Ravi şöyle diyor: "İmam Sadık (A)'a şöyle dedim: Bizlere nakledildiği üzere siz şöyle buyurmuşsunuz: "Bizleri tanıdığınız takdirde, istediğiniz gibi amel edin." İmam, "Evet ben öyle dedim." diye buyurdu. Ben, "Eğer o insan zina etse hırsızlık yapsa şarab içse de mi?" diye sordum. İmam bana şöyle buyurdu: "İnnalillah ve innaileyhi Raciun. Allah'a and olsun-ki bizlere insafsızlık etmişler. Bizler bile amellerimizle muaheze edilecekken nasıl olur da onlardan hesab kaldırılmış olabilir. Ben sadece şöyle dedim: "Bizleri tanıdıktan sonra küçük veya büyük her türlü hayır amellerini işleyin; bu sizden kabul edilir." (Usul-i Kafi c/2 s/464 İman ve Küfür kitabı 5. hadis)
ŞERH
Hadisle ilgili açıklamaları bir kaç fasıl zımnında beyan etmeye çalışacağız.
Fasıl
İbadete Teşvik Eden ve Günahlardan Sakındıran Hadisler İle Sureten Bunun Muhalifi Olan Hadislerin Arasını Cem Etmenin Beyanında
Menkul olan hadislere, Resulullah (S) ve hidayet imamlarının haletlerine, onların ubudiyetine, Allah ile raz-u niyazlarına, Allah'tan korkularına, Allah-u Teala ile yaptıkları münacaatlara, tevatür haddini aşan bir çok hadislere, Resulullah (S)'ın Emirel Mu minine ve bazı imamların diğer bazılarına yaptığı vasiyetlere ve hakeza imamların bazı halis taraftarlarına yaptığı bir takım tavsiye ve te'kidlere ve onları Allah'a karşı günah işlemekten sakındırmalarına müracaat edildiği takdirde kesin bir şekilde ilim elde ederiz ki, eğer bazı rivayetler zahir hasebiyle buna muhalif olsa da, bunların zahiri maksud ve murad değildir. Dolayısıyla dinin zaruriya-tından olan bir takım kesin hadislerle münafat içinde olmaması için mutlaka tevil etmeliyiz. Veya ilmini sahibine irca ettirmeliyiz. Ve biz şu anda, bu sayfalarda bu hadisleri bir araya toplayıp aralarını cem etmeye çalışamayız. Ama örnek olarak bir takım hadisleri zikretmeliyiz ki, hakikat malum olsun. Kafi'de yer alan bir hadiste Ebi Abdillah (A) şöyle buyuruyor: "Bizim taraftarlarımız hüzün ve keder içinde olanlardır. Onların, aşırı hüzün ve ibadetten dolayı bedenleri oldukça zayıftır. Öyle ki, onlar akşam karanlığına girince bunu hüzünle karşılarlar." Bu hususta şiilerin alametlerini beyan eden rivayetler oldukça çoktur.
Hakeza Ebi Abdillah şöyle buyurmuştur: "Sefih insanlardan sakınınız. Şüphesizki Ali (A)'ın taraftarı karnını ve tenasül organını iffetli tutan, cihadı şiddetli olan, Allah-u Teala için amel eden, sevabını ümid eden ve azabından korkan kimsedir. Bunları gördüğün zaman şüphesiz ki, onlar Cafer Bin Muhammed (A)'m taraftandır." Hakeza İmam Bakır (A) şöyle buyurmuştur: "Ey Hayseme taraftarlarımıza söyle ki bizlere güvenerek amelden geri kalmasınlar. Taraftarlarımıza söyleyin ki, Allah-u Teala'nm nezdinde olan şeylere sadece amelleriyle ulaşabilirler. Taraftarlarımıza bildir ki kıyamet gününde insanların en büyük hasret duyanı o kimsedir-ki, adaleti vasfeder, ama daha sonra ona muhalefet eder ve başkasının tarafına geçer. Taraftarlarımıza bildir ki eğer Allah-u Teala'ya itaat edecek olurlarsa şüphesizki, kurtuluş ehli olacaklardır."
Hakeza Cafer (A) şöyle buyurmuştur: "Batıl yollara gitmeyiniz, vallahi bizim şiilerimiz (taraftarlarımız) sadece Allah'a itaat edenlerdir."
Hakeza Ebi Cafer (A) şöyle buyurmuştur: "Ey Cabir şii (taraftar) olduğunu söyleyen birine sadece biz Ehli Beyt-i sevmesi yeterli midir? Vallahi bizim şiilerimiz sadece Allah'tan sakınan ve sadece Allah'a itaat edendir. O halde Allah'tan korkunuz ve Allah indinde olanlara ulaşmak için amel ediniz. Allah ile sizin hiç biriniz arasında herhangi bir yakınlık yoktur. Allah-u Teala'ya en sevgili olanınız ve en değerli olanınız, şüphesiz ki en takvalı olanınız ve itaatte en iyi amel edeninizdir. Ey Cabir; Vallahi Allah-u Teala'ya sadece itaatle yakınlık elde edilebilir. Bizimle ne cehennemden kurtuluş için bir beraat ve ne de herhangi bir kimse için Allah (c.c.)'a bir hüccet vardır. Kim Allah (c.c.)'a itaat ederse o bizim dostumuzdur. Ve her kim Allah (c.c.)'a isyan ederse o bizim düşmanımızdır. Bizim velayetimize sadece amel etmek ve günahlardan sakınmak ile nail olunur."
Hakeza Kafi'de yar alan bir hadiste İmam Bakır (A) şöyle buyurmaktadır: "Ey Al-i Muhammed'in şiileri sizler orta yolda olunuz. Taki ileri gidenler sizlere geri dönsün ve geride kalanlar sizlere mülhak olsun." Sa'd adında Ensardan birisi şöyle arzetti: "Fedan olayım ileri gidenler kimlerdir?" İmam şöyle buyurdu: "Onlar öyle insanlardır ki bizim kendi hakkımızda, demediğimiz şeyleri onlar bizim hakkımızda derler. Dolayısıyla onlar bizden değildir. Bizde onlardan değiliz." O halde geride kalanlar kimdir?" diye sorulunca da İmam şöyle buyurdu: "O kimsedir ki hidayet talibidir ama bunun yolunu bilmiyor ve kendisine hayrın ulaşması için amel etmek istiyor." İmam daha sonra şiilerine dönerek şöyle buyurdu: "Allah'a and olsun ki, bizde Allah (c.c.)'ın azab ve gazabından kurtuluş için bir beraat yoktur ve bizimle Allah arasında bir akrabalıkta yoktur. Ve bizim Allah-u Teala için bir hüccetimiz de yoktur. Biz Allah-u Teala'ya sadece itaat ile yakınlaşırız. Sizden her kim Allah-u Teala'ya itaat ederse, bizim velayetimizin ve dostluğumuzun da kendisine bir faydası vardır. Ama kim Allah (c.c.)'a itaat etmezse bizim velayetimizin ona hiç bir faydası yoktur. Yazıklar olsun size, sakın gururlanmayın... Yazıklar olsun, eyvahlar olsun size, sakın gururlanmayın..."
Kafi-i şerifte yer alan bir rivayette İmam Bakır (A) şöyle buyuruyor: "Resulullah (S) Sefa'da durarak şöyle buyurdu: "Ey Haşimoğulları ey Abdulmuttalib oğulları, ben sizlere gönderilmiş Allah'ın bir elçisiyim. Ben sizlere karşı şefkatliyim. Benim amelim kendim içindir ve sizlerin ameli de kendiniz içindir. Muhammed bizdendir demeyiniz ve benim girdiğim yere gireceğinizi söylemeyiniz. Hayır Allah'a andolsun ey Abdulmuttalib oğulları sizden olsun ve olmasın benim dostlarım sadece sakınanlardır. Kıyamette diğer insanlar ahireti yüklenirken sizler dünyayı yüklendiğiniz halde yanıma gelecek olursanız sizleri asla tanımam."
Hz. Bakır (A) Cabir'e şöyle buyurmuştur: "Ey Cabir batıl mezhebler ve fasid reyler seni kandırmasın. Ali (A) sevgisinin yeterli olduğunu sanma. Acaba ameli çok olmadığı halde ben Ali (A)'ı seviyorum demek ve onun velayetine inanmak insan için yeterlimidir? Hz. Ali'den daha iyi olan Resulullah (salallahu aleyhi ve aleyh)'ı bile birisi sevdiğini iddia eder ve ona uymazsa ve sünnetiyle amel etmezse bu sevginin kendisi için herhangi bir faydası olabilir mi? Tavus'un meşhur hikayesinde yer aldığı üzere aniden birinin ağlayıp yakardığını ve acı acı inlediğini duydu. Sonunda o ağlayıp yakarmaları kesildi. O kimse adeta kendinden geçti. Baş ucuna gelince onun Ali bin Hüseyin olduğunu gördü. İmamın başını kucağına aldı ve ona; "sen Resulullah'ın evladısın sen Fatıma'nın ciğerparesisin." gibi bir takım sözler söyledi. Ve "cennet sizindir" diye arzetti. İmam (A) şöyle buyurdu: "Allah-u Teala cenneti kendisine itaat ve ibadet eden kimseler için yaratmıştır. Bu isterse Habeşli bir köle olsun. Ve ateşi de Kureyş soyundan bile olsa, günah işleyenler için yaratmıştır." Bu bir kaç hadis, biz dünya ehlinin sahib olduğu yalancı işthaların yanlış ve batıl olduğunu göstermekte ve bunların şeytanî heveslerden olup, akıl ve nakille çeliştiğini göstermektedir. Ayrica bu rivayetlere şu ayetleri de ilave etmelisin.
"Sizden (hayırda) ileri gitmek yahut (serde) geri kalmak isteyenleri korkutmak için" (Müddesir 37) "Zira kim zerre kadar bir hayır işlediyse onu görecek, kimde zerre kadar bir kötülük işlediyse onu görecektir." (Zilzal 8) "Allah hiç kimseye, gücü yetmeyeceği bir şey teklif etmez. Herkesin kazandığı kendi lehine yüklendiği vebal da aleyhinedir. Ey Rabbımız! Eğer unuttuk veya hata ettikse bizi müahâze etme. Ey Rabbımız! bize bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme! Ey Rabbımız! Bizi bağışla! bize merhamet eyle! Sen bizim Mevlamızsın! Artık kafirler güruhu üzerine bize yardım et!" (Bakara,286) Allah-u Teala'nın kitabında her sayfada bu ve buna benzer birçok ayet vardır. Ki bunları te'vil ve tasarruf etmek zaruretin hilafına olan birşeydir. Bunların mukabilinde bir takim muteber kitablarda yer alan hadisler de vardır. Ama bunların, tür itibariyle sahih bir örfi cem etme ihtimali, imkanı vardır. Eğer bu cem beğenilmez ve kabul edilmezse de bütün bu sahih, sarih, mütevatir ve Kur'an ile akl-i selimin ve müslümanlarm zaruretini teyid ettiği hadislerle mukavemet etmek yersizdir. Nitekim, Ebi Abdillah (A) şöyle buyurmaktadır: "İman ile olan hiç bir amel zarar görmez ve küfür ile olan amelin hiç bir faydası yoktur." Bu manada bir çok diğer hadisler de vardır. Allame Meclisi (aleyhi rahme) bu ve benzeri hadisleri şöyle tefsir etmiştir ki, zarardan maksat ateşe girmek veya ateşte ebedi olarak kalmaktır. Elbette zarardan maksat ateşe girmek bile olsa bunun berzah ve kıyametteki diğer azablarla hiç bir münafatı yoktur. Ama yazarın zannma göre bu hadisler şöyle yorumlanabilir ki, iman kalbi öylesine bir nurlandırmaktadır ki, farzen insan bazen günah veya hata yapsa da o nur ve iman melekesi vasıtasıyla tevbe ederek ve Allah (c.c.)'a yönelerek onu telafi edebilir. Allah'a ve ahiret gününe iman eden insan amellerini hesap gününe bırakmaz. Ve hakikatte bu hadisler imana sarılmaya ve imanın bekasına teşvik mesabesindedir.
Nitekim Hz. Sadık (A) dan nakledilen bir rivayette: "Hz. Musa (A) Hz. Hızır'a şöyle dedi: "Ben seninle refakatim sebebiyle şerafet ve hürmet sahibi oldum, o halde bana bir vasiyet et." O da şöyle buyurdu: "Gayrisiyle olduğun takdirde sana menfaat vermeyen kendisiyle birlikte olduğun zaman da sana zarar gelmeyen şeyle birlikte ol." Ali (A) birçok defasında şöyle buyurdu: "Ey insanlar! dininizi koruyunuz. Dinden el çekmeyiniz. Zira dindar iken yapılan bir günah dinsizken yapılan bir iyilikten daha iyidir. Zira dinde günah bağışlanır. Ama din dışındaki ibadet ve iyilikler asla kabul edilmez." Bu ve benzeri hadisler, mü'minlerin ve hak dini sahiplerinin kötülüklerinin bilahare bağışlanacağına delalet etmektedir. Nitekim Allah-u Teala da şöyle buyurmaktadır: "Şüphesizki Allah(c.c) bütün günahları bağışlar." Bu yüzden denilebilir ki onların kötülükleri diğerlerinin hiç bir zaman kabul edilmeyecek olan iyiliklerinden daha iyidir.
Hatta denilebilir ki, iman ve velayet gibi kabul şartları olmayan iyilikler bizzat birer zulmettir. Ve iman nuru vasıtasıyla korku ve reca içerisinde olan mü'minlerin kötülüklerinden daha karanlık ve zülmanidir. Bilcümle bu hadis iman ehlinin kötülüklerinin muahaza edilmeyeceğine delalat etmektedir ve hadislerin zahirinden de bu anlaşılmaktadır. Şia ve Ehli Sünnet arasında meşhur olan bir hadiste ise şöyle yer almıştır:
"Ali (A) sevgisi bir iyiliktir ki, hiç bir kötülük onunla zarar vermez. Ve Ali (A)'a düşmanlık öyle bir kötülüktür ki, onunla hiç bir iyiliğin faydası yoktur. Bu hadis-i şerif de daha önceden iman hakkında naklettiğimiz diğer hadislerle aynı konumdadır ve manasıda merhum Meclisi'nin verdiği ihtimale göre zarardan maksat ateşte ebedi olarak kalmak veya ateşe girmektir. Ve İmam (A)'ın sevgisi de iman ve imanı kemale erdirmenin sermayesi olup insan böylece şefaatçilerin şefaati vasıtasıyla ateşten kurtulur. Ve daha öncede dediğimiz gibi bunun berzahtaki çeşitli azaplarla da hiç bir çelişkisi yoktur. Nitekim bir rivayette de şöyle yer almıştır. "Sizler berzahınızı İslah edin, biz kıyamette sizlere şefaat edeceğiz." Bunun manası şudur ki imamın sevgisi kalpte bir nuraniyet ve iman melekesi icad etmektedir ki böylece insan günahlardan sakınmaktadır. Bazen günaha düşse de tevbe vasıtasıyla bunu onarmaktadır. Ve dolayısıyla işlerinin kötü bir yere varmasını önlemekte ve nefsini kontrol etmektedir. Bu hu-sustada Allah-u Teala şöyle buyurmaktadır:
"Onlarki, Allah'la beraber başka bir ilâha ibadet etmezler. Allah'ın haram kıldığı nefsi, haksız yere öldürmezler, zina da yapmazlar, her kimde bunları yaparsa, ağır bir cezaya çarpar. Kıyamet gününde azabı katlanır ve azapta tahkir edilerek ebedi kalır. Ancak tevbe, iman edip yararlı iş görenler müstesna. Çünkü böylelerinin kötülüklerini Allah iyiliğe çevirir. Allah çok bağışlayıcı çok esirgeyicidir." (Furkan 68-70)
Bu ayetin tefsirinde bir çok hadisler yer almıştır ki biz sadece biriyle yetiniyoruz. Zira hepside birbirine mana ve mazmunda yakın haldedir. Değerli muhaddis Muhammed bin Muslim-i Sakafi şöyle diyor: "İmam Bakır (A)'a mezkur ayetin manasmn sordum." İmam (A) şöyle buyurdu: "Günahkar mü'min kiyamet günü hesap durağına getirilir. Allah-u Teala da onu hesaba çeker ve Allah-u Teala onun günahlarını hiç kimseye bildirmez ve daha sonra ona kendi günahlarını söyler ve o mü'min böylece kendi günahlarını itiraf eder. Allah-u Teala katiblerine, onun günahlarını iyiliğe çevirmesini ve bunu insanlara izhar etmesini söyler. Daha sonra insanlara şöyle denir.
Bu kulun bir tek günahı bile yoktu. Daha sonrada da onu cennete götürmelerini emreder." Evet ayetin te'vili budur. Ve bu özellikle de taraftarlarımızdan günahkar olanlar içindir. Gerçi konuyu epeyce uzuttım ama oldukça önemli bir konudur. Minber ehlinden bir çoğu halka bu hadisleri kötü anlatmışlardır. Ayetin sonlarını okuyan kimse anlarki insanlar mutlak bir şekilde kendi amellerine mübteladır. Ve kötülükleri sebebiyle muaheze edilecektir. Elbette iman edenler günahlarından tövbe edenler ve salih amellerde bulunanlar bunun dışındadır. Ve bu üç husus kimde bir araya gelirse kurtulanlardan olur ve Allah'ın lütufiarına mazhar olur. Böylece Allah-u Teala'nm huzurunda muhterem bir insan olur ve bütün günahları iyiliklere çevrilir.
İmam Bakır (A) da ayeti böyle te'vil etmiştir. Ama bu Ehl-i Beytin taraftarlarına has bir şeydir. Ve diğer insanlar bundan mahrumdur. Zira iman sadece Ali (A) ve onu vasilerinin velayetine inanmakla hasıl olur. Allah'a ve Resulüne iman velayet olmadıkça kabul edilmez. Nitekim, sonraki fasılda inşallah bunu da zikretmeye çalışacağız. Dolayısıyla bu ayet-i şerifeyi ve bunu tefsir eden rivayetleri ilk delillerden saymak gerekir. Zira bu rivayetler delalet etmektedir ki, insan iman sahibi olduğu takdirde tevbe vasıtasıyla günahlarını telafi eder. Ve salih amelde bulunursa bu ayetin mazharı olur. Aksi takdirde bu ayet onlara şamil değildir. Ey aziz, o halde şeytan seni mağrur etmesin ve nefsani nevaların seni aldatmasın. Elbette şehvetlerine dünya ve makam sevgisine mub-tela olan tembel bir insan daima kendi tembelliğini teyid etmek için bir takım bahaneler peşinde koşar. Şehvetleri ile muvafakat içerisinde olan ve nefsani heva ve şeytanî hayallerini teyid eden her şeye yönelir. Göz ve kulaklarını açar. Ama hiç bir araştırma yapmaz ve bunun mukabilinde yer alan şeylere asla nazar etmez.
Zavallı sanıyor k, şii olduğunu söylemekle ve Ehli Beyt muhibbi olduğunu iddia etmekle Allah (c.c) korusun her türlü günahı işlemeye izin almıştır. Ve teklif kalemi onun hakkında işlemez hale getirilmiştir. Zavallı şeytanın kendisini körleştirdiğini ve ömrünün sonunda bu yersiz muhabbetin de elinden alınacağını ve dolayısıyla da kıyamette Ehl-i Beytin düşmanları safında yer alacağını bilmemektedir. Muhabbet iddiasında bulunan kimsenin beyyinesi olmadığı takdirde bu iddiası asla kabul edilmez. Ben sizinle dost olduğum takdirde ve halis bir şekilde, sizi sevdiğim surette asla sizin maksadınızın hilafına teşebbüste bulunamam. Muhabbet ağacının semeresi onunla uyumlu bir şekilde amel etmektir. Ve eğer bu semeresi olmazsa bilmek gerekir ki, bu sevgi yoktur. Ve hayali bir muhabbettir. Peygamber-i Ekrem ve onun mükerrem Ehl-i Beyt'i bütün ömrünü Allah'ın hükümlerini ahlaki kanunları ve itikadi meseleleri yaymak ve beşeri İslah etmek için bu yolda her türlü öldürmelere zillete, ihanete sabrettiler. Bütün bunlar onları bu yolda çalışmaktan alıkoymadı. O halde şii de onların yolunda yürüyen ve onların dediği üzere amel eden kimsedir.
Radis-i şerifte dille ikrar ve amelin imanın erkanından sayılması tabii bir sırrın ve cari olan sünnetullahm beyanıdır. Az bir izharda bulunmak imanın gereği üzere amel etmek, Allah'a ve evliyasına izharda bulunmak aşığın tabiatında var olan bir şeydir. Dolayısıyla da amel etmediği takdirde mü'min değildir. Ve muhabbeti doğru bir muhabbet olamaz. Bu yüzden bu imanın sureti yersiz muhabbet olup en küçük bir olay karşısında ortadan kalkar ve ahiret alemine eli boş olarak intikal eder.
Fasıl
Ehl-i Beyt'in Velayetinin Amellerin Kabul Şartı Olduğu Beyanında
Şia mezhebinin zaruriyatından biri de amellerin kabul şartının Ehl-i Beytin velayetini tanımaktır. Bu hususta o kadar hadis ve rivayet vardır ki, burada hepsini nakletmek imkansızdır. Ve bu hadisler mütevattirdir. Biz sadece teberrü-ken bazısını nakletmek istiyoruz. Ebi Cafer (A) şöyle buyuruyor: "İşin hakikati, yücesi, anahtarı, eşyaların kapısı ve Al-lah-u Teala'nın rızası İmamı tanıdıktan sonra ona itaat etmektir. Bilki birisi geceleri ibadet etse, bütün ömrü boyunca gündüz oruç tutsa tüm malını sadaka verse her yıl hacc'a gitse ama Allah'ın velisinin velayetini kabul etmediği takdirde ve tüm amelleri onun yol göstericiliği sayesinde olmayınca Allah'ın üzerinde sevap açısından hiç bir hakkı yoktur. Ve o iman ehlinden değildir."
Hakeza Ebi Abdillah (A) şöyle buyuruyor: "Kıyamette Al-lah-u Teala'nın huzuruna sizlere inanmadan gelen kimsenin ne bir iyiliği kabul edilir. Ne de bir kötülüğü bağışlanır. (Ve-sail'uş Şiac.l s.91 Kitab'ut Tehare 3. Hadis)
Hakeza Ebi Abdillah (A) hadiste şöyle buyuruyor: 'Vallahi, eğer şeytan, günah ve tekebbürden sonra Allah (c.c.) için secde de etseydi Allah (c.c.)'ın emrettiği üzere Adem (A)'a secde etmediği müddetçe onun hiç bir ameli kabul edilmezdi. Hakeza ümmetin asileri de Resulullah'ın kendileri tayin ettiği imamı terk ettiği müddetçe aynı durumdadır. Allah (c.c.) onların hiç bir amelini kabul etmez ve onların hiç bir iyiliği Allah (c.c.)'un katına yücelmez. Allah'ın emrettiği şekilde davranmazlarsa Allah-u Teala'nm velayetini emrettiği imama itaat etmezlerse ve Allah'ın ve Resulullah'ın kendileri için açtağı kapıdan girmezlerse onların hiç bir ameli kabul edilmez ve onların hiç bir iyiliği Allah (c.c.)'un katma yüksel-mez. Bu babtaki hadisler oldukça çoktur. Bütün bunlardan anlaşılmaktadır ki, velayet amellerin kabul şartıdır. Hatta Allah (c.c.)'a ve Resulü Ekremin nübüvvetine imanında kabul şartıdır. Ama bazı alimlerin buyurduğu üzere velayetin sıhhat şartı olması kesin değlidir.
Zahire bakılırsa velayeti kabul etmek amellerin sıhhat şartı değildir. Bu bir çok hadisten de anlaşılmaktadır. Nitekim imamların velayeti altına girerse daha önceki amellerinden (ehlisinden gayrisine verdiği zekat dışında) hiç bir ameleni kaza etmez. Ve Allah-u Tea-la ona ecir verecektir. Başka bir rivayette ise şöyle yer almıştır: "Namaz, oruç, hacc ve sadakanız size mülhak olur ve sizinle gelir. Ama zekatı ehli olmayana verdiğin için onu mahalline vermen gerekir."
Başka bir rivayette yer aldığına göre "Ameller perşembe günü Resulullah'a arzedilir ve arefe günü Allah-u Teala amellere teveccüh eder. Bunları darmadağın eder." "Bu ameller kimin amelleridir?" diye sorulduğunda ise şöyle denir: "Bu ameller biz Ehli Beyt'i ve şiilerimizi (taraftarîarımızı) sevmeyenlerin amelidir." Ve bu hadis amellerin sıhhatine, ama kabul edilmediğine delalet etmektedir. Velhasıl bu bahis görevimizin dışında kalmaktadır. Başta da sonda da Hamd Allah (c.c.)'a dır.
Hazırlayan: ruhullah.com