İmam Bakır (a) şöyle buyurmuştur: "Rasulullah (sav) miraç gecesi Allah Teala'nı huzuruna götürülünce şöyle arzetti: "Ey Allah'ım senin nezdinde mümini durum nasıldır? Allah Teala şöyle buyurdu: "Benim dostlarımdan birine ihanet eden bana savaş açmıştır ve ben herşeyden daha çok dostuma yardım ederim. Ben faili olduğum hiç bir şeyde müminin vefatı konusundaki gibi tereddüt etmedim. O, ölümü hoş karşılamıyor ama ben ise onun ebedi olmasını hoş karşılamıyorum.
Mümin kullarımdan bazısı sadece zenginlik ve ihtiyaç-sızlık ile ıslah edilebilir. Ben onları ondan başkasına yöneltirsem helak olurlar. Mümin kullarımdan bazısını ise sadece fakirlik ıslah edebilir ve ben onları ondan başkasına yöneltirsem helak olurlar. Kulumu Kur'an'a en yakın kılan sevgili şey, kendisine farz kıldığım şeyleri eda etmesidir. Kulum nafileler vasıtasıyla bana yakınlaşır ve ben de onu severim. Onu sevince de onun duyduğu kulağı, gördüğü gözü, konuştuğu dili ve tuttuğu eli olurum. Eğer beni isterse ona icabet ederim ve benden birşey isterse ona ihsanda bulunurum." (Usul-i Kafi, C/2, s/352. İman ve Küfür kitabı. 8. hadis.)
ŞERH
Biz bu hadisle ilgili açıklamaları birkaç fasıl zımnında beyan etmeye çalışacağız.
Fasıl
Allah Teala'ya Terdid Nisbeti Hakkında Yapılan Tevcihatlar Beyanında
Biz daha önce bazı hadislerin şerhinde müminlere ihaneti şerhetmeye çalıştık. Dolayısıyla burada tekrara gerek görmüyoruz. Şimdi hadisin diğer fıkralarını beyan etmeye çalışacağız.
Bil ki bu hadiste Allah Teala'ya tereddüt isnad edilmiştir. Sahih hadislerde ve hatta Kur'an-ı Kerim'de bile tereddüt be-da, Allah Teala'nm imtihanı ve pek çok hususlar yeralmıştır ki alimlerin nazarını celbetmiş ve hepsi de kendi meslekleri hasebiyle birtakım tevil ve tevcihlerde bulunmuşlardır. Nitekim şeyh Behai (ra) Erbain adlı kitapta üç tevcihte bulunmuştur ki bunlara kısaca işaret edeceğiz:
Evveli şudur: Kelamda izmar vardır. Yani "eğer bana tereddüt caiz ise" diye mana edilmelidir, ikincisi şudur: İnsanlar sadece muhterem saydıkları kimseler hakkında tereddüt ederler. Onların dışındaki kimseler hakkında tereddüt etmezler. Dolayısıyla tereddüt istiare yoluyla ihtiramın yerine zikredilebilir. Maksad şudur: "Kullarımdan hiç birisi mümin kimse kadar benim nezdimde değer ve ihtiramı yoktur."
Üçüncüsü de şudur: Allah Teala nimetlerini izhar etmekte ve mümin kuluna bir takım müjdeler vermektedir ki böylece ölümden hoşlanmaması ortadan kalksın ve ebediyet alemine rağbeti artsın. Dolayısıyla da bu hali, dostuna ardından birtakım faydaları olan bir elem vermek isteyen kimseye teşbih etmiştir. Bu şahıs bu elemi nasıl ulaştıracağı hususunda tereddüt içindedir. Dostuna çok az eziyet etmek istemektir. Bu yüzden daima birtakım teşvik edici beyanlarda bulunmalıdır ki kabul görsün.
İrfanı Tevcih Beyanında
Bu babda ariflerin ve filozofların yolu başkadır. Biz bunu anlamaktan uzak olduğumuzdan tafsilata girmiyor ve mu-kaddematmı zikretmiyoruz. Sadece itibara yakın olanı ve zevkle muvafık olanı zikrediyoruz.
Bilmek gerekir ki melekut ve ceberutun nihayetinden zulmetler ve heyula aleminin nihayetine dek tüm vücud mertebeleri Allah Teala'nın cemal ve celalinin mazharları ve rubu-biyet tecellilerinin mertebeleridir. Hiç bir varlık kendinden bir istidlale sahip değildir. Hepsi de fakirlik ve ihtiyacın bizzat kendisidir. Hepsi mutlak şekliyle Allah'ın emrine müsah-hardır ve ilahi emirlere tabidir. Nitekim bu hususta Kur'an-ı Kerim'de birçok ayetler vardır. Örneğin "Onları siz öldürmediniz, ama onları Allah öldürdü. Attığın zaman da sen atmadın, ama Allah attı." (Enfal, 17) Ayette yer alan bu ispat ve nefiy iki iş arasındaki iş makamına işarettir. Yani sen attın aynı zamanda sen atmadın. Yani sen kendi enaniyet ve istidadınla atmadın belki Allah Teala'nın kudretinin senin aynandaki zuhuru ve kudretinin senin mülk ve melekutun-daki nüfuzu sayesinde attın. O halde sen attın. Aynı zamanda Allah Teala attı. Bunu bir benzeri de Kehf suresinde yer almıştır. Hızır ve Musa (as) kıssasında yer aldığı üzere Hz. Hızır bunun bir benzerini beyan ederek noksanlık ve ayıbın olduğu bir hususu kendisine isnad etmiş. Kemal olduğu hususu ise Allah'a isnad etmiştir. Bir hususta da her iki isnadı sabit kalmıştır. Bir yerde "ereddu" derken diğer bir yerde "erade rabbuke" ve diğer bir yerde "eredna" demiştir. Hepsi de doğrudur.
Bir başka örnekte ise Allah Teala şöyle buyurmaktadır: "Allah öleceklerin ölümleri anında ölmeyeceklerinde uykuları anında ruhlarını alır. Ölmelerine hükmettiği kimselerinki-ni tutar, diğerlerini bir süreye kadar salıverir." (Zümer, 42)
Halbuki canları alan ölüm meleğidir. Hakeza bir ayette de şöyle yer almıştır: "Hidayete erdiren de saptıran da Allah Teala'dır. Allah Teala istediğini saptırır ve istediğini hidayete erdirir." Halbuki hidayete erdirici olan Cebrail'dir ve Ra-sulullah'tır. "İnkara sapanlar derler ki "Ona rabbinden bir ayet (mucize) indiril şeydi ya. Sen yalnızca bir uyarıcısın ve her topluluk için bir hidayet önderisin." (Rad, 7) Saptırıcı olan da şeytandır. Hakeza ilahi nefha İsrafilin surundan İs-rafili bir nefha haliyle çıkmaktadır.
Bir bakışa göre Azrail, Cebrail, İsrafil, Muhammed, diğer nebiler ve bütün tahakkuk diyarı mutlak malikin mülkü mukabilinde ve hakkın nafiz iradesi karşısında nedir ki onlara birşey isnad edilsin. Mazharlann tümü Allah'ın irade ve kudretidir. "Göklerde de odur ilah ve yerde de odur ilah." Bir görüşe göre (bu görüş kesret görüşüdür. Sebep ve müsebbeblere teveccüh görüşüdür.) tüm sebepler kendi yerinde doğrudur ve en kamil nizam neden sonuç ilişkisi üzere idare edilmektedir. En küçük bir sebep ve aracı ortadan kaldırırsak vücud dairesinin çarkı dönmez. Hadis'in sabit ile olan ilişkisi olmazsa feyz ortadan kalkar ve rahmet nazil olmaz. Yüce irfa-ni kitapları ve özellikle de Molla Sadra'mu kitaplarını der-keden ve bunu kalp makamına ulaştıran insana bu bablar keşfolur. İrfani tahkik merhalesinde bütün bu isnadlarm sahih olduğunu ve asla mecaz olmadığını anlar. Zira müvekkel meleklerden bazısı müminlerin makamlarını görmektedir. Diğer taraftan müminlerin ölümden hoşlanmadığını da görüyorlar. Dolayısıyla onlarda birtakım tezelzül ve tereddüt hasıl olmaktadır. Bu haleti Allah Teala kendisine isnad etmiştir. Nitekim öldürmenin, hidayetin ve delaletin aslını da kendine isnad etmiştir. Onlar irfani açıdan sahih olduğu gibi bu sahihtir. Bunu idraki için zevki selim ve letafet ehli olmak gerekir. Bilen ve hidayete erdirici olan da Allah'tır.
Şu da söylenmelidir ki vücudun hakikati kemal hakikatinin aynısıdır. Çirkinlikler ve noksanlıklar Allah Teala'ya isnad edilemez. Bu kendi mahallinde de isbatı edilmiştir. Feyiz her ne kadar kemale yakın olur ve zayıflıktan uzaklaşırsa hak ile olan ilgisi daha da kamil ve Allah Teala'nm zatına isnadı da daha da gerçek olur. Ama eğer zulmet ve yokluk galib gelir, hudud ve noksanlıklar artarsa bu rabıta ve nakıs isnad uzak olur. Bu yüzden yaratıcılık fiilleri şeriat dilinde daha çok Allah'a isnad edilmiştir.
Ama mülki ve teceddüdi fiiller Allah'a oldukça az isnad edilmiştir. Eğer açık bir göz ve uyanık bir kalp noksanlıkları kemalden ve çirkinlikleri güzelden ayırırsa anlar ki tüm tahakkuk diyari Allah Teala'nm fiili tecellisidir ve ona isnad edilmiştir. Allah Teala'nın tüm fiilleri cemil ve kamildir. Tüm noksanlık ve çirkinlikler Allah Teala'dan uzaktır ve ona isnad edilemez. Filozofların dilinde yaygın olan bir arazî (asil olmayan) isnad ise talimin evvelinde ve hikmette yaygındır. Bu makamda birtakım yanlışlıklar vardır ki bunlardan sarf-ı nazar etmek daha da evladır. Bu nüktenin beyanından maksadımız evvela bazı yanlış tevehhümleri ortadan kaldırmaktır. Bu makamda marifetlerden yoksun olan cahil bu tevehhümlerde bulunabilir.
Saniyen bu terdid ve bazı melekuti varlıkların tereddüdünün Allah'a isnadı bu alemde vaki olan işlerden daha tamam ve kamildir. Üçüncü olarak hakikatelri bilen arif bir insan kemal ve noksanlığı bu terdid ve tereddüt halinde birbirinden ayırmalıdır. Kemal cihetini Allah'a isnad etmeli ve noksanlık cihetini ise O'ndan selbetmelidir.
Tatmim Terdid Hadisi Hakkında Yapılan Başka Bir Tevcih Beyanında
Bu makamda başka bir tevcihte vardır ki eskiden beri bu kasır ve zayıfın nazarına gelmiştir. Ki Allah Teala'nın bazı kulları ya arif ve evliyadır ve ilallah seyrinde kalp erbabının yolunda yürümektedirler. Bu kullar Allah'ın meczup ve cemaline aşık kullardır. Bunların emel ve kalbi teveccühleri Allah Teala'nın mukaddes zatmadır. Allah'tan başka hiç bir şeye hatta kendilerine ve kemallerine bile nazar etmezler. Allah'ın bazı kulları da dünya süsüne dalmış mal ve makam sevgisinin zulmetlerine gömülmüştür. Dolayısıyla kalbi teveccühleri enaniyyet ve kendi kemalleridir. Asla mukaddes aleme teveccüh etmez üst mahfiline yönelmez ve onlar Allah'ın isimlerinde ilhada düşenlerdir.
Üçüncü taife ise müminlerdir ki onlar iman nuru hasebiyle mukaddes aleme müteveccihtir. Ama bu aleme teveccühleri hasebiyle de ölümden hoşlanmamaktadırlar. Allah Teala bu mülki, melekuti, ilahi, halki, ahireti ve dünyevi cezbeleri terdid diye tabir etmiştir. Nitekim terdidde de bu ikilem söz-konusudur. Adeta demektedir ki mevcudaddan hiçbirisinde mümin kulumda olduğu şekliyle mülki ve melekuti cezbeler yoktur. Bir taraftan mülk alemine teveccüh ettiğinden ölümden hoşlanmamakta, bir taraftan da ilahi cezbe onu kendine cezbetmekte ve onun kemaline doğru ulaştırmak istemektedir. O halde Allah Teala onu mülkte baki kalmasını sevmemektedir. Diğer insanlar böyle değildir. Zira velilerin mülki cazibeleri yoktur. Dünyaya dalanlar ise dünyada melekuti cezbelere dalmamışlardır.
Bu cezbelerin Allah'a isnadı önceden dediğimiz gibi beyan edilmelidir. Bu bağlamda seyyid Damad ve muhterem öğrencisi Molla Sadra'nm birtakım beyanları vardır ki bunu zikretmek konunun uzamasına sebep olacağından sarf-ı nazar ediyoruz.
Fasıl
Allah Teala'nm Müminlerin Halini Fakirlik Veya Zenginlikle İslah Ettiği Beyanında
Hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur: "Bazı kullarımı fakirlikten başka birşey ıslah etmez; eğer onlardan fakirliği alacak olursam helak olur. Hakeza bazı kullarımı da zenginlikten başka birşey ıslah etmez. Ve o olmaksızın helak olurlar." Bu cümlelerden anlaşılmaktadır ki Allah Teala'nm mümin kullarına verdiği zenginlik veya fakirlik, sıhhat veya hastalık emniyet veya dehşet ve benzeri herşey müminlerin halini ıslah ve kalp haletlerini halis kılmak içindir.
Bu hadis müminlerin hastalıklara, açlığa, fakirliğe, yoksulluğa ve sair belalara mübtela olacağını bildiren birçok hadislerle de münafat arzetmemektedir. Zira Allah Teala geniş rahmeti ve kapsamlı fazlıyla tedavi eden bir tabib ve merhametli bir hasta bakıcı gibi herkesi belli bir şekilde dünyadan sakındırmaktadır. Bazen birine servet vermekte ve imanının noksanlığı, kemali, zayıflığı ve şiddeti hasebiyle onu başka belalara duçar kılmaktadır. Servet ve zenginliği birçok belalarla içice vermektedir ki onu dünyadan ve dünya sevgisinden alıkoysun. Bu şahsın mizacı öyledir ki fakir kalacak olursa dünya ehlini saadet ehli bildiğinden hemen dünyaya yönelecek ve dünyanın talısilinde felakete ulaşacaktır. Arada dünyayı ona verir ve dünyaya tapmaması içinde onu birçok dahili ve harici zahmetlerle birlikte kılarsa o şahıs dünyadan yüz çevirir. Üstadlarımızdan biri şöyle buyuruyorlardı: İnsanın birden fazla kadınla evlenmesinin dünyaya giriş ve dünyaya teveccüh olduğu sanılmaktadır.
İnsan buna mübtela olunca görüyor ki bu öyle bir büyük iştir ki insan dünyaya girdiği gibi dünyadan çıkmakta ve ondan yüzçevirmektedir." O halde Allah Teala mümin kul bazen fakirliğe mübtela kılmakta ve onları İslah etmektedir. Bu vesile ile onlar dünyadan yüzçevirmekte ve dünyaya gönül vermemektedir. Bazen de müminleri zenginliğe mübtela kılmakta ve insan dünya lezet ve keyifleri içinde olduğunu sanmaktadır. Öte yandanda birçok zorluklar, baskılar ve musibetlere mübtela olmaktadır. Bunun fakir müslümanların Alah nezdindeki üstünlüğü ile de bir münafatı yoktur. Nitekim birçok rivayetlerden de bu anlaşılmaktadır. Biz bu babda birtakım açıklamaları önceki hadislerin şerhinde beyan etmeye çalıştık.
Fasıl
İrfanda Farz ve Nafilelerin Yakınlığı ve Neticeleri Beyanında
Bil ki ilallah saliki ve nefsin karanlık beytinden gerçek Kabeye hicret eden bir insanın ruhani ve irfani bir seferi vardır ki bu yolcuğun başlangıcı nefsin beyti ve enaniyetidir. Menzilleri ise afaki ve enfüsî veya mülki ve melekuti tecellilerdir ki bunlarda nurani ve zulmani hicaplar diye tabir edilmiştir. "Allah Teala'mn nurdan ve zulmetten 70 bin hicabı vardır." Yani ya vücud nurları ve tecelli zulmetleri ile mele-kut nurları ve mülk zulmetleri veya nefsin alakalan zulmetleri ile kalbin alakalarının tertemiz nurları. Bu 70 bin nurani ve zulmani hicaplar bazen cem tariki ile yedi hicab olarak tabir edilmiştir. Nitekim namazların girişinde getirilen yedi tekbir hususunda tahir imamlar bu tekbirlerden her birinin bir hicabı ortadan kaldırdığını buyurmuşlardır. İmam Hüseyin'in toprağı üzerine secde etme hususunda da bu secdenin yedi hicabı ortadan kaldırdığı beyan edilmiştir. Meşhur arif şöyle diyor:
"Attar yedi aşka şehrini geçti
Biz henüz bir sokakta kaldık."
Bazen bu hicaplar insanın vücudunda letaif-i seb'a (yedi latife) diye tabir edilmiştir. Bazen de üç tümel hicap olarak beyan edilmiştir. Afak'ta üç alem, enfüste ise üç mertebe diye tarif edilmektedir. Bazen orta bir yolla seyir ehlinin nezdinde malum olan bin menzile bazen bir itibara göre yüz menzile ve bazen de bir itibara göre de on menzile taksim etmişlerdir. Arif ve kamil şeyhimiz olan Şahabadî (dame zilluhu) bu menzillerden her birisi için de on beyt karar kılmıştır. Toplam bin beyt etmektedir. Allah Teala'nın naklettiği Hz. İbrahim'in o ruhani seyrinde bu menzilleri üç makam olarak tabir etmiştir. Birinde yıldızlar diğerinde ay ve üçüncüsünde ise güneş diye tabir edilmiştir.
Bilcümle bu ruhani seferin mebdei nefsin karanlığı beytidir ve menzilleri afak ve enfüs mertebeleridir. Bunun gayeti ise kamil insan için Allah Teala'nın işin başında tüm isim ve sıfatlarıyla olan zatıdır. Ve işin sonunda da isim ve sıfatlar onda fenaya ermektedir. Diğerleri için bu seferin gayeti ise esma, sıfat ve tecellilerden bir isim sıfat veya tecellidir.
O halde insan enaniyetini aştıktan bu evden dışarı çıktıktan, aslî maksadını taleb yolunda menzil ve merhaleleri katettikten, hepsini aştıktan, zalmani ve nurani hicapları yırttıktan, tüm varlıklar ve kainattan yüzçevirdikten, gönül ka-besinden tüm putları velayet eliyle dışarı attıktan kalp ufuklarından, güneşleri ayları ve yıldızları battıktan kalbi sadece Allah'a yöneldikten sonra şöyle der: "Ben yüzümü gökleri ve yeri yarataa çevirdim." Esma, zat ve fiillerde fenaya erdikten sonra artık kendinde tam bir fena, mutlak bir sa'k makamı hasıl olur.
Böylece Allah Teala vücudunda tasarrufta bulunur. Hakkın kulağıyla duyar ve Hakkın gözü olur. Hakkın kudret eliyle tutar ve hakkın lisanıyla konuşur. Hakkı görür ve haktan başkasından yüzçevirir. Hakkkıyla konuşur ve haktan başka bir şey söylemez. Haktan başkasına kör, sağır ve lal kesilir. Göz ve kulağı Haktan başkasına açılmaz. Bu makam sadece ilahi bir cezbe ve aşk ateşiyle hasıl olur. Bu sonsuz aşk cezbesiyle Allah'a yakınlaşır. Zati seyrinin ardından gelen rububi cezbe sayesinde kendisine yardım edilir. Böylece bu hayret vadisinde şaşkınlığa düşmez ve enaniyetinin artıkları sayılan şethiyyata (Allah hakkında birtakım aşırı sözlere) duçar olmaz. Bu hadisde iki şeye işaret edilmiştir: "Kulum nafilelerle bana yakınlaşır ve ben onu severim." Kulun yakınlaşması aşk cezbesindendir. Hakkın ilahi cezbesi ise sevgidendir.
"Maşuk tarafından bir cezbe olmazsa
Aşığın cezbesi bir yere varamaz."
O halde nafilelerin sağladğı yakınlığın nihayeti külli bir fena, mutlak bir izmihlaldir. Neticesi de "ben onun duyan kulağı olurum." hakikatidir. Bu tam fena, külli yokluk ve mutlak kendinden geçişten sonra ezeli inayete mazhar olur ve bu vasıtayla kendine gelir. Bu vasıtayla ünsiyet ve itminan kazanır. Celal ve cemal hicaplarım keşfeder. Suluk ehlinin hali bu makamda ilk makamdaki hali gibidir. Ayn-i sabiti hangi isme tabi olursa o isimde fani olur ve o isimle baki kalır. Sahv halinde de o isim kendisine keşfolur. Bu vesileyle de o isme tabi olan ayn-ı sabit kendisine keşfolur.
Nebilerin Nübüvvetteki İhtilafının Sırrı Beyanında
O halde insan-ı kamil'e en büyük cami' isim altında ayan-ı sabiti ve levazımının mutlak keşfi ezelen ve ebeden müyesser olur. Kendilerine mevcudatın kabiliyet ve haletleri ile sü-lukun keyfiyeti ve vusulün mahiyeti keşfolur. Bu keşf-i mut-lakm neticesi olarak da hatemiyyet ve nübüvet-i hatmi giysisini giyer. Diğer peygamberler ise mazharı oldukları isim münasebetiyle ve kendi vücudlarmın dairesi miktannca o isme tabi olan ayn-i sabitleri keşfeder. Kemal, noksanlık, eşre-fiyet, davet dairesinin darlığı ve genişliği gibi bir takım şeyler oradan başlar ve ilahi isimlere tabi olmaya rücu eder. Nitekim Misbahu'l-Hidaye risalesinde bunu tafsilatıyla zikrettik. Bilcümle mahvdan sonra ortaya çıkan sahv haletinden sonra vücudu hakkani olur. Allah Teala onun cemal aynasında diğer mevcudları müşahede eder ve meşiyetle aynı ufukta seyreder. Eğer insan-ı kamil olursa mutlak meşiyetle aynı ufukta seyreder. Ruhaniyeti Allah Teala'mn fiili zuhur makamının aynısını olur. Bu halde Allah Teala onunla görür. Onunla duyar ve onunla tutar. Bizzat kendisi Allah'ın nafiz iradesi kamil meşiyyeti ve fiili ilmi olur. Allah onunla duyar ve onunla görür. "Ali Allah'ın gözüdür, Allah'ın kulağıdır ve Allah'ın yanıdır". O halde farzların yakınlığı mahvdan sonraki sahv makamıdır. Neticesi ise bütün bu duyduklarındır.
Bilmek gerekir ki bu sahv ve kesrete rücu etmeye kurb (yakınlık) diyoruz. Zira mahvdan sonraki sahv makamı bizlere arız olan gafletten ayrı bir durumdur. Mutlak fenadan sonra hasıl olan kesrette vuku da bizim içinde vaki olduğumuz kesretten ayrı bir durumdur. Zira bizler için kesret hicaptır. Onlar için ise müşahede aynasıdır. "Gördüğüm her-şeyle birlikte içinde, öncesinde ve sonrasında Allah'ı gördüm" nafilelerin kurbunu esmai fena bilmek de mümkündür. Farzların yakınlığı ise zati fenadır o halde farzların yakınlığının neticesi mutlak mahv makamıdır. Bunun tafsilatı burada münasib değildir. Biz bu kadarıyla yetiniyoruz.
Fasıl
Şeyh Behai'nin Kelamını Nakli Beyanında
Şeyh Behai (ra) Erbain adlı kitabında bu hadisin şerhinde şöyle diyor: "Bu makamda kalb ashabı için yüce birtakım kelimeler , gizli işaretler ve zevkli imalar vardır. Ki ruhları nurlandırır ve bedenlere hayat verir. Bu manaları sadece riyazet ye mücahedet ehli olan kimseler anlayabilir. Sadece riyazet ve mücahedet ehli olan kimseler bunu tadabilir ve hakikatine ulaşabilir ama ilahi esrarlardan haberdar olmayan ve bu marifetler hazinesinden mahrum olanlar dünyevi ve nefsani lezzetlere daldığından bu kelimeleri duyduğunda büyük bir tehlike hisseder. İlhada mübtela olabilir. Hulul ve ittihad tevehhümüne kapılabilirler. "Allah Teala bundan yüce ve büyüktür." Biz bu makamdan oldukça sade bir dille beyanda bulunduk ki herkes tarafından kolayca anlaşılsın. O halde diyoruz ki bu sözler kurb hususunda mübalağadır. Muhabbet sultanının kulun zahirine batınına, sırrına ve alaniyyetine istilasını beyan etmektedir. O halde maksat şudur: "Bu kulum sevince onu kendime cezbederim, ünsiyet makamına ulaştırır ve kuds alemine teveccüh ettiririm. Fikrini melekut esrarına daldırır ve duyu organlarını ceberut nurlarını almaya yönlendiririm.
Dolayısıyla kurb makamında sabit kadem olur. Muhabbet kanına ve etine karışır. Kendinden gaib hale gelir ve duyularından gaflet eder. Başkaları gözünden silinir ve ben onun gözü ve kulağı olurum. Nitekim şöyle demişlerdir: "Benim deliliğim senin yüzündendir ve bu gizli değildir. Senden olan ateşim asla sönmez. O halde kulak, göz, beden ve kalb sensin."
Muhakkik Tusi'nin Kelamının Naklinde
Hace Nasir-i Tusi şöyle buyuruyor: Arif kendinden gaflet edip hakka ittisal edince tüm kudretleri, Allah'ın kudretinde tüm ilimleri Allah'ın ilminde ve tüm iradeleri Allah'ın iradesinde fani görür. Tüm vücutları ve vücutların kemalatlannı onda ve onun feyzinden görür. Bu makamda Allah-u Teala onun kulağı, gözü, kudreti, ilmi ve vücudu olur. Arif bu halde Allah'ın ahlakıyla ardaklanır.
Bu makamda muhakkik Meclisi ise şöyle buyuruyor: "Eğer insan tüm kuvvetlerini şehvet*ve şeytanlık yolundan harcarsa sadece büyük bir hüsran ve pişmanlık içinde kalır. Ama bunları Allah yolunda harcarsa, Allah Teala onları ruhani kuvvelere tebdil eder. Dolayısıyla onun göz ve kulağı ruhani göz ve kulak olur. O kulakla meleklerin sözlerini duyar. Ölüm vasıtasıyla da o kulak ve göz zayıflamaz. Kabirde o ruhani kulak ve gözle de soru ve cevaba muhatab olur. Kıyamette de bu ruhani göz ve kulak vasıtasıyla göz ve kulağa sahip olur. Ama bu göz ve kulağı olmayanlar kör ve sağır olarak haşrolur. Allah Tealada bu yüzden şöyle buyurmuştur: "Ben onun duyan kulağı olurum."
Tetimme
Şeyh Behai bu makamda şöyle buyuruyor: Bu hadisi şerif tasrih etmektedir ki farzlar müstehablardan daha faziletlidir. Eğer birisi "bu hadis farzlardan gayrisinin efzeliyetini nefyetmiştir. Bu farzların efzaliyetini gerektirmemektedir. Zira eşit de olabilirler" diye itiraz ederse kendisine denir ki, bu terkip çeşidi birçok lügatlarda efzaliyete delalet etmektedir.
Bilmek gerekir ki hadis-i şerifin zahirinden anlaşıldığı üzere aynı sınıftan olmasa da farzlar müstehablardan daha faziletlidir. Örneğin selama cevap vermek mendub olan hacdan, büyük medrese bina etmekten ve Rasulullah'ı ziyaret etmekten daha faziletlidir. Bu gerçi göze uzak bir ihtimal gelmektedir. Bu yüzden merhum Meclisi (ra) şöyle buyurmuştur: "Elbette bu efzaliyetin aynı sınıftan olan ibadetlere mahsus olması da mümkündür; ama delil buna delalet ettikten sonra uzak bir ihtimal göründüğü için böyle demek mümkün değildir. Başta da sonda da hamd Allah'adır.
Hazırlayan: ruhullah.com