İftar Lokması | Regaib kandil sohbet1 | MÜBAREK ÜÇ AYLAR | ERBAIN-40.GÜN NIYAZI | HZ HÜSEYIN CAN ASI | Muharrem sohbet 28 | Muharrem sohbet 27 | Muharrem sohbet 26 | Muharrem sohbet 25 | Muharrem sohbet 24 |

KATEGORİLER

ANKET

YORUMLANANLAR

 
 
 
Tevekkül
 
 
13. Hadis

05/02/2008

"Ali b. Suveyd diyor ki: "Hz. Musa İbn Cafer'e (aleyhi-musselam) Allah'ın (azze ve celle) "Kim Allah'a tevekkül ederse O, ona yeter" (*) sözünü sordum. Buyurdu ki: "Allah'a tevekkül etmenin dereceleri vardır. Bunlardan birisi bütün işlerinde Allah'a tevekkül etmen, O ne yaparsa yaptığından razı olman ve O'nun senden hiçbir iyilik ve fazlı esirgemeye­ceğini ve bu konuda hüküm vermenin O'na ait olduğunu bil­inendir. Şu halde Allah'a tevekkül et ve işlerinin sonunu O'na bırak.

(1) Kafi, C. 2., Kitabu'1-îman ve'1-Küfr, Babu't-TefVîzi İla'lllah Ve't-Tevekküli Aleyh, h. 5.

(*) Talak Suresi, 3.

ŞERH

Kelime anlamıyla "tevekkül" aczini açığa vurmak ve baş­kasına güvenip dayanmak demektir. "Tevekkül", "tefviz" (işi başkasına havale etmek)ten başka birşeydir ve bunların ikisi de "rıza ve "vusuk" (itimad)dan farklıdır. Nitekim ileride bu durum açıklanacaktır inşaallah. Şimdi birkaç bölümde bu hadisin yorum gerektiren yanlarını yorumlayacağız.

1. bölüm

Tevekkülün Anlam ve Derecelerine Dair

Bil ki, "tevekküT'ün değişik kesimlerce birbirine yakın birçok tanımı yapılmıştır. Bu çerçevede Menazil es-Sairîn'in sahibi şöyle buyurmaktadır: "Tevekkül, bütün işleri sahibi­ne havale etmek ve onun vekâletine güvenmek demektir." Bazı arifler de şöyle buyurmuşlardır: "Tevekkül, bedenin kul haline getirilmesi ve kalbin rububiyete bağlanmasıdır." Ya­ni, beden güçlerinin Hakk'a itaat yolunda kullanılması ve Ona bağlı kılınması. Bazıları da şöyle demişlerdir: "Allah'a tevekkül etmek, kulun bütün arzularım yaratılmışlardan ko­parması ve onlardan kopup Hakk'a bağlanması demektir."

Bütün bu zikredilen tanımlar birbirine yakın anlamlardır ve anlamlarını irdelemeye gerek yoktur. Söylenmesi gere­ken, bu tevekkülün kimi derecelere sahip olduğu ve bu dere­celenmenin kulların meşreplerinin farklılığından kaynaklan­dığıdır ve tevekkülün derecelerinin ilmi, kulların Hakkın ru-bubiyetine ilişkin marifetine bağlı olmasından ötürü bunun üzerinde durmak gerekmektedir.

Şu halde bil ki saliklerin onsuz herhangi bir makama erişemeyecekieri maarif usullerinden birisi, Hak'ın rububiyet ve malikiyetinin Zat-ı Mukaddes'in işlerdeki tasarrufunun mahiyetinin ilmidir ki biz bu hususa ilmi açıdan yaklaşma­yacağız; çünkü bu husus "cebr" ve tafvîz"in incelenmesini ge­rektirmektedir; böyle bir inceleme ise bu sayfaların maksadı­na uygun düşmemektedir. Bunun yerine halkın marifetteki derecelerini açıklamakla iktifa edeceğiz.

Şunu belirtelim ki halk Zat-ı Mukaddes'in rububiyetinde birbirinden pek farklı ve muhteliftir. Muvahhid avam kesimi Hak Teala'yı bütün işlerin yaratıcısı ve bütün cevher ve un­surların oluşturucusu olarak kabul ederken tasarrufunu sı­nırlı saymakta ve rububiyetin kuşatıcılığına kail bulunma­maktadırlar. Bunlar kimi zaman "işlerin takdir edicisi Hak'tır, herşey onun tasarrufu altındadır ve hiçbir varlık O'nun mukaddes iradesi olmaksızın var olamaz" demektedir­ler.

Ama bunlar ne ilmen, ne imanen ne şuhuden ve ne de vicdanen bu makamın sahibi değiller. Diyelim ki bizim de içinde yer aldığımız bu halk kesimi Hak Teala'nın rububiye-tinin ilmine sahip değildir. Tevhidleri noksandır ve Hakk'm rububiyet ve egemenliğinden mahcub (örtülü) kalmışlardır. Bunlar konumuz olan tevekkül makamına lafız ve iddia dı­şında sahip değillerdir. Bu nedenle de dünyevi işlerde hiçbir şekilde Hakk'a itimad edip dayanmamakta ve zahirî sebep­ler ve kevnî etkenlerin dışında hiçbir şeye tevessül etmemek­tedirler. Eğer bunlar kimi vakit Hakk'a yönelip O'ndan her hangi bir şey talep ediyorlarsa bu ya taklit yüzünden birşey-dir veya ihtiyata yönelik bir durumdur. Çünkü bu eğilimleri onlara herhangi bir zarar getirmemekte ve menfaatlerine olacağı ihtimali mevcut bulunmaktadır. Bu durumda onlar­da tevekkülden bir eser vardır. Ama eğer zahirî etkenleri uygun bulurlarsa, bunlar Hak Teala'dan ve O'nun tasarrufun­dan bütünüyle gafil olurlar, bu nedenle de "Tevekkül, kazanç ve iş ile çelişmez" sözü yerinde bir sözdür, delil ve nakle uy­gundur ama Hakkın rububiyet ve tasarrufundan ihtacab et­mek (uzak durmak, örtülü bulunmak) ve etkenleri yeterli saymak tevekküle aykırıdır.

Dünyevî işlerle ilgili temessük ve tevekkül etmeyen bu kesim, ahiret hususunda ise tevekkülden çok fazla dem vur­maktadır. Hangi ilim ve marifette veya nefis tezkiyesi ibadat ve taatta tembellik edip gevşek davranılırsa derhal Hakka itimattan dem vurup tevekküle sarılırlar. Amel ve çaba ol­maksızın sadece "Allah büyüktür" ve "Allah'ın fazlına tevek­kül etmişiz" demekle ahiret derecelerini elde etmek isterler. Dünya işlerinde "çaba ve çalşıma, Hakk'a tevekkül ve itimat etmekle çelişmez" derler.

Ahiret işlerinde ise çaba ve ameli Hakk'm fazlına ve Ona tevekkül etmeye aykırı sayarlar. Oy­sa bu, nefi ve şeytanın tuzağından başka birşey değildir. Çünkü bunlar aslında ne dünyevî işlerde ve ne de uhrevî iş­lerde mütevekkil değiller ve bunların hiçbirinde Hakk'a iti-mad etmemektedirler. Dünyevî hususları önemsedikleri için sebeplere meyletmekte ve Hakk'a ve O'nun tasarrufuna gü­venmemekte, buna karşılık uhrevû hususlarda, bunlara önem vermedikleri ve kıyamet gününe hakkıyla inanmadık­ları için, ahiret hususunda bahaneler üretmektedirler.

Kimi zaman Allah büyüktür (Allah kerimdir) derler. Kimi zaman da Hakk'a ve şefaatçilerin şefaatine güven duydukla­rını ifade ederler. Oysa bunların laf olmaktan öte hiçbir an­lamı ve gerçekliği yoktur.

İkinci kesim ise ya delil veya nakil ile Hak Teala'nın işle­rin takdir edicisi, sebeplerin müsebbibi ve varlık aleminin müessiri olduğunu, kudret ve tasarrufunun sınırsız olduğu­nu kabul ve tasdik edenlerdir.Bunlar akıl boyutunda Hakk'a tevekkül ederler, yani onların katında tevekkül rüknü aklen ve naklen tamamdır. Bu nedenle kendilerini mütevekil ka­bul eder ve tevekkülün gerekliliğini delillere dayandırırlar. Bu deliller şöyle sıralanabilir. Birincisi Hak Teala'nm kulla­rın ihtiyaçlarını bilmesidir. Bir diğeri kullara rahmet ve şe­faat etmesidir. Şu halde kullarına cimrilik etmeyen bu ra­him alim ve kadire tevekkül edilmesi gerekir, çünkü O, kul­larının imdadına yetişir, velev ki onlar salih işleri fasitlerin­den ayırabilecek durumda olmasalar bile onların maslahatı­na uygun düşeni yapar.

Bu kesim her ne kadar ilmen mütevekkil iseler de aslında tevekkülleri iman mertebesine erişmiş değildir, bu nedenle de sarsıntıdadırlar ve akılları kalpleriyle çatışma halindedir. Bu durumda akılları mağlub demektir. Çünkü kalpleri ebep-lere bağımlıdır ve Hakk'm tasarrufundan mahcubtur (örtü­lüdür).

Üçüncü kesim, Hakk'm varlıklar üzerindeki tasarrufunu kalben idrak etmiş, kalpleri işlerin takdir edicisinin Hak Te-ala olduğuna ve herşeyin egemen ve malikinin O olduğuna iman etmiş olanlardır. Bunlar akıl kalemiyle gönül levhala­rına tevekkül rüknünü yazmışlardır. Tevekkül makamının sahipleridir bunlar, ama bu kesim de imanın aşama ve dere­celeri hususunda birbirlerinden çok farklıdır. Ancak kâmil itminan derecesine ulaşanların kalbinde kâmil tevekkül de­recesi ortaya çıkar ve bunlar, sebeplere gönül verip bağlan­mazlar, gönülleri rububiyet makamına doğru kanat çırpar ve O'na itminan ve itimad besler. Nitekim o arif de tevekkülü, bedenin kulluğa yönelmesi ve kalbin rububiyete bağlanması olarak tarif etmişti.

Bu zikredilenlerin durumu, kalplerinin fiilî kesrette ege­men olması halinde böyledir. Değilse, tevekkül makamından geçer ve maksadın dışına çıkarlar.

Şu halde anlaşıldı ki tevekkülün dereceleri vardır ve bel­ki de (yorumlamakta olduğumuz bu) hadis-i şerif, ikinci ke­simin durumuna işaret etmektedir; çünkü tevekkülün baş­langıcı olarak ilimden sözetmektedir ama diğer derecelere de işaret ediyor olabilir. Çünkü tevekkülün başka ayrımlar ba­kımından da dereceleri mevcuttur. Bu da şudur: Nasıl ki sülük derecelerinde irfan ve riyazet ehli mesela kesret maka­mından yavaş yavaş vahdet makamına erişirler ve mutlak ef alî fena (yokluk) birden bire gerçekleşmez, aksine tedricen gerçekleşir, aynı şekilde tevekkül, rıza teslim ve sair ma­kamlar da terdicen gerçekleşirler. Mümkündür ki ilk aşama­da işlerin bir kısmında ve gizli gaib sebeplerde tevekkül edil­sin, sonra da yavaş yavaş mutlak makama erişilsin ve hem zahiri sebeplerde hem de batınî sebeplerde hem kendi işle­rinde hem de ilgili ve yakınlarını işlerinde tevekkül edilsin. Bu açıdan hadis-i şerifte bunun derecelerinden birisinin bü­tün işlerde tevekkül edilmesi olduğu buyurulmuştur.

2. bölüm

Tevekkül ile Rıza Arasındaki Farka Dair

Bil ki "rıza" makamı "tevekkül" makamından farklı bir-şeydir. Rıza, tevekkülden daha ileri ve uludur. Çünkü "müte­vekkil,", kendi hayır ve maslahatını talep etmekte ve Hak Teala'yı hayrın faili kabul ettiğinden, O'nu kendine vekil kıl­maktadır. Buna karşılık "razı", kendi iradesini Hakk'm iradesinde fani kılmakta ve kendisi için hiçbirşey istememekte­dir. Nitekim kimi ehl-i suluktan sordular: Ne istiyorsun?" Dedi ki: "İstememeyi istiyorum." İstediği rıza makamıdır.

Hadis-i şerifteki "O sana ne ederse, ettiğinden razı ol-mandır" sözündeki maksat ise rıza makamı değildir. Bu ne­denle de bu sözden hemen sonra Hak Teala'nın yaptığı her şey senin hayrınadır" buyurulmuştur. Adeta Hazret, muha­tabında tevekkül makamını vücuda getirmek istemiştir. Bu nedenle de tevekkül için kimi koşullar tertip etmiş ve önce şöyle buyurmuştur: Onun senden hiçbir iyilik ve fazlı esirge­meyeceğini bil" Sonra da şöyle buyurmuş: "Ve bu konuda hüküm vermenin O'na ait olduğunu bilmendir."

 

Elbette ki Hak Teala'nın her şeye kadir olduğunu bilen ve O'nun hayır ve fazlını kaybetmek istemeyen kimse tevekkül makamına erişir. Hadis de tevekkülün bu iki esasını zikret­miş ve belirgin oluşlarından ötürü diğer iki üç esası zikretme gereği duymamıştır.

Şu halde, zikredilen koşullardan çıkan netice, Hak Tea­la'nın yaptığı herşeyin hoşnutluk ve rızayla karşılanmasıdır. Çünkü hayır ve salah bundadır. Bu yolla da tevekkül maka­mına geçilir ve bu nedenle de şöyle buyurmuştur: Allah'a te­vekkül et."

3. bölüm

Tefviz, Tevekkül ve Sıka Arasındaki Farka Dair

Bil ki "tefviz" (kulun bütün işlerini Allah'a ısmarlayıp O'na dayanıp güvenmesi) de "tevekküTden farklı birşeydir. Nitekim "sıka" (itimad, itikad, itminan vb) da her ikisinden (tefviz ve tevekkülden) farklıdır. Bu nedenle de bunlar sâlikler makamlarında ayrı ayrı zikredilmişlerdir. Hâce Ab­dullah buyuruyor ki: "Tefviz, tevekkülden işaret açısından daha latif mana açısından daha geniştir." Çünkü tefviz, ku­lun çekip çevirmeyi kendinden görmemesi ve bütün işlerde kendini tasarrufsuz bilip Hakk'a mutasarrıf kabul etmesidir. Oysa tevekkülde durum bu değildir.

Çünkü mütevekkil, ta­sarruf, hayır ve salahın celbinde Hakk'ı kendine vekil kılar. "Olsa olsa tevekkül, tefvizin bir şubesidir sadece." Çünkü te­vekkül mesâlihtedir, oysa tefviz mutlak anlamıyla bütün iş­lerdedir. Ayrıca tevekkül, tevekkülü gerektirecek bir sebep yani kulun ondan ötürü Allah'a tevekkül edeceği bir husus ortaya çıkmadıkça gerçekleşmez. Peygamber (sav) ve ashabı­nın kendilerine "İnsanlar size karşı ordu toplamışlar; onlar­dan korkun!" deyince bu söz onların imanını artırdı ve müş­riklerden korunmak için "Allah bize yeter, O ne güzel vekil­dir" (*) diyerek) tevekkül etmelerinde olduğu gibi.

 

Oysa tefviz sebebin ortaya çıkmasından öncedir.Nitekim Rasulullah'tan (sav) rivayet edilen bir duada şöyle buyurdu­ğu aktarılmıştır: Allah'ım, nefsimi sana teslim ettim, sırtımı sana dayadım, işlerimi sana tefviz edip ısmarladım." (**)

 

(*) Al-i İmran Suresi, 173.

(**) Sünen-i İbn Mace, C. 2., Kitabu'd-Dua, h. 3876.

Kimi zaman da tefviz sebepten sonradır. Al-i Firavun ai­lesindeki mümin kulun (Habib-i Neccar'm) tefvizi gibi.

Bu zikrettiklerim, tanınmış arif Abdurrezzak Kaşanî'nin kamil arif Hace Abdullah'ın sözlerini şerhinden yapılmış bir­kaç alıntının tercümesinden ibarettir. Hace'nin kendi sözleri de buna delalet etmektedir.

"Sıka"da "tevekkül" ve "tefviz"den farklıdır.Nitekim Hace (Abdullah) şöyle buyurmuştur: "Bil ki, bu üç makam onsuz (sıkasız) gerçekleşmez. Bu makamların ruhu Allah Teala'ya sıkadır. Ve kul, Hak Teala'ya vüsûk duymadıkça bunlara erişemez.

Şu halde Hazret'in tevekkül ve tefvizden sonra "Onda ve diğerlerinde Allah'a itimad et, O'na sika et" demesinin nede­ni anlaşıldı demektir.

Hazırlayan: ruhullah.com

 

11718 kere okunmuştur.

Yorum Ekle

Yazdır

YORUM LİSTESİ

KATEGORİDEKİ DİĞER HABERLER

n

05/02/2008 - 15:39 Nefs'le Cihad

n

05/02/2008 - 15:29 Riya

n

05/02/2008 - 15:20 Ucb

n

05/02/2008 - 15:10 Kibir

n

05/02/2008 - 15:03 Hased

n

05/02/2008 - 14:57 Dünya Sevgisi

n

05/02/2008 - 14:51 Gazab

n

05/02/2008 - 14:46 Asabiyet

n

05/02/2008 - 14:41 Münafıklık

n

05/02/2008 - 14:34 Nefsin Amel ve Hevası

n

05/02/2008 - 14:30 Fıtrat

n

05/02/2008 - 14:21 Düşünmek

n

05/02/2008 - 14:18 Tevekkül

n

05/02/2008 - 14:12 Havf ve Reca

n

05/02/2008 - 14:03 Müminlerin İmtihan Edilip Denenmesi

n

05/02/2008 - 13:54 Sabır

n

05/02/2008 - 13:49 Tevbe

n

05/02/2008 - 13:45 Allah'ı Zikretmek

n

05/02/2008 - 13:32 Gıybet

n

05/02/2008 - 13:23 İhlas

n

04/02/2008 - 15:10 Şükür

n

04/02/2008 - 15:08 Ölümden Hoşlanmamak

n

04/02/2008 - 15:05 İlim Talihleri

n

04/02/2008 - 15:03 İlmin Kısımları

n

04/02/2008 - 15:00 Şek ve Vesvese

n

04/02/2008 - 14:56 İlmin Fazileti

n

04/02/2008 - 14:48 İbadet ve Kalp Huzuru

n

04/02/2008 - 14:14 Kalbin Çeşitleri

n

04/02/2008 - 14:37 Likaullah (Allah ile Görüşme)

n

04/02/2008 - 14:24 Resulullah (s.a.v)'in Emirül Müminin Hz. Ali (a.s)'a Vasiyeti

n

04/02/2008 - 14:16 Allah, Resul'ü ve İmamların Hakikati Bilinemez

n

04/02/2008 - 14:12 Yakin

n

04/02/2008 - 14:05 Velayet ve Ameller

n

04/02/2008 - 14:00 Müminlerin Allah İndindeki Makamı

n

04/02/2008 - 13:56 Hakkın İsimlerinin Marifeti İle Cebir ve Tefviz Meselesi

n

04/02/2008 - 13:49 Hakkın Sıfatları

n

04/02/2008 - 13:46 Allah'ı, Resul'ü ve Ululemri Tanıma

n

04/02/2008 - 13:42 Adem'in Allah'ın Suretinde Yaratılışı

n

04/02/2008 - 13:32 Hayır ve Şer

n

04/02/2008 - 13:21 İhlas Suresi İle Hadid Suresi'nin İlk Ayetlerinin Tefsiri
 

YAZARLAR

ÇOK OKUNANLAR

Tasarım
  Tasarım : Networkbil.NET

Ana Sayfa  |   İletisim

@2008 kizildedem.com