İmam Bakır (A) şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz ki dört çeşit kalp vardır. Bir kalp vardır ki onda ikiyüzlülük ve iman vardır. Bir kalp de vardır ki ters kaidededir. Bir kalpte vardır ki mühürlü ve zulmanidir. Bir kalpte vardır ki nurani ve saftır." Ravi "nurani ne demektir?" diye sorunca, İmam (s) şöyle buyurdu: "Nurani olan kalp bir çırağ gibidir; ama mühürlü ve zulmani olan kalp münafığın kalbidir. Nurani olan kalp ise müminin kalbidir. Eğer ona ihsan edilirse şükreder ve eğer bir belaya mübtela olursa sabreder. Ama ters olan kalp müşriğin kalbidir." İmam (s) daha sonra şu ayeti okudu; "Şu halde yüzükoyun sürünerek yürüyen mi daha çok hidayete erer, yoksa dosdoğru yol üzerine dümdüz yürümekte olan mı?" (Mülk 22) Ama içinde iman ve nifak olan kalp, ta-ifte olan bir kavmin kalbidir. Onlardan her birinin nifak üzere eceli gelecek olursa helak olmuş, iman üzere eceli gelmişse kurtulmuştur." (Usul-i Kafi c/2 s/422 İman ve Küfür Kitabı)
Bu hadisle ilgili birtakım açıklamaları bir mukaddime ve birkaç fasıl zımnında açıklamaya çalışacağız.
Mukaddime
Kalbi Islah Etmeye Teşvik Beyanında
Bilki şeriat, hükema ve ariflerin dilinde kalp için birtakım itlaklar (manalar) vardır ki bunların hakikatini beyan etmek, bu itlaklann ihtilafını söylemek ve kalbin buruya mü-nasib derecelerini beyan etmek buraya münasib düşmediğinden açıklamıyoruz. Zaten bizler için o kadar büyük faydasıda yoktur. O halde en iyisi hadisi şerifte geçen miktarıyla şer-hetmeye çalışmamızdır. Bizler için lazım ve gerekli olan şeyleri zikredeceğiz.
Bilmek gerekir ki kalbi ıslah için çalışmak, kalbin hakikatini teftiş etmekten daha gereklidir. Zira kalbin salah ve fesadı, insanın saadet ve şekavetinin sermayesidir. Hatta birçok defasında insan bu ıstılahat ve terimlere yöneldiğin kalbin çeşitleriden ve kelimeleri derketmeye çalıştığından kalp bütünüyle kendisinden gafil olur ve bunu İslahtan geri kalır. Kalbin hakikat ve mahiyetini şerh makamında arif ve filozofların İstılahlarını bilmekte büyük bir üstad olur, ama kendi kalbi (Allah korusun) ters veya mühürlü bir kalp haline gelir. Zararlı devaları ve faydalı davaları bilen ama zararlı olan devalardan içtinap etmeyen ve faydalı olan devaları da kullanmayan bir kimseye benzer. Şüphesiz ki böyle bir insan, devalar hususundaki büyük ilmine rağmen helak olur ve bu ilim onun kurtuluşuna sebep olmaz.
Biz önceden ilimlerin mutlak şekilde ameli olduğunu zikretmiştik. Hatta maarif ilimler bile bir çeşit ameli sayılmaktadır. Şimdi de diyoruz ki kalbin ahvalini, sıhhat, hastalık, salah ve keyfiyetini bilmek sadece amele bir mukaddime olan ilimlerdendir. Dolayasıyla kalbi İslah ve tedavi etmenin bir yoludur. Bunları idrak etmek ve anlamak insani kemalat-tan sayılmamaktadır. O halde insanın büyük ilgisi ve maksadı kalbini ıslah ve ikmal etmek olmalıdır ki böylece ruhani saadete ve ali derecelere nail olsun. Eğer ilimler ve hakikatler ehli ise âfak ve enfüste gerçekleştirdiği seyrin gölgesinde en büyük maksadı nefsani haletleri elde etmek olmalıdır. Eğer bu haletler helak edici durumdaysa onu İslaha yönelmeli, kurtarıcı konumda ise de onu tekmil etmeye çalışmalıdır. Bilki bu açıklamadan amacımız; ahlak ilminin ve nefsin kurtancılarıyla helak edicilerini bilmenin gerekli olmadığı anlamına değildir. Aksine biz bunların amel için mukaddime olduğunu söylüyoruz. Yoksa kendi başına bağımsız bir ilim değildirler. Dolayısıyla ömründe bu İstılahları bir araya getirmekle meşgul olan insan gerçek amacından geri kalır.
Fasıl
Kalblerin Taksiminin Nelerle ilgili Olduğu Beyanında
Bilki bu hadisi şerifte kalp için yapılan kısımlandırmalar tümel ve icmalidir. Kalplerden herbirinin birtakım mertebe ve dereceleri vardır. Hem şirk ve nifak, hem de iman ve kemal yönünde bir takım mertebelere sahiptir. Zahiren bu taksim keşften ve manevi hareketten sonradır; nefis ve fıtratın aslı hasebiyle değil. Dolayısıyla fitratla ilgili rivayetlerle de çelişmemektedir. Gerçi fıtrat aslı hasebiyle de olsa bir açıdan bu beyan da sahihtir ve aradaki çelişki giderilebilir. Ama burhan ve icmaya en yakın olan birinci ihtimaldir. Biz daha önceden insanın cevheri, suri ve arazi değişikliklerin mebdei olan dünyada olduğu müddetçe noksanlık, şekevat, şirk ve nifak mertebelerinin hepsinden kurtulabileceğini, ruhani saadet ve kemal mertebelerine ulaşabileceğini söylemiştik.
Bu mana şu meşhur hadisle hiç bir aykırılık içermemektedir: "Şaki annesinin karnında şakidir." Bu hadisin manası saadet ve şekavetin zati olduğu ve dolayısıyla herhangi bir müdahalede bulunulmayacağını anlamında değildir. Aksine bu hadis burhanla da muvafıktır. Yerinde de şekavetin noksanlık ve yoklukla; saadetin vucud ve kemal ile ilgili olduğunu zikretmiştik, vucud adlı güzel ağaçta olan herşey Allah-u Te-ala'mn mukaddes zatındandır. Elbette neden ve sonuç tertibi dahilinde ki bu da Şeyh Tusi'nin yoludur. Veya zahiriyyet ve mazhariyyet ile vahdet ve kesret yolu olan Molla Sadra'nın yoluyladır. Noksanlık ve yokluk ile ilgili olan şeyler ise habis mahiyyet ağacındandır. Bunun için hiçbir müdahalede bulunulamaz zira karar ve müdahalenin altında olan birşeydir.
Denilebilir ki şekavetin anne karnında ortaya çıktığını beyan eden hadisten maksat zahiri anlamı değildir. Anne karnından maksat mutlak tabiat alemidir. Tabiat mutlak bir anne ve tabiat, çocuğunun terbiye edicisidir. Bu sebeple anna karnı tabirinden maksat örfi anlam içermemektedir. Saadet, kemal ve fiillerden olduğundan heyula-i nefis için hasıl olamaz; hasıl olsa bilkuvve hasıldır. Zahir şudur, anne anne karnında bilfiil saiddir. O halde zahirden farklı bir said manaya hamletmek gerekir. Bu zikredilenler burhanla da mutabık bir durumdur. Bu hususta derine inmek ve tafsilatlı bir şekilde beyan etmek vazifemizin dışında kaldığından sarf-ı nazar ediyoruz. Bazen kalem de isyan ederek maksadın dışına çıkmaktadır.
Kalpleri Dörde Ayırmanın Sebebi Beyanında
Bazıları kalbi dörde ayırmanın sebebi hususunda şöyle demişlerdir: "Kalp ya imanla muttasıftır; ya değildir. İman ile muttasıf olunca ya bütün peygamberlerin getirdiği tüm şeylere iman etmekte ya da bazılarına iman etmekte. Birincisi müminin kalbi, ikincisi ise iman ve nifağın bulunduğu bir kalptir. İkinci kalp ya zahirde de iman izharında bulunmakta veya bulunmamakta. Birincisi münafığın kalbidir; ikincisi ise müşriğin kalbidir."
Bu açıklama hadisi şerife uygun düşmemektedir. Yani kalbin .bazen peygamberlerin getirdiği tüm şeylere iman etmesi, bazen de nifak etmesi doğru değildir.
Eğer çaresiz kalırsak şöyle dememiz daha uygun olur: "Kalp Nebi'nin getirdiği tüm şeylere iman ile muttasıftır veya değildir. Değilse ya iman izharında bulunmakta veya bulunmamaktadır. Birinci ihtimal üzere ya içinde iman müsta-kardır veya bazen iman etmektedir ve bazen de dönmektedir. Bu haletinde de iman izharında bulunmamaktadır. Hadisin sonundan da anlaşılmaktadır ki, imandan küfür ve nifağa mükerrer bir şekilde dönen kimsenin tevbesi de kabul olmamaktadır.
Kafi"de yer alan başka bir hadiste Hz. İmam Bakır (a) kalbi üçe ayırmıştır: "Ters olan kalp ki, onda hiç bir hayır yoktur ve bu kafirin kalbidir. Siyah noktanın bulunduğu kalp ki, biri galip gelinceye kadar hayırla şerrin savaştığı kalptir. Meftuh ve açık olan kalp ki, onda da apaydın çırağlar vardır ve kıyamete kadar nuru asla sönmez. Bu ise müminin kalbidir." Bunun önceki hadisle hiç bir çelişkisi yoktur. Zirabu hadisteki birinci kısım o hadisteki iki kısma şamildir. Yani müşrik ve münafığın kalbine. Zira bu üç taifenin kalbi menkus yani ters kalptir. Yani menkusiyyetin (tersliğin) müşrik ve kafirlerin zahiri sıfatlarından olmasıyla da hiçbir çelişkisi yoktur.Kalbin mühürlü olması ise münafığın kalbinin zahiri sıfatlarmdandır. Bu sebeble o hadisi şerifte herbirini onlardan birine mahsus kılmıştır.
Fasıl
Kalplerin Durumları Beyanında
Biz önce müminin kalbini ele alacağız ki diğer kalplerle mukayesesi sayesinde diğer kalplerde malum olsun. Bilmek gerekir ki, hak marifetleri ve yüce ilimlerde açıklığa kavuşturulmuştur ki, vücudun hakikati nur hakikatinin aslıdır. Bu ikisi basit ve vahid bir hakikati beyan etmektedir. Muhtelif ve mutekessir (kesret) cihetlerine rucu etmemektedir.
Hakeza malum olmuştur ki kemal ve tamam cinsinden olan herşey vucudla ilgilidir. Bu değerli ilkelerden birisidir ki buna nail olan herkes marifet bablarını fetheder. Bizim zayıf nefislerimiz ve o zatın hakikatlerini derkinden gerçekten de aciz ve mahrumdur. Gaybi bir el uzanıp ezeli tevfik, nasip olursa durum bunun aksinedir. Hakeza Allah'a iman ve ilim mutlak kemaller cinsindendir. Kemallerden olduğu için de vücudun aslıdır. Yani zuhur ve nur hakikatinin aslıdır. İman ve mutaallakatı dışında kalanlar ise insanî nefis kemalleri cinsinden dışarıdır. Dolayısıyla yokluk ve mahiyetler zulmetine mülhaktır.
Mü'minin Kalbinin Nuranı Olduğu Beyanında
O halde malum oldu ki müminin kalbi nuranidir. Kafi'de yer alan bir hadiste imam Sadık (as) şöyle buyurmaktadır: "Bazı insanlar görürsün ki tam bir fesahate sahip olduğundan hiçbir "lam" veya "vav"da hata etmemektedirler, ama bazen dilleriyle kalbinde olanları ifade edemezler. Halbuki onların kalbi de bir çırağ gibi nuranidir. Mü'minin kalbi doğru yolda ve manevi ciheti insanlığın düz yolundadır. Zira ilkönce Allah-u Teala'mn cemal ve celal eliyle kırk gün yoğurduğu ilahi fıtrat aslından dışarı çıkmamıştır. Mutlak kemale ve tam cemale teveccüh noktası olan tevhid fıtratında yürümektedir. Bu manevi ve ruhanî hareketle yoğrulmuş fıtrat mertebesinden mutlak kemalin gayesine kadar hiçbir eğrilik olmaksızın gerçekleşmektedir. Bu yol ruhani bir istikamet ve batini düz caddedir. Fakat diğer kalpler fıtratın dışında kalmakta ve doğru yoldan sapmaktadır. Râsulullah (sav)'den nakledildiği üzere hazret yere düz bir yol çizdi ve etrafına da birtakım eğri yollar çizdi, ve şöyle dedi: "Bu düz çizgi benim yolumdur."
Mü'minin doğru yolda olduğu beyanında
Mü'min insan, insan-ı kamile (peygamber) uyan insandır. Kamil insan bütün isim ve sıfatların mazharı olduğundan ve Allah-u Teala'nm ismi camisi ile terbiye edildiğinden onda da isimlerden hiç birinin diğerine galibiyet ve tasarrufu söz-konusu değildir. İnsan-ı Kamil ise bütün alemin mürebbisi-dir. Mazhariyyetinde hiçbir ismin diğer bir isme üstünlüğü yoktur. Vasatiyyet ve berzahiyyet-i Kübra makamına sahiptir. Seyr-ü süluku, ism-i caminin ortadaki doğru yolu üzeredir. Diğer varlıklardan her birisi (muhit ve gayri muhit) isimlerden birinin tasarrufu altındadır. O ismin mazharı konumundadır. Başlangıç ve dönüşleri de o ismedir. Bunun karşısındaki ismi ise onun batınında olup herhangi bir tasarrufa sahip değildir. Sadece isimlerin ahadiyet-i cem veçhiyle bir tasarrufu vardır ki bunun da beyanı bu makamla uygun olmadığından geçiyoruz.
O halde Hak Teala ism-i cami ve insanın Rabbi makamında sırat-ı müstakim üzeredir. Nitekim şöyle buyurulmuştur: "Şüphesiz ki Rabbim sırat-ı müstakim üzeredir." Yani vasatiyyet ve camiiyyet makamında hiç bir sıfatın bir sıfata üstünlüğü veya bir isim olmaksızın diğer ismin zuhuru sözko-nusu değildir. Dolayısıyla Allah'ın terbiye ettiği varlık da bu sırat-ı müstakim üzeredir ve de hiç bir makamının diğer makama üstünlüğü yoktur. Nitekim suudi gerçek miraçta ve kurb makamına vusulün nihayetinde insan ubudiyet izharında bulunduktan ve bütün makamlardan kusurunu itiraf edip "iyyakena'budu ve iyyakenesta'in" dedikten sonra şöyle arze-der. "İhdinessıratel müstakim" ve bu sıra,t kamil insanın Rabbinin sıratıdır. Ama Rabbi zahiriyet ve rububiyet veçhiyle merbub ise mazhariyet ve rububiyet vechiyledir. Diğer varlıklar ve ilallah saliklerinin hiç birisi sırat-ı müstakim üzere değildir.
Hepsinde lütuf veya cemale yada kahir ve celale bir eğilimi vardır. Müminler de insan-ı kamil'e tabi olduğundan seyr-ü sülukunda onu takib eder, onun hidayet nuruyla seyrini sona erdirirler. O insan-ı kamile teslim olurlar. Kendiliğinden bir adım olsun yürümez, ilallaha olan manevi sulukta akıllarına asla itibar etmezler. Dolayısıyla onların yolu da müstakimdir. İnsan-ı kamil ile haşrolur ve insan-ı kamilin vusulünün bereketiyle vusula ererler. Elbette bu şartla ki onların kalpleri şeytan ve enaniyyet tasarrufundan korumak ve bu seyr-u sulukta bütünüyle insan-ı kamil ve hatemiyyet makamına teslim olmalıdır.
Şeytanın Bazı Hileleri Beyanında
Habis şeytanın tasarrufundan birisi insanın kalbinin yönünü müstakim yoldan çevirmesi ve başkalarına yöneltmesi-dir. Vesvese eden şeytan insanı birtakım oyunlarla bazı şeylere yöneltir. İnsan bu kalble o şeyhlere yönelir. Bu büyük günahın özrü hatta bundan da öte bu irfanı şirkin özrünü ise şöyle açıklar: "Kalp eğer sadece birine yönelirse daha çabuk ilgileri ve beşeri alakaları selbedebilir." Şeytan bazı ehli olmayan kimselere büyük şeyhi gösterir. Dolayısıyla da insanı yoldan alıkoyan bir şeytana yöneltir. Bu açık şirkin özrü olarak şöyleder: "Bu şeyh insan-ı kamildir. Ve insan, insan-ı kamil vasıtasıyla sadece şeyhin ahadi aynasında zuhuru olan mutlak gayb makamına erebilirsin." Böylece ömrünün sonuna kadar şeyhin ters bir yüzü veya herhangi bir sevdiğinin yüzüne bağlı kalarak cin ve şeytanlar alemine mülhak olur. Böylece ne o hayvani ilgisi ortadan kalkar ve ne de bu körü körüne bu yoldan maksadına ulaşabilir.
Müminin seyri müstakim, kalbi ve tüm teveccühü Allah'a ve doğru yoladır. O yolda da doğru yol üzeredir. Sureti, sireti, batını, zahiri şekli ve heyeti insanı bir şekildedir. Bu mukayese sayesinde müşriğin kalbini de anlamak mümkündür. Zira müşriğin kalbi ilahi fıtrattan dışarı çıkmış, kemalin merkez noktasından sağa, sola sapmış, cemal ve nur yığınından ayrılmıştır.Mutlak hadi ve kamil velinin yolundan sapmıştır. Dolayısıyla dünyaya ve bencilliğine mağlub düşmüştür. Bu sebeple diğer alemde de insanın doğru suret ve siretiyle haş-rolmaz. Belki alaşağı edilmiş bir hayvan suretiyle haşrolur. Zira o alemde suret ve siretler kalplere tabidir.
Zahir batının gölgesi ve kabuk için gölgesidir. O alemin maddeleri bu neş'ette olduğu gibi batını melekuti şekilleri kabulden ictinab etmemektedir ve bu kendi yerinde burhanla isbat edilmiştir. O halde hak ve hakikatten yüzçevirmiş, insanlık fıtratından uzaklaşmış ve dünyaya yönelmiş olan kalplerin gölgesi de kendileri gibi istikametten ayrılmış ters yüzolmuş ve esfel-i safilin olan dünya ve tabiata gömülmüştür. O alemde bazıları yüzüstü gider ve ayaklan havada olur. Bazıları karınlan üzere bazılan ayakları ve elleri üzere hayvanlar gibi yürür. Nitekim bu dünyada da onlar böyle yürürler. "Şu halde yüzükoyun sürünerek yürüyen mi daha çok hidayete erer, yoksa dosdoğru yol üzerinde dümdüz yürümekte olan mı?"
Bu mecaz alemindeki mecazın, hakikat, zuhur ve ruhaniyetin ortaya çıkışı aleminde hakikate ulaşması da mümkündür. Nitekim "İhdinassıratal müstakim" ayetinin tefsirinde-yer alan bazı hadislerde Hz. Ali ve diğer masum imamların sırat-ı müstakim olduğu beyan edilmiştir. Örneğin: Allah-u Teala bu ayette bir örnek vermiştir. Bu örnek Emirel Mümininin velayetinden yüzçeviren kimsenin örneğidir. Onlar adeta yüzleri üstünde yol yürümekte ve hidayete ulaşmamaktadırlar. Hz. Ali'nin yoluna uyan kimseler ise doğru yola koyulmuşlardır. Sırat-ı müstakim Emirel Müminin (as)'dır.
Başka bir hadisde de yer aldığı üzere sırat-ı müstakim Hz. Ali (as) ve diğer imamlardır.
Kafide yer alan bir hadiste şöyle buyurulmaktadır: Füzeyi şöyle diyor: İmam Bakır (as) ile Mescidul-Haram'a girdik. O hazret bana dayanmıştı. Daha sonra imam halka doğru baktı ve o esnada biz, Ben-i Şeybe kapısında bulunuyorduk. İmam şöyle buyurdu: "Ey Füzeyi! Cahiliye döneminde böyle tavaf ediyorlardı. Hiç bir hakkı tanımıyor ve hiç bir dine sahip değillerdi. Ey Füzeyi onlara bak. Adeta ters yüz olmuş yüzükoyun yere düşmüşler. Bu tersyüz olmuş kimselere Allah lanet etsin. Daha sonra da mezkur ayeti okuyarak sırat-ı müstakimin, Hz. Ali ve vasileri olduğunu buyurdu.
Biz daha önce kamil insanın manevi hareket ve seyrinin sırat-ı müstakim üzere olduğunu söylemiştik. Kamil insanın sırat-ı müstakim olduğu şu andaki amacımızın dışında kaldığından açıklamıyoruz.
Tatmin
Münafığın kalbi ve münafığın kalbinin mü'minin kalbiyle olan farklılığı beyanında:
Geçen faslın beyanatından mümin ve müşriğin hatta kafirin kalbi de açıklandı. Münafığın kalbi de mukayese ile ortaya çıktı. Zira müminin kalbi saf ve asıl yolundan çıkmamış ve dolayısıyla da her türlü imanî hakikatler ve hak öğretiler kendisine ilka edilecek olursa hemen kabul etmektedir. Kalplerin fıtrat makamıyla hakikatler ve öğretileri arasında;; yiyen ile yiyecekler arasındaki gibi bir ilişki vardır. Bu cihetten Kafi'de yer alan başka bir hadiste, müminin kalbine "meftuh" yani açıktır denilmiştir. Ve bu feth daha önce zikrettiğimiz üç fütuhattan birine işaret olabilir. Ama bu mana ile de ilişkisi vardır. Münafığın kalbi cahiliye taassubları, kınanmış ahlak, nefis ve makam sevgisi kabinden bir çok insan fıtratına aykırı zulmetler ve bulanıklıklar içindedir. Bu cihetten de mühürlü ve kapatılmış haldedir. Hak sözü asla kabul etmez, bütünüyle kararıp bozulan bir kağıda benzemekte ve artık hiçbir şekil ve resmi kabul etmemektedir. Dolayısıyla din izharında bulunması da şeytanlığı ve dünyevi işlerinin ilerlemesi içindir.
Müşrik ve münafığın kalbi, mühürlü ve ters kalplerdir. Nitekim bu dalıa önce de beyan edildi. Müşriğin kalbi ibadet ve huzuda gerçek mabuddan başkasına yönelmiş ve mutlak kemalden gayrisine teveccüh etmiştir. O halde kalbinin iki hususiyyeti vardır. Evvela kalbi sadıkane bir huzur ve tevazu içindedir. Ama bu huzusu yaratıklara yöneliktir. Dolayısıyla da kalbinde birtakım bulanıklık ve noksanlıklar vardır. Böylece kalbi adeta ters çevrilmiştir. Bu onların zahiri sıfatlarıdır. Ama münafık bazen gerçek hasebiyle müşriktir. Bu yüzden kalbinin tersliği hasebiyle müşriklerle de ortaktır. Bazen de kafir sayılır, hiçbir diyanete sahip değildir. Gerçi onun kalbi de terstir, ama bunun daha zahir olan bir özelliği de vardır.O özelliği de şudur ki zahiren hakkı dinlemekte ve hak cemiyetine dahil olmakta dolayısıyla müminin kulağına gelen bütün hakikatler onun kulağına da gelmektedir, ama müminin kalbinin batmî sefası açıktır ve onu kabul etmektedir. Münafık ise kalbindeki bulanıklık ve zulmet sebebiyle mühürlenmiştir ve onu kabul etmemektedir.
Hadiste müminin ihsanlara şükrettiği ve belalara ise sabrettiği beyan edilmiştir. Bu iki sıfat, müminin diğer sıfatlarından daha üstündür. Bu güzel sıfatların en güzeli konumundadır. Bunlardan birçok güzel sıfatlarda ortaya çıkar ve biz bunun bazı örneklerini daha önceden zikrettik. Hakeza celal ve cemal, kahır ve lütuf sıfatlarını da beyan etmiştir ki, ihsan ve ibtila ile tecelli etmiştir. Gerçi ibtila da lütuf sıfatın-dandır, ama zahiren kahır olarak göründüğünden ondan sayılmıştır. Nitekim hakkın esma ve sıfatı hususunda bu konu zikredilmiştir.
Hitam
Haktan Gafletin Kalbin Tersliğinden Olduğu Beyanında
Geçen beyanattan anlaşıldığı üzere eğer nefis bütünüyle dünyaya yönelir onu imar etmeye kalkışır ve haktan gaflet ederse mebde ve meada inansa dahi kalbi terstir. Kalbin tersliğindeki mizan haktan gaflet ve dünyaya teveccühtür. Bu inanç ya iman değildir. (Nitekim daha önceden bazı hadislerin şerhinde zikredildi) veya nakıs bir imandır ki kalbin tersliği ile aykırılığı yoktur. Hatta gaybe ve kıyamete inandığını söyleyen bir kimse bundan korkmaz ve imanını ameli kılmazsa onu münafıklar zümresinden saymak gerekir, müminden değil. Belki de hadiste buyurulan Taif ehli gibi bazen mümin ve bazen münafık da olabilirler. Dolayısıyla da beden mülklerinde hiçbir hükümeti olmayan bu kupkuru iman da ortadan kalkabilir. Bu sebeple böyle bir insan tam bir nifak üzere dünyadan göçebilir ve münafıklar zümresinde haşro-lur. Bizim zayıf nefislerimiz bu meseleye oldukça önem vermeli ve bütün zahir ve batınımıza imanın eserlerini işlemeye çalışmalıdır. Kalben imanlı olduğunu iddia ettikleri gibi zahirlerini de imanın hükümlerine teslim etmelidir ki etkili, iman kalbinde kökleşsin ve sabit hale gelsin.
Böylece hiçbir şey onların imanına etkili olamaz. İlahi fıtrat layoğrulan bu melekutî tahir kalbi ve ilahi emaneti şeytanın tasarruf ve hiyanet eli olmaksızın zat-ı mukaddese geri verebilsin. Evvelde de sonrada da hamd Allah'adır.
Hazırlayan: ruhullah.com