zamanda toparlan, azmini güç­lendir ,iradeni kavi kıl ve daha gençken, dünya hayatınday-ken tevbe et ki Allah'ın lütfettiği fırsat elden kaçmasın, şeytanî aldatmalara ve nefs-i emmarenin tuzaklarına itibar etme.

Önemli Bir Husus

Dikkat edilecek bir diğer husus da, tevbe eden kişinin tevbe etmesine rağmen o batmî sayfayı ve halis fikir nurunu elde edememesidir.Nitekim kararmış beyaz bir kağıdı eski haline getirmek isteseler asla o eski beyazlık ve parlaklığına döndüremezler. Veya kırık bir kabı tamir etseler eski haline dönmesi çok zordur. Bütün bir ömür insana halisane davran­mış bir dost ile hiyanet eden ve daha sonra bu tutumundan ötürü özür dileyen dost arasında çok büyük fark vardır.

Buna ilaveten, pek az kişi tevbenin gerektirdiği amelleri hakkıyla ifa edebilir.

Şu halde insan mümkün mertebe masiyet ve günahlara bulaşmamaya gayret etmelidir. Çünkü bir kez bulaştıktan sonra nefsi ıslah etmek çok zordur. Ama eğer Allah göster­mesin bunlara bulaşılırsa hiç vakit geçirmeden tedaviye çalı­şılmalıdır, çünkü hem küçük fesadı ıslah etmek daha kolay­dır ve hem de ıslahın niteliği daha güçlü olur.

Ey aziz! Bu makamda başıboş ve önemsemez tavırla geçip gitme.Halini düşün taşın ve durumunun sonu ne olacak an­la, Kitabullah'a, Hatem-i Enbiya ve hidayet imamlarının (se-lamullahi aleyhim ecmaîn) hadislerine, ümmetin alimlerini sözlerine ve vicdanınla aklının hükmüne, vicdanlı bir şekli­de müracaat et, bu kapının yüzüne kapanmasına izin verme, bu fırsata gereken önemi ver ve Allah Tebarek ve Teala'dan başarı niyaz et. Resul-i Ekrem ve hidayet imamlarının (sela-mullahi aleyhim) ruhaniyetinden yardım iste ve veliyy-i emr, namus-i zaman Hz. İmam-ı asr'a (Mehdi) (accelallahu fere-cehu) sığın. Elbette ki o yüce şahsiyet, güçsüzlerin elinden tutacak biçarelere yardım buyuracaktır.

2. bölüm

Tevbenin Rükünlerine Dair

Bil ki mükemmel bir tevbenin kimi rükün (esas) ve şart­ları vardır ki onlar olmadıkça sahih tevbe gerçekleşemez. Şimdi bunların en önemlilerine değineceğiz.

En önemli rükün olan ilk rükün, geçmiş kusur ve günah­lardan pişmanlık duyma, ikincisi ise o kusur ve günahlara ilelebed dönmemeye azmetmektir. Ve bu ikisi tevbeni temel şartları ve gerçekleşmesinin temel destekleridir. Gerçek tev­be bu yolla gerçekleşir. Bunların olabilmesi de insanın masi-yetlerin ruhtaki etkilerini ve berzah aleminde doğuracağı sonuçları anlaması ve bu günah ve masiyetlerin berzah ale­minde kişiyi bilinç ve iradesi yoluyla sıkıntı ve azaba sürük­lediklerini bilmesiyle mümkündür ki bu durum hem aklî de­lillerle ve hem de İsmet Ehl-i Beytinin (aleyhimusselam) ri-vayetleriyle sabittir. Nitekim cehennem ateşi de insanı bilinç ve iradesi yoluyla yakar. Çünkü o, yaşanan hayatın yankısı-dır.

Şu halde o alemde olup bitecekler, bizim bu alemdeki iyi ve kötü amellerimizin sonuçlarının birer suretidir ki bizimle birlikte hasredilirler. Bu hususa hem hadis-i şeriflerde ve hem de Kur'an-ı Kerim'de açıkça veya ima yoluyla pek çok kez işaret edilmiş ve bu husus aynı zamanda "İşrak hükema-sı"nm (İşrak felsefesi mensuplarının)" görüşlerine ve ehl-i sülük ve irfanın keşiflerine de uygun düşmektedir. Aynı şe­kilde her masiyet ruhta bir etki bırakır ki bu etki hadis-i şe­riflerde "siyah nokta" olarak isimlendirilmiştir ve kendini kalb ve ruhta hissedilenbir sıkıntı şeklinde açığa vurmakta ve yavaş yavaş şiddet kazanarak insanı küfür ve zındıklığa sürüklemektedir ki daha önce bu hususa değinmiştik.

Şu halde bu anlamı kavrayan, enbiya ve evliyanın (aley-himusselam), arif, filozof ve ulemanın (rıdvanullahi aleyhim) buyruklarına bir doktorun reçetesi kadar olsun önem veren akıllı kişi muhakkak ki masiyetlerden perhiz edecek, çevre­lerinde dönüp durmayacak ve eğer Allah muhafaza, bunlara mübtela olursa derhal geri çekilip pişmanlığım gösterecek ve bu pişmanlığın sureti onun kalbinde arzı endam edecektir.

Böyle bir pişmanlığın sonucu çok önemli ve etkisi çok gü­zeldir. Uygunsuz şeylerin ve masiyetlerin terkine yönelik azim bu pişmanlığın etkisiyle gerçekleşir.

İşte, tevbenin bu iki rüknü gerçekleştiğinde ahiret yolu salikinin işi kolaylaşır ve ilahi tevfik, başarısını perçinler. Tevbesinde samimi olan kişi "Muhakkak ki Allah tevbe eden­leri sever." (*) ayet-i kerimesinin muhatabı haline gelir.

İnsan, ilmî ve ameli riyazetler ve gerekli düşünme ve ted­birlerle halis bir tevbeye ulaşmak için çırpınmak ve Hak Te-ala'nın sevgisini kazanmanın öyle hesap kitap işi olmadığını anlamalıdır.Hakk'ın sevgisinin o alemlerdeki suretinin ne manevi nurlar ve mükemmel tecelliler olduğunu ve Allah Te-barek ve Teala'ın kendi mahbubuna nasıl davranacağını Al­lah bilir.

Ey insan, ne kadar da zalim ve cahilsin! Veliyyi Nimet'in nimetlerini değerini bilmiyorsun. Kendisine (neûzu billah) en ufak bir faydası dokunmadığı halde senin bütün ihtiyaç­larını karşılayan böyle bir Veliyyi Nimet'e karşı koydun, mu-harrematı çiğnedin yıllar yılı hayasızlık ve serseriliğin artır­dıkça artırdın. Ama sonunda pişman olup yaptıklarından döndün, tevbe ettin ve Hak Teala seni mahbub edindi. Nasıl bir rahmet ve ne geniş bir nimet deryasıdır bu bir bak!                                             

(*) Bakara Suresi, 222.

Rabbimiz! Senin nimetlerinin şükründen aciziz biz. Dili­miz dönmüyor senin hamd ve senanı hakkıyla eda etmeye. Utanç içinde boyun büküp hayasızlıklarımızdan ötürü af di­lemekten başka birşey gelmiyor elimizden. Biz ne oluyoruz ki senin rahmetine layık olalım? Ama senin rahmet ve nime­tin kimsenin havsalasının alamayacağı kadar geniştir.

"Sen kendini övdüğün kadar yücesin." (*)

Ve insan pişmanlık suretinin gönlünde güçlenmesi için çaba harcamalı ki Allah'ın izniyle "yanma" evine dahil olsun. Bunun yolu da masiyetlerin korkunç eser ve sonuçlarını dü­şünüp gönülde pişmanlığı kuvvetlendirmek ve kendi kendine "Allah'ın alevli ateşi" örneğini gönlünde tutuşturmak, kalbi pişmanlık ateşinde yakarak bütün masiyetlerin bu ateşte ya­nıp kül olmasını sağlamak ve bu yolla gönlün keder ve pasını silip atmaktır.

Bil ki eğer insan bu ateşi kendisi için tutuşturmaz ve as­lında cennetin kapılarından biri olan bu cehennem kapısını aralamazsa bu alemden göçtüğünde elim bir ateşle karşıla­şacak yüzüne cehennem kapıları açılacak cennet ve rahmet kapıları yüzüne kapanacaktır.

Rabbimiz! Bize yanık bir gönül lütfet, gönüllerimizde piş­manlık ateşini tutuştur ve onu bu dünya ateşiyle yak, kaîbî gamlarımızı bertaraf et ve bizi bu alemden masiyetlere tabi olmadan götür.

"İnneke veliyyun-ni'am ve ala külli şeyin qadir."

(*) Mu'cem-i Ehâdis-i Nebevi, C 1., s. 304.

3. bölüm

Tevbenin Şartlarına Dair

Geçen bölümde zikredilenler tevbenin rükünleriydi. Tev-beni kabulü ve mükemmelliğiyle ilgili kimi şartları da vardır ki şimdi onları zikredeceğiz.

 

Tevbenin iki temel şartı vardır. Ayrıca mükemmelliğinin şartı da ikidir ve biz bu bölümde mevlalar mevlasmın (Hz. Ali'nin) buyruğunu zikredeceğiz. Çünkü o sözlerin derleyip toparlayıcısı, meliklerin sözü ve sözlerin melikidir.

 

"Cenab-ı Seyyid Rıza (raziyallahu anh) Nehcu'l-Belâğe'de şunları rivayet ediyor: "Adamın biri Hz. Emir'in (Hz. Ali'nin) (as) huzurunda "Estağfurullah" dedi. Bunun üzerine Hz. Emir buyurdular ki: "Annen mateminde ağlasın! Acaba istiğ­farın ne olduğunu biliyor musun? İstiğfar "illiyyîn" derecesi­dir ve bu, altı anlama gelen bir isimdir:

Birincisi: Geçmişten pişmanlık duymaktır.

İkincisi: Bir daha asla o duruma dönmemeye azmetmek­tir.

 

Üçüncüsü: Muhlukatm hakkını onlara vermendir ki bu yolla Allah'ın huzuruna tertemiz ve arınmış bir şekilde çıka-sın. (Yani kimsenin hakkının üzerinde bulunmaması.)

 

Dördüncüsü: Eda etmen gerekirken eda etmediğin her farzı yerine getirip hakkını teslim etmendir.

 

Beşincisi: Haram yolla elde ettiğin beden etini sıkıntılar çekerek eritmen, derinin kemiğine yapışmasını sağlaman ve deriyle kemiğin arasını yeni bir etle doldurmandır.

 

Altıncısı: Bedenine tıpkı masiyetlerin lezzetini tattırdı­ğın gibi taatın acılarını tattırmandır." (*

Bu hadis-i şerif önce tevbenin iki rüknünü kapsamakta­dır. Birincisi, pişmanlık, ikincisi de geri dönmemeye azmet­mek, sonra da tevbenin kabul edilmesinin iki temel şartını kapsamaktadır. Birincisi, mahlukun hakkını geri vermek, ikincisi de Halik'in hakkını eda etmek. İnsan sadece "tevbe ettim" demekle tevbe etmiş olmaz. Tevbe eden kişi, halktan haksız yere aldığı herşeyi onlara iade eden ve birinin her­hangi bir hakkını gasbetmişse, mümkün mertebe o hakkı te­lafi etmeye çalışandır. Eğer Allah'ın farzlarım terketmişse, o farzları kaza eder veya eda eder ve eğer tümünü yerine ge­tirmek mümkün değilse, mümkün olan kısmını yerine geti­rendir.

(*) Feyz, Nehcu'l-Belâğe, Hikmet, 409.

Bil ki bunlar her halükarda tediyyesi istenecek şeylerdir ve öbür alemde bunları tediye etmenin, başkalarının günah­larını üstlenmek ve salih amellerin onlara vermekten başka bir yolu yoktur. Şu halde bu durumdaki kişi o zaman biçare ve bedbaht olur ve önünde hiçbir kurtuluş çaresi olmaz.

Ey aziz! Sakın şeytan ve nefs-i emare sana egemen olup tevbeden uzaklaştırarak seni helaka sürüklemesinler.

Bil ki bu hususta ne kadar olursa olsun velev çok az bile olsa çaba harcamak ve girişimde bulunmak iyidir. Eğer bazı namazlar eda edilmemiş, oruçlar tutulmamış, Hakk'm huku­ku çiğnenmiş ve pek çok günah işlenmişse bile Hakkın lüt-fundan meyus olma ve O'nun rahmetinden umut kesme. Çünkü eğer biraz çaba harcayıp tevbeye yönelirsen O sana yolu kolaylaştıracak ve kurtuluş yolunu gösterecektir. Bil ki Hakk'm rahmetinden umut kesmek öylesine büyük bir gü­nahtır ki sanırım hiçbir günah nefste bu günah kadar büyük bir etki bırakamaz. Hakk'm rahmetinden umut kesenin gön­lünü öylesine muazzam bir karanlık kuşatır ki onu hiçbir şeyle ıslah etmek mümkün değildir. Sakın Hakk'm rahme­tinden gafil olma ve sakın günahlar ve sonuçlan sana oldu­ğundan büyük görünmesin. Çünkü Hakk'm rahmeti herşeyden daha büyük ve daha kuşatıcıdır. "Hakk'm yardımı kabi­liyet gerektirmez."

Sen daha önce ne idin? Yokluk karanlığında kabiliyet ve istidattan eser yoktur. Ama Hak (celle ve ala) sana istihkak ve istidatsız, isteme ve duan olmasızın vücud nimeti ve var­lık kemalatı bahşetti. Sınırsız ve bitimsiz nimet imkanlarını açtı ve bütün mahlukatı sana musahhar etme lütfunda bu­lundu. Şimdiki halin o halden daha yokluk ve umutsuzluk içinde değildir. Hak Teala, rahmet ve mağfiret vaadinde bu­lunmuştur. Sen bir adım ilerleyip O'nun mukaddes dergahı­na yaklaşırsan O her vesileyle seni kendisine yakınlaştıra­caktır. Ve eğer kendi hukukuna riayet etmeni istemezse ken­di haklarından vazgeçecek, başkalarının haklarını eda ede­mediğini görürse bunu telafi edecektir.

Ey aziz! Hakkın yolu kolaydır ama biraz dikkat gerektir­mektedir. Girişimde bulunmak gerekmektedir. İşi geciktirip günah yükünü günbegün ağırlaştırmak durumu zorlaştırır. Oysa girişimde bulunmak ve nefsi ıslaha kalkışmak yolu kı­saltıp işi kolaylaştırmaktır. Hele bir dene ve bir kez girişim­de bulun. Eğer netice alırsan durumun sıhhatina inanırsın yok eğer sonuç alamazsan nasıl olsa fesadın yolu açık ve se­nin günahkar elin uzundur. Emirulmüminin Hazretlerinin (aleyhisselam) buyurduğu diğer iki şartsa, tevbenin onlarsız imkansız olduğu ve kabulünün mümkün olmadığı şartlar de­ğil, tevbenin kemalinin ve mükemmelliğinin şartlandır.

Bil ki saliklerin her birinin kalbi durumuna uygun bir menzili vardır. Tevbe etmiş kişi eğer bu mertebelerin kamili­ne erişmek istiyorsa, terkettiği şeyler gibi, hazı da tedarik etmelidir. Yani masiyet günlerinde elde ettiği nefsanî hazları tedarik etmelidir. Bu da, vücudundan masiyetlerden meydana gelen ruhsal ve cismanî etkilere egemen olması ve bu yol­la nefsinin ilk ağırlığına ve fıtrî ruhaniyete geri dönmesiyle mümkündür. Çünkü anlaşıldığı gibi her masiyet ve lezzet ruhta bir etki bırakır, tıpkı bedende bunların bir kısmından güç elde edilmesi gibi. Şu halde tevbe etmiş kişi yiğitçe ayak­lanmak, o etkileri bütünüyle ortadan kaldırmalı ve bunun gerçekleşebilmesi için de cismanî ve ruhsal riyazete yönel­melidir. Tıpkı Hz.Mevlanm (Hz. Ali'in) buyurduğu gibi.Şu halde masiyetlerin kazandırığı et ve eserlerin eritilmesi ge­rekir. Ve ruhsal riyazet ve ibadetlerle haza ulaşılmalıdır. Bu riyazet ve ibadetlerden haz alınacak hale gelinmelidir ki nefs yeniden serkeşlik edip masiyetlere yönelmesin.

O halde ahiret yolunun yolcusunu ve masiyetlerden tevbe etmiş kişinin riyazet ve ibadet sıkıntısına katlanması ve ma­siyet içinde geçirdiği her gün için bir gün ibadet etmeye yö­nelmesi lazımdır. Eğer bir gününü nefsanî lezzet ve masiyet­lerin peşinde geçirmişse o günün karşılığını bir günlük oruç ve menasikle ödemelidir.Ta ki nefsi dünya sevgisinden ve ona bağlı olmaktan tam anlamıyla kurtulsun. Ve elbette ki bu suretle tevbe daha kamil ve nefsin nurani mükemmelliği daha fazla olur. Ardından da bunları yerine getirmenin yanı-sıra,masiyetlerin sonuçlarını ve Hak Teala'nın öfkesinin şid­detini, amel terazisinin dakikliğini ve ahiret alemindeki aza­bın korkunçluğunu daima düşünmeli ve nefsine bütün bun­ların kendi amellerinin sonucu ve Maliku'l-Muluk'a muhale­fetinin neticesi olacağını kabul ettirmelidir. Bu ilim ve dü­şünme sonucunda nefsin masiyetlerden nefret etmeye başla­ması, onlardan tam anlamıyla uzaklaşarak tevbe kapısını ardına kadar açması ve tevbesinin kamil ve tam olması umu­lur.

Şu halde bu iki makam, tevbe menzilinin tamamlayıcıları ve tekmil edicileridir. Ama elbette ki henüz tevbenin ilk aşa­masında bulunan ve tevbe etmeye henüz niyetlenmiş olan insan kendisinden hemen bu son aşamaya uygun davranma­sını bekleneceğini ve bu işin çok zor olduğunu düşünmemeli ve herşeyi yüzüstü bırakmamalıdır. Ahiret yolu yolcusunun durumu ne kadarına elveriyorsa yalnızca o kadarı kendisin­den beklenir ve o kadarı kafi ve uygundur, bir kere bu yola girdi mi, Allah Teala ona yolu kolaylaştıracaktır. Şu halde yolun güçlüğü insanı asıl maksadından uzaklaştırmamalıdır. Çünkü maksat çok büyük ve çok önemlidir. Eğer bu büyük­lük ve azameti anlarsak bu yoldaki her zahmet bize kolay gelecektir. Acaba hangi maksat ruhun ebedi kurtuluşundan ve ebedi mutluluktan daha yüce olabilir? Ve herhangi zah­met ve sıkıntı ebedi helaktan daha korkunç ve tehlikelidir? Tevbenin terki veya geciktirilmesi yüzünden insanın ebedi helaka sürüklenmesi ve aksi halde tevbe sayesinde ebedi mutluluğa erişip Hak teala'nm sevgili kullarından biri olma­sı mümkündür. O halde maksat bu kadar muazzam olun-ca,birkaç günlük sıkıntının lafı mı olur?

Ve bil ki girişim ne oranda olursa olsun yararlıdır. Uhrevî durumu dünyevî durumla bir karşılaştır. Dünyada büyük bir maksada ulaşılmayınca küçük maksattan vazgeçiliyor mu hiç? Ve mükemmel bir istek ve arzu elde edilemeyince, küçü­ğünden de geçilmiyor. O halde sen de eğer tevbenin en mü­kemmeline erişemiyorsan hiç değilse maksadın aslından ve öz hakikatından da ayrı düşme ve olabildiği oranda tahsiline gayret et.

4. bölüm

İstiğfarın Sonucuna Dair

Tevbe eden kişinin yapması gereken şeylerden birisi, Hak teala'nın bağışlayıcılık makamına sığınması ve istiğfar hali­ni tahsilidir. Hz. Hakk'ın (celle ve ala) bağışlayıcılık maka­mından kal ve hal diliyle , alenen ve gizlice, acizane ve niyaz ile kendisine yardımcı olması ve günahlarını görüp bağışla­masını dilemelidir. Ve elbette ki Zat-ı Mukaddesin bağışlayı­cılık ve settariyeti (örtücülüğü) günah ve ayıplan örtmesini gerektirir.

Tevbe amellerin melekûtî suretlerini hayra çevirmektir. Ve insanın işlediklerinden haberdar olmuş herkese ve herşe-ye Hak teala bu hususta unutkanlık vermekte ve bu amelleri unutmalarını sağlamaktadır. Nitekim hadis-i şerifte bu du­ruma işaret edilerek şöyle Duyurulmuştur: "Onun günahla­rını yazan meleklerine bunları unutturur." Ve Hak Teala'nın insanın azalarına ve yeryüzüne hadis-i şerifte buyrulduğu gibi kişinin işlediği günahları unutmalarını vahyetmesi de mümkündür.

Ama belki de bundan maksat, uzuvlardan ma-siyet unsurlarının defedilmesidir ki bu yolla uzuvlar kişinin arınmışlığma tanıklık ederler. Nitekim kişi yaptıklarından tevbe etmediğinde de bütün uzuvlan kal ve hal diliyle günah ve masiyetlerine tanıklık ederler. Nasıl ki Hak Teala'nın gaf-fariyet ve settariyeti uzuvlarımızın ve zaman ve mekânın bu alemde aleyhimizde tanıklık etmemelerini sağlamışsa ve tev­be etmemiz halinde bunlar diğer alemde de tanıklık etmeye­cekler ama tevbe etmememiz halinde bu tanıklık behemehal gerçekleşecektir. Fakat Hakk'ın (celle ve ala) keremi tevbe etmiş insanın kimsenin karşısında boynu bükük ve mahcup olmamasını gerektirmektedir. "Vallahu el-âiim."

5. bölüm

Tevbe-i Nasûh'a Dair

Bil ki tevbe-i nasuh'un (kesin tevbenin) yorumunda ihti­laf mevcuttur ve bunları zikretmekte yarar vardır. Biz bura­da yüce muhakkik Şeyh Behaî'nin (qaddes allahu nefsehu) söylediklerini tercüme etmekle yetiniyoruz.

Değerli muhaddis Meclisi (rahimehullah) Şeyh Behaî'nin şöyle buyurduğunu nakletmektedir:

Müfessirler tevbe-i nasuhla ilgili farklı yorumlar zikret­mişlerdir. Bunlardan biri, halka nasihat eden tevbe anlamı­na geldiğidir. Yani bu tür tevbe halka ve kişilere kötü amelle­rini terketmeleri ve bir daha o amellere dönmemelerini nasi­hat etmektedir.

Diğer yorum ise nasuh tevbenin sadece Allah'ın rızası maksadıyla yapılan tevbe olduğunu belirtmektedir. Nitekim mumundan arındırılmış halis bala da "nasuh bal" denilmek­tedir. Buradaki halislik ise kişinin günahlarından azaptan korktuğu için değil, bu günahların çirkinliğinden veya Hak Teala'nm rızasına aykırı olmalarından ötürü pişmanlık du­yup tevbe etmesidir.

Yüce muhakkik Tusî de Tecrid-i Hikem'de korkudan ötü­rü duyulan pişmanlığın tevbe olmadığını buyurmaktadır.

Diğer bir yorum ise tevbe-i nasuh'taki "nasuh" ifadesinin "nesahât"tan yani "dikmek"ten geldiğini ve tevbenin, günah­ların dinde meydana getirdikleri yırtılmaları dikip onardığı-nı belirtmektedir. Veya tevbe, tevbe edenle Allah'ın veli ve dostlarının arasını bulup onları birbirine yaklaştırmaktadır.

Tıpkı terzinin giysi parçalarını birbirine dikmesi gibi.

Başka bir yorumda da burada geçen nasuh ifadesinin tev-be edenin şahsını nitelediği ve tevbe kelimesiyle olan bağlan­tısının mecazi olduğu belirtilmektedir. Yani tevbe-i nasuh, kendi sahibine nasihatta bulunarak onu tevbesini mükem­mel bir hale getirmeye ve bu yolla günahlardan bütünüyle arınmaya yönlendirmektedir ve bu da nefsin sıkıntılarla eri­tilmesi ve kötülük karanlığının iyilik ve güzellik aydınlığıyla aydınlatılması yoluyla gerçekleşir.

Bütünleme

Bütün Varlıkların İlim ve Hayat Sahibi Olduklarına Dair

Bil ki tevbenin kimi hakikatleri, incelikleri ve sırları var­dır ve her Allah yolu yolcusunun kendi makamına has bir tevbesi mevcuttur. Ama bizim o makamlardan bir haz ve na­sibimiz olmadığından, bu sayfalarda onlardan söz etmemiz uygun değildir. Şu halde en iyisi hadis-i şeriften anlaşılan ve Kitab-ı İlahî'ni zahirine ve pek çok hadis-i şerif te de muta­bık düşen bir hususla sözlerimizi sona erdirmektir ki o da her varlığın ilim, hayat ve bilinç sahibi olduğu hususudur. Aynı şekilde bütün varlıklar Hakkın (celle ve ala) mukaddes makamını da bilmektedir. Kur'an-ı Şerifte de zikredildiği gi­bi bütün varlıklar Allah Teala'yı zikretmekle meşguldür ve bu hususa değinen pek çok hadis-i şerif de vardır. Ve bu du­rum onları ilim, idrak ve hayat sahibi olduklarına delalet et­mekte ve hatta yaratıcı ile yaratılan arasındaki Hak Tea-la'nın Zat-ı Mukaddesi ve O'nun uygun bulduğu kullarından başka hiç kimsenin bilmediği münasebete işaret etmektedir.

Bu, Kur'an-ı Kerim'in ve masum imamların hadislerinin insanoğluna duyurdukları ve işrak felsefesine, tasavvuf ehli­nin keşiflerine ve sülük ve riyazet ehlinin müşahedelerine uygun düşen bir husustur. Ve tabiat ötesi yüce ilimlerinde (ulum-i âliye-i ma qabl et-tabî'e) de isbatlanmış olduğu üze­re "vücûd" (varlık) kemalat, esma ve sıfatlara sahiptir ve hangi aşamada bulunursa bulunsun, hayat, ilim ve benzeri durumlara malik haldedir ve varlık hakikatinin her tecelli aşaması ehadiyet ve rububiyet makamıyla münasebet halin­dedir. Nitekim ayet-i serifede şöyle buyurulmaktadır: Hiçbir canlı yoktur ki O, onun perçeminden tutmuş olmasın." (*)

Derler ki ayette geçen "huve", gayb ve hüviyet makamına işarettir ve "perçeminden tutmak" da hiçbir varlığın muttali olamadığı o asıl gaybî, sırsal ve vücudî irtibata işaret etmek­tedir.

(*) Hud Suresi, 56.

Hazırlayan: ruhullah.com

 

11679 kere okunmuştur.

Yorum Ekle

Yazdır

YORUM LİSTESİ

KATEGORİDEKİ DİĞER HABERLER

n

05/02/2008 - 15:39 Nefs'le Cihad

n

05/02/2008 - 15:29 Riya

n

05/02/2008 - 15:20 Ucb

n

05/02/2008 - 15:10 Kibir

n

05/02/2008 - 15:03 Hased

n

05/02/2008 - 14:57 Dünya Sevgisi

n

05/02/2008 - 14:51 Gazab

n

05/02/2008 - 14:46 Asabiyet

n

05/02/2008 - 14:41 Münafıklık

n

05/02/2008 - 14:34 Nefsin Amel ve Hevası

n

05/02/2008 - 14:30 Fıtrat

n

05/02/2008 - 14:21 Düşünmek

n

05/02/2008 - 14:18 Tevekkül

n

05/02/2008 - 14:12 Havf ve Reca

n

05/02/2008 - 14:03 Müminlerin İmtihan Edilip Denenmesi

n

05/02/2008 - 13:54 Sabır

n

05/02/2008 - 13:49 Tevbe

n

05/02/2008 - 13:45 Allah'ı Zikretmek

n

05/02/2008 - 13:32 Gıybet

n

05/02/2008 - 13:23 İhlas

n

04/02/2008 - 15:10 Şükür

n

04/02/2008 - 15:08 Ölümden Hoşlanmamak

n

04/02/2008 - 15:05 İlim Talihleri

n

04/02/2008 - 15:03 İlmin Kısımları

n

04/02/2008 - 15:00 Şek ve Vesvese

n

04/02/2008 - 14:56 İlmin Fazileti

n

04/02/2008 - 14:48 İbadet ve Kalp Huzuru

n

04/02/2008 - 14:14 Kalbin Çeşitleri

n

04/02/2008 - 14:37 Likaullah (Allah ile Görüşme)

n

04/02/2008 - 14:24 Resulullah (s.a.v)'in Emirül Müminin Hz. Ali (a.s)'a Vasiyeti

n

04/02/2008 - 14:16 Allah, Resul'ü ve İmamların Hakikati Bilinemez

n

04/02/2008 - 14:12 Yakin

n

04/02/2008 - 14:05 Velayet ve Ameller

n

04/02/2008 - 14:00 Müminlerin Allah İndindeki Makamı

n

04/02/2008 - 13:56 Hakkın İsimlerinin Marifeti İle Cebir ve Tefviz Meselesi

n

04/02/2008 - 13:49 Hakkın Sıfatları

n

04/02/2008 - 13:46 Allah'ı, Resul'ü ve Ululemri Tanıma

n

04/02/2008 - 13:42 Adem'in Allah'ın Suretinde Yaratılışı

n

04/02/2008 - 13:32 Hayır ve Şer

n

04/02/2008 - 13:21 İhlas Suresi İle Hadid Suresi'nin İlk Ayetlerinin Tefsiri
 

YAZARLAR

ÇOK OKUNANLAR

Tasarım
  Tasarım : Networkbil.NET

Ana Sayfa  |   İletisim

@2008 kizildedem.com