Davud, Hz. Sadık'ın şöyle buyurduğunu naklediyor: Ra-sulullah buyurdu ki: "Allah (azze ve celle) Musa b. Imran a şöyle dedi: Ey İmranoğlu, kendi fazlımdan insanlara verdiğim şey sebebiyle onlara hased etme, gözünü ona dikme ve nefsini onun ardısıra gönderme. Zira hased eden kimse aslında benim nimetlerime gazablanır ve kullarım arasında yaptığım taksimden razı olmaz da yüzçevirir. Böyle olan bir kimse benden değildir ve ben de ondan değilim..." (*)
(*) Vesail, Kitabu'l-Cihad, Bab-u Tahrimi'1-Hased-Kafî, C.2., Ki-tabu'1-İman ve'1-Küfr, Babu'l-Hased, 6. hadis.
ŞERH
Hased, nefsanî bir halettir. Bu haletin sahibi, nimet ve kemal diye vehmettiği şeylerin başkalarından alınmasını arzu eder. Kendisi de bu nimete sahip olsun veya olmasın, kendisine de nasib olsun veya olmasın hiç farketmez. Bu, gıbta-dan başka birşeydir. Zira gıbta eden kimse, başkasında nimet diye vehmettiği şeyin onda zevalini arzu etmeksizin kendisine de nasib olmasını istemektedir. "Vehmî kemal" ve "nimet" dememizin sebebi ise, hased eden kimsenin zevalini arzuladığı o şeyin hadd-i zatında kemal ve nimet olması ge-rekmediğindendir.
Hased eden kimse bazen bizzat nakıs ve rezil olan birşeyi bile kemal zannetmekte ve de zevalini arzulamaktadır. Veya insanlığın noksanlığı ve hayvanlığın ke-malindendir ve hased eden kimse hayvanlık mertebesinde olduğundan onu kemal bilmekte ve dolayısıyla da zevalini istemektedir. Mesela halk arasında bazıları vardır ki, kan dökme ve cinayeti hüner olarak kabullenmekte ve böyle olan bir şahsa da hased etmektedir. Veya boş konuşmayı kemal zannetmekte ve bu sıfata sahip kimseye hased etmektedir. Öyleyse burada mizan kemal bulunduğunu vehmetmek ve o işi bir nimet olarak düşünmektir.
Başkalarında bir nimet görüp de (gerçekten de nimet olsun veya olmasın) bunu zevalini isteyen kimse hased sahibidir.
Bil ki hased hususunda da, hased edilen, hased eden ve bizzat hased hasebiyle bazı derece ve kısımlar vardır.
Hased edilen kimsenin hali açısından, aklî kemaller, övülmüş hasletler, menasık, salih ameller ya da mal, evlad, azamet, haşmet vb. dış ve haricî meselelerde hased edildiği gibi kemal olduğu vehmedilince bunlardan herbirinin mukabiline de hased edildiği görülür.
Hased eden kimsenin hali açısından: Hased, bilindiği gibi düşmanlık, tekebbür, korku ve sonradan zikredilecek olan birtakım benzeri meseleler yüzünden ortaya çıkmaktadır.
Bizzat hased hali itibarıyla: Denebilir ki, hasedin gerçek taksimat ve dereceleri bunlardır, eskiden zikredilenler değil. Öyleyse şiddet, za'f dereceleri içinde birçok mertebeler vardır ki, sebepler açısından farklılık arzetmektedir. Aynı şekilde etkileri itibariyla muhtelif halde bulunmaktalar. Biz de inşa-Allah birkaç fasıl zımnında hasedin fesadları ve ilacına, makdur olduğu kadarıyla değinecek, açıklık getirmeye çalışacağız. Tevfik Allah'tandır.
Fasıl
Hasedin Bazı Sebepleri
Hasedin birçok sebebi vardır, ama başlıca sebeplerinden biri, insanın kendi nefsini zelil, hor ve aşağılık görmesidir. Nitekim kibirde, halin farklılığı hasebiyle bunun aksi sözko-nusuydu. İnsan kendisinin bir kemali olduğunu ve başkalarının da bu kemaldan yoksun olduğunu görünce nefsinde bir nev'i üstünlük ve yücelik duygusu uyanır ve tekebbürde bulunur. Başkalarını kamil gördüğünde ise bir nevi aşağılık kompleksine kapılır, dış amiller ile nefsanî maslahatlar olmadığı takdirde bu onda hasedin meydana gelmesine sebep olur. Bazen de bu zebunluğunu başkalarının kendisiyle eşitliğinde düşünür. O zaman da kemal ve nimet sahibi kimse kendisi gibi veya kendisinin ardından gelen kimselere karşı hasedde bulunur. Dolayısıyla da denebilir ki hased, etkisi başkalarından nimet ve kemalin zeval bulmasını istemek olan nefsin zebunluk ve aşağılık kompleksine kapılmasıdır. Allame Meclisi (kuddise sırruhu) gibi bazıları da hasedin se-beblerinin yedi şey olduğunu söylemişlerdir:
1-Adavet: Düşmanlık
2-Taazzuz: Hased edilen kimsenin sahip olduğu nimet ve kemal sebebiyle kendisine tekebbür ettiğini görünce buna dayanamayıp bu nimetin ondan zevalini arzu etmek.
3-Kibir: Hased eden kimsenin, nimet ve kemal sahibi kimseye karşı tekebbürde bulunmayı istemesi ve bunun da sadece o nimetin zevaliyle mümkün olması.
4-Taaccub: Bu büyük nimetin herhangi bir şahsa veril-diğni görünce taaccüb edip şaşkınlığa düşmek Nitekim Allah Teala önceki ümmetlerin şöyle dediklerini haber veriyor: "Sizler de bizim gibi beşersiniz ancak." (*) Aynı şekilde, "bizim gibi beşer olan bu ikisine mi iman edeceğiz." (**) diyorlardı. Kendileri gibi olan kimsenin risalet ve vahiy sahibi olmasına taaccüb ediyor ve dolayısıyla da hasedde bulunuyorlardı.
(*) Yasin Suresi, 15.
(**) Mü'minun Suresi, 47.
5-Havf (korku): Nimet sahibi kimsenin, sahib olduğu kemal ve nimet sebebiyle kendisinin mahbub bulduğu maksad-lan hususunda rahatsızlık çıkarmasından korktuğu için o nimetin zevalini ister.
6-Riyaset sevgisi: Şahsın riyasette bulunması sadece
başkalarının nimette kendisiyle müsavi ve ortak olmaması
na bağlıysa böyle bir şahıs kendisi dışında hiç kimsenin mez
kur nimete sahib olmasını istemez.
7-Yaratılış habisliği: Hiç kimseyi nimet içinde görmek is
temez.
Ama bu satırların yazarının inancına göre bu sebeplerin çoğu, belki de hepsi aslında insanın aşağılık kompleksine düşmesi ve kendisini zebun olduğunu tasavvur etmesine dönmektedir. Hasedin direkt sebebi, meşhurun hasede getirdiği tarif üzere bundan ibarettir. Ama bizim hasede mana verirken, bizzat bu haletin hased olduğunu söylememiz ise zikredilen şeyin sıhhatini zorlaştırmak ve sıkı tutmak demek değildir. Velhasıl bu manalar etrafında bahiste bulunmak bizim maksadımız olmadığı gibi bu sayfalar için de müsait değildir.
Fasıl
Hasedin Bazı Fesadları
Bil ki hased, insanı helak eden kalbî bir hastalıktır ve ondan, birçok kalbî hastalıklar, kibir ve insanı helak eden amillerden olup insanın helak olması hususundak birer müstakil sebep konumunda olan amellerin fesadları vücuda gelmektedir. Biz de oldukça açık olan bazılarını zikretmeye çalışacağız. Çaresiz bazı gizli fesadlar da vardır ki, yazarın nazarından da saklı ve örtülüdür. Hasedin bizzat fesadı oldukça fazladır. Muaviye b. Veheb'in sahihinde Hz. Sadık-ı Mu-saddık şöyle buyuruyor: "Dinin afeti, hased, ucb ve övünmektir." (*)
Hz. Bakır (as), Muhammed b. Müslim'in sahihinde şöyle buyuruyor: "Kul hangi sürçme ile -gazab sebebiyle fiilî veya dilinden sadır olan- gelirse gelsin bağışlanır. (Ama) hased, ateşin odunu yediği gibi o da imanı yer bitirir." (**)
Malum olduğu gibi iman, kalbi Hakkın (azze ve celle) tecelli ve cilvelerine mazhar kılan bir nurdur. Nitekim hadis-i kudsîde şöyle yer almıştır: 'Yer ve göklerim beni almadı.
(*) Kafî, C.2., Kitabu'1-İman ve'1-Küfr, Babu'l-Hased, 5. hadis.
(**) Kafî, C.2., Kitabu'1-İman ve'1-Küfr, Babu'l-Hased, 1. hadis.
Ama mü'min kulumun kalbi beni aldı." (*)
(*) Ihyau'1-Ulum, C. 3., S. 12. 156
Kalbi tüm mevcudattan daha geniş karar kılan bu ilahî nur ve manevî ışık, kalpte bu rezil hasletin bulanıklığından vücuda gelen darlık ve karanlık ile çelişki içindedir. Kalb mahzun ve bitkin, sine tutulmuş ve dar, çehre somurtkan ve asık olur. Bu haller iman nurunu batıl kılıyor, insanî kalbi öldürüyor ve ne kadar kuvvet kazanırsa o kadar iman nuru zayıflıyor, sönmeye yüz tutuyor.
Zahir ve batında hased sebebiyle vücuda gelen eserler, mü'minin manevî ve zahirî vasıflarıyla çelişki içindedir. Mü'min Allah Teala'ya nisbeten iyimser ve kulları arasında yaptığı taksimattan ise razı olan kimsedir. Hased eden kimse ise Hakk Teala'ya nisbeten gazablı, O'nun takdirlerine küskün ve yüzçeviren kimsedir. Hadis-i şerifte de yer aldığı gibi mü'minin kötülüğünü istemez. Onun aziz ve kerim olmasını arzu eder. Hased eden kimse ise bunun tersinedir. Mü'min dünya sevgisinin mağlubu, hasud ise dünya sevgisinin şiddetinden bu rezil haslete mübtela olmuştur. Mü'minin hiçbir korku ve hüznü yoktur. Hakk Teala'dan başka hiç kimseden çekinmez. Ama hasudun hüzün ve korkusu hased ettiği şey etrafında döner dolaşır. Mü'minin alnı geniştir. Yüzünden müjde okunur. Hasudun ise yüzü asık ve somurtkandır. Mü'min mütevazidir, ama hasud birçok zamanlar tekebbür eder. Hased imanın afetidir ve ateşin odunu yediği gibi imanı yer bitirir.
Ahiretteki necatın sermayesi ve kalplerin hayatı olan imanı insanın elinden alması ve onu müflis kılması bile bu rezil hasletin çirkinlik ve kötülüğünü göstermeye yeter de artar bile. Hasedin ayrılmaz bir parçası olan büyük fesadlardan biri de Halika, hakiki velinimete gazablanmak ve Onun takdirlerine küsmek ve yüzçevirmektir. Bugün tabiatın zulmanî hicabları ve onunla meşguliyet, tüm müdrikatı-mız, mahcub (hicablı), göz ve kulaklarımızı ise kör ve sağır yapmıştır. Ne Maliku'l-Müluk'a gazablı ve küskün olduğumuzu biliyoruz ve ne de bu gazab ve küskünlüğün melekût ve aslî-daimî meskendeki suret ve tecessümün ne olduğunu biliyoruz. Sadece Hz. Sadık'm (as) şu sözünü işitiyoruz: "benden yüzçeviren ve bana gazablı olan kimse benden değildir ve ben de ondan değilim." Ama Hakk Teala'mn bizlerden beraati ve bizarının nasıl bir musibet olduğunu ve altında nelerin bulunduğunu bilemiyoruz? Hakkın velayetinden dışarı çıkan ve erhamür-rahiminin rahmet perçemi altından dışarı sürülen kimse için hiç mi hiç necat ve kurtuluş ümid edilemez. Şefaatçilerin şefaati de ona nasib olmayacaktır; "O'nun izni olmadan Allah katında kim şefaat edebilir." (*)
(*) Bakara, 255.
Allah'a gazablanan, velayet sığmağından, dışarı çıkan ve kendisiyle maliki arasında dostluk bağını koparmış olan kimseye kim şefaat edebilir? Yazıklar ve eyvahlar olsun, bizzat kendimiz kendi başımıza neler getirdik! Enbiya ve evliya ne kadar feryad edip bizleri uykudan uyandırmak istediyse de biz daha da bir gaflet uykusuna daldık ve şekavetimiz gün geçtikçe daha da bir fazlalaştı.
Bu hulkun fesadlarından biri de ahiret alimlerinin de buyurduğu gibi kabir azabı ve zulmetidir. Zira buyuruyorlar ki ruhî baskı ve kalbî bulanıklığı olan bu alçak ve fasid ahlakın berzahî ve kabrî suret ve tecessümü, kabir azabı ve zulmetidir. Kabrin darlık ve ferahlığı, göğüs genişliğinin varlık ve yokluğuna tabiidir.
Hz. Sadık'tan (as) rivayet edilmiştir ki, Rasulullah bir gün dışarı çıkarak Sad'ın teşyî merasimine katıldı. Yetmiş bin melek de onu teşyî etmeye gelmişlerdi. Rasullullah (sav) başını semaya kaldırarak şöyle dedi: "Sad gibi kabir azabı gören var mı?" Ravi İmam'a (as) arzetti: "Fedan olayım, bizlere Sad'ın sadece idrardan sakınmadığı nakledilmişti." Hazret şöyle buyurdu: "Maazallah, onun hulkunda sadece bir kötülük vardı, o da ev halkına karşı kötü davranırdı."(*)
(*) Kafi, C.3., Kitabu'l-Cenâiz, Babu'l-Mes'ele fi'1-Kabr, 6. hadis.
Hased sebebiyle kalpte vücuda gelen darlık, baskı, bulanıklık ve zulmet, fasid hulklarm sadece çok az bir kısmında mevcuttur. Velhasıl bu hulkun sahibi hem dünyada azab görmekte ve mübtela bulunmaktadır, hem de kabirde baskı ve zulmet içindedir ve hem de ahirette zavallı ve çaresiz kalacaktır. Bunlar hasedin bizzat sebeb olduğu fesadlardır, o da başka bir fasid hulk ile batıl ve fasid amelin vücuda gelmesine sebep olmazsa.
Başka bir fesada sebep olmaması ihtimali ise oldukça azdır. Belki ondan ahlakî ve amelî birçok kötülükler vücuda gelir. Önceden de zikredildiği gibi, bazı yerlerde kibre, gıybete, koğuculuğa, sövmeye, eziyete ve insanın helakına sebep olan benzeri birçok fesada sebep olmaktadır.
Öyleyse her akıllı insanın himmet kemerini kuşanarak kendisini bu utançtan ve imanını bu yakıcı ateş ve büyük afetten kurtarması gerekir. Kendisini daimî ve ebedî bir azab olan bu alemde, fikrî baskı, kalp darlığı, berzah ve kabir zulmetleri ve ilahî gazabdan kurtarması lazım gelir. Biraz düşünürsen, bunca fesadı olan birşeyin mutlaka tedavi edilmesi gerektiğini anlarsın. Üstelik senin bu hasedinin hased edilene de hiç bir zararı yoktur. Senin hasedin sebebiyle ondaki nimet zail olmamaktadır. Belki onun için dünyevî ve uhrevi bir faydası bile vardır. Zira onun hasudu ve düşmanı olduğundan dolayı senin mübtela ve mahzun olmanın onun için menfaati vardır. Kendisinin nimetler içinde olduğunu senin ise bundan azab çektiğini görmesi bile kendisi için bir nimet sayılır.
Eğer sen bu ikinci nimetin farkına varsan, o zaman da senin için başka bir azab ve fikir baskısı hasıl olur. Bu azabın da onun için bir nimettir.. Demek ki, sen daima gam, baskı ve derd içindesin, o ise nimet, ferah ve genişlik.. Ahirette de senin bu hasedinin ona faydası dokunacaktır. Özellikle de işi gıybet, iftira ve benzeri eziyetlere vardırmışsan o zaman senin iyilik ve hasenatlarını ona verirler ve sen de zavallı ve iflas etmiş olursun o ise nimet ve azamet sahibi.. Eğer biraz olsun bu hususta tefekkür edecek olursan kendini bu rezil hasletten kurtarır ve nefsini bu helaketten azade kılarsın.
Zannetme ki bu nefsanî rezillikler ve ruhî hulklar asla değişmez, ortadan kalkmaz. Bunlar şeytan ve nefs-i emma-renin sana ilka ettikleri birtakım boş hayallerdir ki, seni nefsini ıslahtan ve ahiret yolunun sülûkundan alıkoymaya çalışmaktadır. İnsan bu değişiklikler diyarı ve tebdilatlar neşetinde olduğu müddetçe tüm vasıf ve hulkları değişebilir. Melekeler her ne kadar sağlam ve muhkem de olsalar da bu alemde olduğu müddetçe zail ve yok edilebilirler. Ama şiddet ve za'f ihtilafı sebebiyle tasfiye ve tezkiyenin zahmeti de farklılık arzetmektedir.
Nefste yeni yeni vücuda geldiği sıralarda az bir zahmet ve riyazetle nefsanî bir sıfatı zail ve izale etmek pekala kolaydır. Bu haliyle kökleşmiş ve yere çakılıp kalmamış bir fidana benzemektedir adeta. Ama bu sıfat nefste kökleşir ve nefsin yerleşik melekelerinden biri haline gelirse zevali mümkün olsa da biraz zor ve zahmetlidir. Yaşlanmış ve kökleşmiş bir ağacı sökebilmek biraz zordur. Sen kalb ve ruh fe-sadlarının kökünü söküp atma fikrinde ne kadar geç hareket edersen, bir o kadar daha fazla zahmet ve riyazet çekmen gerekir.
Ey aziz ilk olarak zahir ve batın memleketinde ahlakî veya amelî fesadın vücuda gelmesine izin verme. Başlangıçta vücuda gelmesine izin vermemen, girip kökleştikten, tüm vücudunu kapladıktan sonra yok etmeyi ve dışan çıkarmayı istemenden daha kolaydır. Bu rezilliği yok etmede ne kadar gecikirsen bir o kadar da fazla zahmet çekmen gerekir. Zira dahilî kuvveler gittikçe zayıflamakta, kuvvetten düşmektedir.
Büyük şeyhimiz ve değerli arif Şahabâdî (ruhum ona feda olsun) şöyle buyuruyordu: "Gençlik kuvveti ve neşat olduğu müddetçe insan ahlakî fesadlara karşı daha iyi kıyam edebilir ve insanlık vazifesini daha iyi yerine getirebilir. Bu kuvvenin elinizden çıkıp ihtiyarlığın gelip çatmasına dek gaflet etmeyin. Zira o zaman muvaffak olmak oldukça zordur. Far-zen muvaffak olursa da ıslah için çok zahmet çekmek gerekir. Akıllı bir insan herhangi bir şeyin fesadını görecek olursa -eğer ona bulaşmamışsa- kesinlikle onun etrafında dönüp dolaşmaz ve kendisini o işe bulaştırmaz. Eğer Allah korusun bulaşmışsa da hemen ıslahına çalışır ve kökleşmesine izin vermez. Eğer kökleşmişse büyük bir zahmet ve meşakkate katlanarak berzahı ve uhrevî meyvesini vermesin diye hemen onu söküp atmaya çalışır."
Maddî tebdilatlar ve tağyirler neş'eti olan bu alemden bu fasid hulk üzere göçecek olursa bu habis ağaç meyve verecek ve onu söküp atma işi de artık elinden gelmez olacaktır. Böylece ahiret ve berzah alemine kadar da nefsanî hulklarından birisinin dahi değişmesi çok uzak ve gayri mümkün hale gelecektir.
Rasulullah (sav) bir hadis-i şerifte şöyle buyuruyor: "Cennet ehli cennette ve cehennem ehli de cehennemde kendi niyetleri vasıtasıyla ebedî olarak kalacaklardır. Rezil ahlakın bir neticesi olan fasid niyet, menşe ve kaynağı zail olmadığı müddetçe asla zail olmaz."
O alemde melekeler o kadar kuvvetli ve şiddetli bir şekilde zuhur edecektir ki, ya asla zail olmayacak -ki o zaman ebedî olarak cehennemde kalacaklar- ya da zail olsa bile ilahî asırlar sonunda, o da birçok sıkıntı zorluk ve ateşten sonra olacaktır.
Öyleyse ey akıllı, dünyevî bir aylık veya bir yıllık cüz'i bir zahmet neticesinde ıslah edilmesi mümkün olan ve aynı zamanda dünyevî ve uhrevî bela ve musibetlere de son verecek olan bu meseleyi sonraya bırakma ki helak olursun.
Fasıl
Ahlakî Fesadların Kökleri
Daha önceden de zikredildiği üzere kalb nasibi olan iman, akıl nasibi olan ilimden başka birşeydir. Tüm ahlakî ve amelî fesadlar, kalbin imansız oluşundan ve aklın, aklî burhan yoluyla veya enbiyanın haber vermesiyle derk ve idrak ettiği şeyleri kalbe ulaştırmamasından ve kalbin o şeylerden habersiz bulunmasından vücuda gelmektedir.
Filozof, mütekellim ve şeriat ehli olan tüm herkesin kabul ve tasdik ettiği ve hiç kimsenin şek etmediği bir mesele şudur: Mutlak Makamın (cellat kudretuh) vücud, kemalat, nimet genişliği, nzık ve mühlet taksimi gibi hususlarda kudret kalemiyle cereyan eden îherşey en iyi program ve en güzel nizamdır. Ve tam maslahatlarla mutabıktır, Tasavvur edilen nizamların en kamili îaa külli İbir nizamdır. Ama herkes kendine has bir dil ve mesleğime uygun bir ıstılahla bu ilahi latife ve kamil hikmeti beyan etmeye çalışmışlarda*.
Arif diyor ki mutlak Cemil'in gölgesi de mutlak eemildir. Filozof ise şöyle diyor: Tabiat aleminde varolan nizam 'ilmi, nizam ile mutabık olduğu gibi naks ve serden de teridir. Vehmedilen cüz'î şeyler, mevcudatı layık olduğu kemaltease ulaştırmak içindir. Mütekellim ve şeriat ehli ise şöyle diyor: Hekim'in fiilleri, hikmet ve salah üzeredir. Beşerin cüz'i ve mahdud aklı ise ilahî takdiratlardaki tam maslahatları idrakten acizdir. Bu mesele hepsinin dilinde cereyan etmekte olup herkes ilmi ve aklî kapasitesince onun için bir burhan ikame etmektedir. Ama kil-ü kal (söylenti) haddini aşmadığından ve kalb le hail mertebesine ulaşamadığından dolayı itiraz dilleri açıktır ve iman nasibi olmayanlar ise bir dille kendi burhan ve kavlini tekzib eder. Ahlakî fesadlar da bu zemin üzerindedir.
Hased eden, başkalarından nimetin zail olmasını arzu eden ve nimet sahibine karşı kalbinde kin besleyen kimse Hakk Teala'nın tam salah üzere bu nimeti o şahsa nasib ettiğini ve bizim idrakimizin bunu derk etmekten aciz olduğuna iman etmediğini bilmelidir. Hakikatte Allah Teala'nın adline ve yaptığı taksimatın adilane olduğuna imanı olmadığını bilmelidir. Halbuki sen akaid usullerinin birinde, Allah'ın adil olduğunu söylüyorsun. Bu, lafızdan başka birşey değildir. Adalete iman ve hased, birbiriyle çelişmektedir.
Eğer onu adil biliyorsan, yaptığı taksimi da adilane Mİ. Nitekim mezkur hadis-i şerifte de şöyle buyurulmuş-tur. Allah Teala buyuruyor ki, Hasud, kullar arasında yaptığım taksimden razı değildir ve nimetlerim için de gazablan-mıştır.™ Kalb, fıtratı gereği adilane taksimat karşısında Kuzu etmekte ve zulüm ile sitemden, fıtratı gereği kaçmakta uzaklaşmaktadır. Beşerin zatının derinliklerinde yoğrulmuş olan ilahî fıtrat, adalet sevgisi ve adalet karşısında huzu etmek, zulümden nefret etmek ve önünde teslim olmamaktır.
Eğer bunun hilafına birşey görecek olursa mukaddime ve başlangıçta bir noksanlığın olduğunu bilmelidir. Eğer nimetlere gazablı ve kısmetlerden razı olmayan bir kimse haline gelecek olursa bu O'nu adil kabul etmediğindendir. Belki de neuzu billah, zalimce bir taksim olduğunu düşünüyor, kısmeti adilane bildiği halde yüzçeviren ve programı en kâmil nizam ve tam maslahatların mutabıkı olarak bildiği halde gazablanan bir kimse değildir. Eyvahlar olsun ki, imanımız nakıstır ve aklî-bürhanî meseleler, akıl ve idrak merhalesinden kalb merhalesine ulaşmamıştır. Söylemek, işitmek, okumak, bahis ve kil-u kal ile iman sözkonusu değildir. Burada niyetin halis olması gerekiyor. Allah'ı arayan Allah'ı mutlaka bulacaktır. Marifetleri taleb eden de mutlaka Ona ulaşacaktır. "Burada kör olan ahirette de kördür ve yolunu da tam sapılmıştır, şaşırmış gitmiştir." (*)
(*) İsra Suresi, 72.
Allah'ın kendisine nur vermediği kimsenin artık hiç bir nuru olamaz.
Fasıl
Hasedin Amelî İlacı
Çok az bir bölümünü zikrettiğimiz ilmî ilacın yamsıra bu rezil ve fezahet dolu haslet için amelî ilaçlar da sözkonusu-dur. O da, hased ettiğin kimseye zorla da olsa sevgi ve muhabbet izharında bulunman ve kendisine ihtiram göstermen-dir. Bundan maksadın, batmî hastalığı tedavi etmek olsun. Nefsin seni ona eziyet etmeye, hakarette bulunmaya ve ona düşmanlık etmeye davet ediyor.
Onun kötülük ve fesadlarım sana takdim ediyor. Ama sen nefsanî arzularının hilafına ona merhamet et, teclil ve ihtiramda bulunmaya çalış. Dilini onu hayırla anmaya zorla. Onun iyiliklerini kendine ve başkalarına arzet. Güzel ve cemil sıfatlarını göz önünde bulundur. Gerçi ilk önceleri bu mesele icbari birşeydir. Gerçek ve hakikati yoktur. Ama maksadın nefsin ıslahı olması bu naks ve rezilliğin bertaraf edilmesi olduğundan bilahare hakikate yakınlaşacak, yavaş yavaş icbarî olma durumu ortadan kalkacak, nefs tabii haline kavuşacak ve gerçekliğe erişecektir.
En azından nefsine bunun da Allah'ın bir kulu olduğunu ve Allah Teala'nm ona lütuf nazarı olduğundan dolayı kendisine nimet verdiğini ve kendi özel ihsanına mahsus kılmış olabileceğini inandırmaya ve anlatmaya çalış. Özellikle de hased edilen bir kimse ilim ve diyanet ehli bir kimseyse ve hased de ilim ve diyanet hususundaysa bu iş daha da bir çirkin ve onlara düşmanlık etmek daha da bir kötüdür. Nefsine, bunların Allah'ın has kulları olduğu için ilahi tevfike mazhar olduklarını ve büyük nimetlere nail olduklarını anlatmaya çalış. Bu nimetler insanın bu nimetlerin sahibine karşı daha da bir sevgi ve muhabbet duymasına vesile olma-lıdır.Insanları muhterem kılmalı ve bu nimet sahiplerine karşı mütevazi ve alçakgönüllü olmaya çağırmalıdır. Öyleyse nefsinde huzu' ve muhabbet vücuda getirmesi gereken şeylerin bunun aksi şeylere sebep olduğunu görünce büyük bir şe-kavete düştüğünü anlamalı ve hemen ilmî ve amelî yollarla ıslah etmeye çalışmalıdır. Ve bilmelidir ki, muhabbet icad etmek isteyen kimse sonunda mutlaka muvaffak olur. Zira muhabbet nuru zulmet ve bulanıklıklara kahir ve galibdir. Allah Teala mücahedeye yardımcı olacağını, kendi gizli lü-tuflarıyla tevfik inayet edeceğini vadetmiştir. "Şüphesiz ki o tevfik ve hidayet sahibidir."
Fasıl
Ref Hadisinin Zikri Beyanında
Bil ki bazı hadis-i şeriflerde Rasulullah (sav şöyle buyurmaktadır: "Ümmetimden dokuz şey kaldırılmıştır. Bunlardan biri de (el veya dil ile zahir olmadığı müddetçe) hasettir. " Elbette bu ve benzeri hadis-i şerifler insanın kendi nefsinden bu habis ağacı sökme hususunda ciddiyet göstermesine engel olmamalı, ruhu ve imanı yakan ateşten ve dinin afeti olan bu hasletten kurtarmaya mani olmamalıdır. Zira bu fasid maddenin, nefsi ayaklar altına alarak çeşitli fesad-ların önünü alması, hiç bir eserin vücuda gelmesine izin vermemesi ve insanın imanını mahfuz kılması oldukça az görülmüştür.
Aynı zamanda diğer sahih hadisler de bu sıfatın imânı yiyip bitirdiği, dinin afeti olduğu, Allah Teala'nm bu hasletin sahibinden beraat ettiği, kendisinin ondan, onun da kendisinden olmadığını bildirdiği yer almıştır.
Öyleyse insan, bu kadar büyük bir iş ve mühim bir fesad olan bu hasletten gaflet etmemeli ve ref hadisi (hasedin ümmetten kaldırıldığını bildiren hadis-i şerif-çev.) ile mağrur olmanialıdır.
Öyleyse sen oldukça ciddi ol. Ve onun dallarını koparmaya çalış. Islah niyetinde ol. Ondan hiç bir eserin zahir olmasına izin verme. O zaman kökleri gevşeyecek, büyüme ve terakkiden geri kalacaktır. Eğer ıslah ve riyazet esnasmda-birden ölüm gelip çatacak olursa ilahî rahmeti sana da şamil olacak ve geniş rahmeti ile Rasulullah'ın (sav) ruhaniyet nuruyla af ve bağışlanmaya mazhar olursun. Rahmaaiyet nuru, onun bakî kalmış olması muhtemel olan tüm eseıierini yakmakta ve nefsi temiz ve pak kılmaktadır. Ama Hamza b. Hamran'm naklettiği hadiste İmam Sadık (as) şöyle buyuruyor: "Şu üç şeyden, Nebi de dahil hiç kimse kurtulmmamıştır. Yaratılışta vesveseye kapılmak.
Uğursuzluğa inanmak m ha-sed. Ama mümin hasedini kullanmaz.'*(*) Bu rivayette ya mübalağa edilmiştir ve maksad ona ibtilamn kesret ve çokluğudur veya bu terkib, ibtila kesretinden kinaye olup maksud bizzat cümlenin mazmunu değildir ya da mecazen hasedin gıbtadan daha geniş bir anlam ifade ettiğini buyurmaktadır. Belki küffarın kendi batıl dinlerini yaymada kullandıkları nimetlerin zevalini istemeye de hased itlak edilmiş olabilir. Zira enbiya ve evliya, hakiki hasedden uzak ve beridirler. Ahlakî kötülük ve batınî pisliklere bulaşan bir kalb, ilahî ilham ve vahye nail olamaz. Hak Teala'nın zati ve sıfata tecellilerine mazhar olamaz. Öyleyse bu hadis zikredildiği şekilde veya başka bir şekilde tevcih edilmelidir. Ya da ilmî kailine (sav) havale edilmelidir. "Evvelde ve sonda da hamd Allah'a mahsustur."
(*) Vesailuş-Şia, C. 11., Ebvabu Cihadi'n-Nefs, Babu Tahrimi'I-Ha-sed, 8. hadis.