Muaviye b. Leheb, Hz. Sadık (as)'in şöyle buyurduğunu naklediyor: "Allah'ın Musa'ya vahyettiği ve Tevrat'ta kendisine gönderdiği şey şu idi: "Şüphesiz ki Allah benim, benden başka bir ilah yoktur. Yaratıkları yarattım. Hayrı yarattım ve onu sevdiğim insanların eliyle cari kıldım. Onu eliyle cari kıldığım insanlara ne mutlu. Ben şüphesiz ki Allah'ım ve benden başka ilah yoktur. Yaratıkları yarattım ve kötülüğü yarattım ve onu irade ettiğim kimselerin eliyle cari kıldım. Onu eliyle cari kıldığım kimselere eyvanlar olsun. (Usul-i Kafi, G. 1. sh. 154. Tevhid kitabı, Hayır ve Şer babı, 1. hadis.)
ŞERH
Allah Teala burada iyiliği ve kötülüğü kendine isnad et-miştir.Dolayısıyla buradaki ilahtan maksad uluhiyet makamıdır. Ve belki de efali tevhide işarettir ve bu büyük filozofların dilindeki "vücutta Allah'tan başka bir etken yoktur" sözüne işarettir.
Allame Meclisi bu hadisin şerhinde şöyle diyor: "Hayır ve şer, itaat ve masiyet hakkında konu olmaktadır ve onların sebep ve nedenlerine de itlak edilmektedir. Tüm faydalı mahluklara örneğin Tanelere, meyvelere, yenilen hayvanlara ve zararlı hayvanlara (yılan, akreb) ve hakeza nimetlerle belalara itlak edilmektedir. Eşariler diyorlar ki, bütün bunlar Allah Teala'nm fiilidir. Mutezile ve İmamiye kulların fiilleri hususunda onlara muhalefet etmişlerdir .Ve Allah Teala'nın hayır ve şerri kendine isnad etmesini kulların fiillerinden gayri manalara tevil etmişlerdir. Daha sonra şöyle buyuruyor: "Ama filozofların birçoğu diyorlar ki vücutta Allah'tan başka bir etken yoktur. Kulların iradesi sadece Allah Tea-la'nm o fiilleri onların eliyle icad etmesi için bir ön şarttır. Ve bu filozoflar ile Eş'arilerin mezhebine muvafık durumdadır ve bu hadisi takiyyeye hamletmek de mümkündür."
Hayır ve Şerrin Tahkiki Beyanında
Her yerde hayır ve şer kullanıldığında kemalatta kemal ve noksanlık veya sıfatta kemal ve noksanlık veya vücud ile vücudun kemalatlan hakkında kullanılmaktadır. Bizzat hayırların tümü vücudun hakikatine dönmektedir. Diğer eşya hakkında kullanılması ise onların vücudunun mülahazasıy-ladır. Nitekim bizzat şer de vücudun veya vücudun kemalinin yokluğuyla ilgilidir. Diğer eşyalara itlaki ise eziyet edenler, zararlı hayvanlar kabilinden bir arazdır ve bu husus za-ruriyattan olup güçlü burhanlar ile de sabittir.
Kulların fiillerinin yaratılışı babında imamiye ve Mu'tezi-le, Eş'arilere muhalefet etmişlerdir. Hayır ve şerri Allah'a is-nad eden ayet ve rivayetleri tevil etmişler ve bu hususta cebre inanan Eş'arilere muhalefet etmişlerdir. Eş'arilerin görüşü hem akıl ve burhan ve hem de vicdana muhaliftir. Hakeza ayet ve rivayetler, tefvize inanan Mutezile mezhebini de red etmektedir. Mu'tezilenin görüşü Eş'arilerden.daha batıl, kötü ve gerçekten uzaktır.
Ama İmamiye Ehli Beytin hidayet nuru ve bereketiyle hak mezhlebini seçmişlerdir ki, bu ayet-i şerifeler güçlü burhanlar büyük ariflerin mesleği ve kalb ashabının zevk-i seli-miyle de uyum içindedir. Onlar bu ayet ve rivayetleri merhum Meclisi'nin zikrettiği manaya tevil etmezler, imamiye mezhebine göre kulların fiillerinin hiçbirinde Allah'ın iradesi azledilmemekte ve hiçbir şeyin emri kullara tefviz edilmemiştir.
Allame Meclisi filozofları vücudda Allah'tan gayri bir etkenin olmadığına inandığını ve bunun Eş'arilerin mezhebiyle de uyum içinde olduğunu söylüyor. Allah'tan başka bir mües-serin olmadığının filozoflardan bir çoğunun görüşü olduğu doğrudur. Hatta denilebilir ki bütün filozofların, marifet ehlini görüşüdür. Hatta denilmektedir ki, buna inanmayan filozofların kalbine hikmet nuru girmemiş, batını marifetlerle donanmamıştır. Ama bu, kulun iradesinin Hak'kın icadı için bir hazırlayıcı ve ön şart olduğu manasına değildir. Nitekim ehli nezdinde bu konu oldukça açık bir konudur. Eşarilerin mezhebi ile muvafık olması ise doğru değildir. İlginç olanı da Eşarilerin mezhebi ile filozofların mezhebinin bir olduğu söylenmesidir. Zira bunlar arasında oldukça uzak bir ayrılık vardır. Eş'ariye mezhebini batıl bilmeyen ve ona muhalefet etmeyen filozof oldukça azdır.
Buyrulduğu gibi bu rivayeti takiyeye hamletmek de mümkün değildir. Zira yersizdir. Bu hadislerin zahiri hak mezhebi ve burhanla muvafık bir haldedir. Ayrıca bu rivayetler Kur'an'daki birçok ayetlerle de muvafıktır. Dolayısıyla da takiyeye hamletmek mümkün değildir ve bu rivayetin muarizi olan bir rivayette yoktur. Dolayısıyla takiyeye hamletmenin bir gereği de yoktur. Ve insanın hayır ve şerrin faili olduğunu bildiren rivayetlerle de cem' olmaktadır.
Fasıl
İlahi Kaza ve Kaderde Şerrin Vuku Keyfiyeti
Bil ki yüce ilimlerde tasrih edildiği üzere vücud alemi, kemalin en son mertebesinde hayır ve güzelliğin nihayetinde bulunmaktadır. Bu konu burhanla da mutabık olup tafsille de sabit bir konudur. Anlamını tafsilatıyla bilmek Allah'a ve onun vahiy veya ilahi talimine bağlıdır. Daha önce de söylendiği gibi cemal ve hayır cinsinden olan herşey vücudun hakikatinin aslındandır. Ve ondan başka bir şeyin tahakkuku yoktur. Vücudun hakikati karşısında ya yokluk veya mahiyet vardır ki hiç birisi zati itibariyle birşey değildir ve değeri yoktur. Salt butlan veya sırf itibardır. Vücud nuruyla nur-lanmadığı müddetçe onun zuhuruyla zahir olmadığı müddetçe onlar için hiçbir şuhud yoktur. Ne zatlarında, ne sıfatlarında ve hususiyetlerinde bir şuhud yoktur. Vücud onlara gölge eder, geniş rahmet elini onlara sürerse her birisinin bir takım zuhuru, hususiyeti ve eserleri ortaya çıkar. O halde bütün kemaller mutlak cemilin, cemalinin ışığındadır. Ve mutlak kamilin mukaddes nurunun tecellisiyledir. Diğer mevcudat kendiliğinden birşeye sahib değildir. Ve salt fakirlik ve mutlak yokluktur. O halde bütün kemaller ondandır ve ona dönmektedir.
Yerinde de isbat edildiği üzere zat-ı mukaddesten zuhur eden herşey vücud ve varlık aleminin kendisidir. Ve hiçbir yokluk hududu veya mahiyetiyle de sınırlı değildir. Zira yokluk ve mahiyet Allah'tan zuhur etmemektedir. Ve feyizdeki mahdudiyet ifade eden şey zattaki mahdudiyete sebep olmaktadır. Ehl-i marifetin beyan ettiği üzere, ifazenin keyfiyetini bilen kimse tasdik edecektir ki, Allah'ın feyzinde hiçbir tahdid ve sınırlandırma düşünülemez. Allah Teala'nm mukaddes zatını her türlü noksanlık imkan, mahdudiyetten tenzih etmek gerekir. Dolayısıyla onun mukaddes feyzinde her türlü huduttan imkanî sınırlardan ve mahiyete rücu eden her türlü olanaklardan tenzih etmek gerekir. Mutlak cemilin gölgesi olan feyzi de mutlak cemal tam cemil ve kemaldir. "O zatı da, fiilleri de, sıfatlan da cemildir" vücud dışında hiçbir şey Allah'ın ifaze ettiği şey olamaz.
Hakeza kendi yerinde isbat edilmiştir ki bütün bu serler felaket hastalıklar, helak edici ve eziyet edici garib hadiseler bu tabiat aleminden ve karanlık, dar neş'ettendir. Bunlar, varlıklar arasındaki niza ve çatışmadan olmaktadır. Bunların vücudu cihetiyle de hiçbir ilgisi yoktur. Bütün bunlar tabiat neşetindeki noksanlıktan kaynaklanmaktadır, hudud ve noksanlıklara dönmektedir. Dolayısıyla bütünü ile ifaze nurunun sınırlan dışındadır. Ve ifazenin altında bir makamdadır. Nur hakikatinin aslı vücuddur ve bütün bu serlerden ayıplardan ve noksanlıklardan münezzehtir. Noksanlıklar, serler, zararlı ve eziyet edici eşyalar, noksanlık ve zarar cihetiyle bizzat ifaze edilmemiştir. Ama bilaraz ve burha-ni nazar hasebiyle ifaze edilmiş sayılır. Zira eğer tabiat aleminin aslı tahakkuk etmez ve vücudu ifaze edilmezse noksanlıklar ve serler de bu alemde tahakkuk etmezdi. Nitekim fayda hayır ve kemalde onda tahakkuk etmezdi; zira bu yokluklar mutlak yokluklar değildir. Belki izafi yokluklardır ve melekelerin vasıtasıyla bil-araz tahakkuk etmektedir.
Bilcümle bizzat hilkat ve ifaze sınırlarında olan şeyler, hayır ve kemallerdir. İlahi kaza ve kaderde zararlı ve şer varlıkların zuhuru tabeiyet ve vasıta sebebiyledir. "Sana ulaşan iyilikler Allah'tan, sana ulaşan kötülükler nefsindendir." Ayet-i şerifesi de bu ilk makama işaret etmektedir. "De ki, herşey Allah indindendir" ayeti de ikinci makama işaret etmektedir. Ayet-i şerifelerde ve birçok Ehli Beyt'in hadisi şeriflerinde bu iki itibara işaret edilmiştir. Bu cümleden olarak bu hadis-i şerifte hayır ve şerrin ifaze edildiğim ve her ikisinin de yaratılışla ilgili olduğunu beyan etmektedir.
Fasıl
Allah'ın Hayır ve Şerri Kulları Eliyle Cari Kıldığı Beyanında
Önceki konuları teemmülden anlaşıldığı üzere Allah'ın hayır ve şerri kullarının eliyle icra etmesinin keyfiyeti cebir fesatlarını gerektirmemektedir. Hakikatinin beyanı ise birçok mezheplerin tafsilatıyla açıklanmasına ve birçok mukaddemenin zikredilmesine ihtiyaç duyulmaktadır ve biz bunu zikretmekten mazuruz. Ama buraya münasib düşecek bir şekilde kısaca bir işaret etmeden de geçemiyorum.
Bil ki varlıklardan hiçbirinin hiç bir amelde istiklali olamaz. Fail veya mucid, sonuç için mümkün olan bütün yoklukları ortadan kaldırırsa o zaman mutlaka vücuda gelir. Eğer bir mevcudun, vücudda yüz şartı varsa ve neden dok-sandokuz engeli ortadan kaldırırsa ve bu şartlardan birisi olmazsa yine de o neden müstakil bir şekilde o sonucu icad edemez. O halde nedenseldeki istiklal ve bağımsızlık o nedenin sonuç için mümkün olan bütün yoklukları ortadan kaldırmasına bağlıdır. Eğer bu yoklukları ortadan kaldırırsa sonuç vücub haddine ulaşır ve mevcud olur. Zarureten ve burhan üzere de malumdur ki, bütün mümkünat dairesi bu makam ve mevkiden azledilmişlerdir. Ceberrut-i uzma'dan melekti ulya'ya oradan da mülk ve tabiat alemine kadar var olan herşey batini ve zahiri bütün faal kuvveler bu makamdan azledilmişlerdir. Zira sonuç için varlığı mümkün olan ilk yokluk, müessir ve fail olan nedenin yokluğu iledir. Ve mümkünat silsilesinde hiç bir varlık sonucun yokluğunu bu cihetten ortadan kaldıramaz. Zira bu zati imkanın zati vücu-ba intikal etmesini gerektirmektedir. Mümkünün imkan dairesinden çıkmasına sebep olur ve bu muhal birşeydir. Dolayısıyla icad hususundaki istiklal vücud hususundaki istiklale neden olur. Ve bu mümkün varlıklarda asla tahakkuk edemez. Bu beyan üzere malum oldu ki, icad ve vücudi işlerin hiç birinde tefviz varlıklardan hiçbirisi için mümkün değildir. Bu mükellefler ile onların fiilleriyle ilgili birşey de değildir. Gerçi mütekellimlerin sözlerinden birtakım ihtisas ve özgünlük anlaşılmaktadır. Ama çeşitli bablardan anlaşılmaktadır ki bu niza umumi bir nizadır. Ama mükelleflerin fiili bahsinde önemli bir yer işgal ettiği için kelam ehli de bu yüzden nizayı orda sözkonusu etmişlerdir. Ve bilcümle biz müte-kellimlerin nizasıyla ilgilenmiyoruz. Hakkı araştırıyoruz ve malum oldu ki hiçbir şeyde hiçbir varlığa hiç bir iş tefviz edilmemiştir.
Cebrin'İptali Beyanında
Bu beyan üzere Cebriye mezhebinin butlanı da anlaşıldı. Zira diyorlar ki vücudi araçlardan hiç birisi varlıkların icadında etkinliğe sahip değildir. Örneğin ateş kuvvesi haraket-te hiçbir etkinliğe ve müessiriyete sahip değildir. Sadece ade-tullah cari olmuştur ki narî (ateşsel) suretin icadından sonra hararet icad olmaktadır.
Ateş suretinin onda hiçbir dehaleti yoktur. Eğer adetullah cari olsaydı da ateş suretinin ardından soğukluk çıksaydı yine de bir farklılık sözkonusu olmazdı. Ve bilcümle Hak hiç bir vasıta olmaksızın kendi mukaddes zatıyla mükelleflerin tüm fiillerini ve varlıkların eserlerini icad etmektedir. Kendi hayallerince Cebriye mezhebine inanmamışlardır ki, Allah Teala'yı eli bağlı olmaktan tenzih etsinler! "Kendi elleri bağlansın lanet olsun." (Maide, 60)
Burhan ve irfan mezhebinde bu, noksanlık ve teşbihi gerektiren bir tenzih ve takdistir ve de akılların tatiline neden olmaktadır. Allah'ın zat ve sıfatlarında hiç bir noksanlık yokr tur. İcad ve ilahi ifaze sınırlarında olan herşey mutlak vücud ve mutlak mukaddes feyizdir ve mahdud ve nakıs bir vücudun zat-ı mukaddesten suduru mümkün değildir. İcadda hiçbir noksanlık yoktur. Bütün noksanlıklar ve sınırlar ifaze edilen sonuçtandır. Mütekellimler de buna inanmış ve nitekim kendi mahalinde de bu sabit kılınmıştır. O halde Allah Teala'nın mukaddes zatından olan herşey mutlak vücud ve sarih vücuddur. Bu ise ya ariflerin görüşü üzere mukaddes feyizdir. Veya filozofların görüşü üzere soyut akıl ve ilk nur-i şeriftir.
Başka bir beyanla şüphesiz ki varlıklar vücudun mukabilinde farklılık arz etmektedir. Bazı varlıklar ibtidaen ve is-tiklalen vücudu kabul etmektedirler. Örneğin cevherler. Bazı varlıklar ise başka birşeyin mevcudiyetinden sonra vücudu kabul etmektedirler. Örneğin arazlar, ve vücudu zayıf olan eşyalar... Mesela, Zeyd'in konuşması mevcud olacaksa bu ta-baiyite vasıtasıyla vücuda gelebilir. Hakeza araz ve sıfatlar da cevahir ve mevsuflar olmaksızın vücuda gelemez. Ve bu varlıkların vücudi noksanlığından ve zati kusurundandır. Allah'ın faaliyeti ve mucidiyetinin noksanlığından değil. O halde malum oldu ki, cebir ve mevcudat silsilesin deki vücudî vasıtaların nefyi mümkün değildir.
Bu babdaki güçlü burhanlardan biri de şudur ki mahiyet nefsi hasebiyle tesir ve teessürden (etkilemek ve etkilenmekten) uzaktır.Ve bizzat ifaze edilmemişlerdir. Ama vücudun hakikati zatı gereği tesirlerin menşeidir. Vücuddan tesirleri nefyetmek mutlak bir şekilde zati inkilabı gerektirir. Dolayısıyla esersiz vücud mertebelerinin icadı mutlak bir şekilde mümkün değildir ve bir şeyin kendi zatından nefyedilmesini gerektirmektedir ki bu da muhaldir.
Bilcümle malum oldu ki tefviz ve cebir tam burhan ile akli kanunlar esasmea batıl ve olmayacak bir şeydir. Marifet ehli ile yüce hikmet ashabının görüşünde "iki emir arasındaki emir" (itidal yolu, orta yol) sabit kılınmıştır. Ama bunun manası hususunda alimler arasında büyük ihtilaf çıkmıştır. Bütün mezhepler arasında en güçlü olan münakaşalardan uzak ve tevhid meşrebiyle de mutabık olan görüş kalb ashabı ile ariflerin görüşüdür. Ama bu meslek ilahi marifetlerin her birinde birtakım zorlukları içermektedir ki, bunları da bahis ve burhan yoluyla haletmek mümkün değildir. Kalbi tam bir takva ve ilahi tevfik olmaksızın insan bunu idrakten acizdir. Dolayısıyla bunu ehli olan evliyaya bırakmak gerekir. Ve biz bahis ashabı yoluyla bu vadiye giriyoruz. O da şudur ki,mevcudatın tesirde istiklalini ifade eden tefviz ile tesiri nefyeden cebri, nefyedelim. İki menzil arasındaki menzili (tesirin isbatı ve istiklalin nefyi) isbat edelim. Diyoruz ki, icadın konumu vücud ve vücudun sıfatları konumu gibi-dir.Nitekim varlıklar mevcuttur. Ama vücudl arında ve varlıklarında müstakil değillerdir. Onların birtakım sıfatları da vardır.Bunlar da müstakil değildirler.
Onların birtakım fiil ve eserleri de vardır. Ama vücud hususunda müstakil değillerdir. Fauller ve varlıklar faaliyette müstakil değillerdir. Bilmek gerekir ki hem hayır ve hem de serler hem Allah'a hem de yaratıklarına isnad edilmiştir. Her iki isnad da sahihtir. Dolayısıyla bu hadiste de buyruldu ki; "hayırları ve serleri ben kulanmın elleriyle icra ederim." Ama buna rağmen hayırlar, Allah Teala'nm zatına bizzat isnad edilmektedir. Kullara ise bil-araz isnad edilmektedir. Kötülükler ise bunun aksinedir. Diğer varlıklara bizzat mensubtur. Allah Teala'ya ise bilaraz mensubtur. Bu manaya da hadis-i kudsîde şöyle işaret edilmiştir: "Ey Ademoğlu ben iyiliklere senden daha evlayım ve sen kötülüklere benden daha evlasın". Önceden de buna işaret ettik. Şu anda ise sarf-u nazar ediyoruz. Başta da sonda da hamd Allah Teala'yadır.
Hazırlayan: ruhullah.com