Yahya b. akil diyor ki: "Emirul'-Mü'minin (as) şöyle buyurdu: "Sizin için iki şeyden korkuyorum.- Hevaya tabi olmanız ve uzun emelliliğiniz. Hevaya tabi olmak insanı haktan uzaklaştırır, emel uzunluğu ise ona ahireti unutturur."
Kafi, C.2., Kitabu'1-İman ve'1-Küfr, Babul-İtba'il-Heva, 3. hadis.
ŞERH
"Heva"nın sözlük anlamı, "sevgi ve iştah" demektir. Bu sevgi ve iştah ister iyi ve güzel şeylere yönelik olsun, ister kötü ve çirkin şeylere, farketmez. Veya tabiatın bir gereği olarak, nefs,, eğer akıl ve şeriat tarafından dizginlenmezse, batıl şehvetlere ve nefsanî hevalara eğimlilik arzeder.
Biz inşaallah iki makam içinde bu iki özelliği anlatacak, birincisinin haktan uzaklaştırmasının ve ikincisinin ahireti unutturmasının niteliğini açıklamaya çalışacağız. Allah'tan başarı niyaz ediyoruz.
Birinci Makam
Nefsin Hevasma Tabi Olmanın Kötülüğüne Dair Bunun Birkaç Bölümü Vardır
1. bölüm
İnsanın Başlangıçta Fiilen Hayvan Olduğuna Dair
Bil ki, insan bir anlamda (ki bunun zikri konumuzun dışında kalmaktadır.) fıtraten (yaratılış itibariyle) tevhide ve hatta bütün hak akaide eğilimlidir, ama dünyaya gelişinin başlangıcında ve bu aleme ilk adım atışında nefsanî ve hayvani şehvetleri gelişir. Gerçi Allah tarafından desteklenmiş olanlar bu kuralın dışında yer alırlar ama bunlar nadir olduklarından, bu hesabın dışmdadırlar, çünkü biz bu türün genelini göz önünde bulunduruyoruz.
Kendi alanında delillerle isbatlandığı gibi, insan başlangıçta ve bazı aşamalardan sonra da sair hayvanlardan insanî kabiliyetten başkabir imtiyazı bulunmayan zayıf bir hayvandır. Ve bu kabiliyet, fiilen insan olmanın ölçüsü değildir.
Şu haldeinsan, bu aleme gelişi sırasında fiilen hayvandır ve şehvet ile öfkenin ifadesi olan hayvanlık kurallarının dışında hiçbir ölçüye bağlı değildir. Bu zamanın ucubesi, zat-ı cami' veya buna elverişli olduğundan, o iki kuvvetin idaresi için, yalancılık, aldatma, nifak, kovuculuk ve benzeri şeytanî sıfatları da devreye sokar ve bu fesat ve helakin temel prensipleri olan üç kuvet sayesinde kendisi terakki edip gelişir nefsin emel ve hevasi
ken aynı zamanda bu kuvvetler de onda güçlenip serpilirler. Eğer bir terbiyeci ve öğretmenin etkisi altına da girmezse buluğ aşamasını katettikten sonra, bütün bu zikredilen hususlarda diğer hayvanları ve şeytanları geride bırakıp onlardan ileriye geçen acaib ve garib bir hayvana dönüşür, hepsinden daha ileri düzeyde bir hayvan ve şeytan olur. Ve eğer bu hali devam eder ve o üç kuvvet hususunda nefsinin nevasına tabi olmaktan başka birşey yapmazsa, onda hiçbir ilahi marifet,fazıl ahlak ve salih amel boy göstermez, hatta bütün fıtrî (yaratılışsal) nurları da söner gider.
O halde şu zikredilen üç makamın (yani ilahî marifet, fazıl ahlak ve faziletli melekeler ve salih amellerin) kapsamı içine giren bütün hak mertebeler nefsanî hevalarm ayakları altında çiğnendiğinde, nefsanî eğilimler ve hayvanî istekler hakkın hiçbir mertebeye yansımasına izin vermezler. Nefsin nevasının sahip olduğu karanlıklar bütün akıl ve iman nurlarım boğar. Böylece insaniyetin doğuşu olan ikinci doğumun gerçekleşmemesine yol açar ve o kişi o halde varlığını sürdürür. Ta ki o haliyle bu dünyadan göçüp gider. Ve sırların açığa çıktığı o alemde kendini hayvan veya şeytan suretinde bulur. İnsan veya insaniyet ortada kalmaz. Ve Allah'ın dilediği müddetçe o halde, karanlıklar, azablar ve sonsuz vahşetler içinde çırpınıp durur.
Şu halde bu durum, haktan tamamiyle alıkoyan nefsin hevasına tam anlamıyla tabi olma halidir. Burdan yola çıkarak, haktan uzak düşmenin ölçüsünün nefsin hevasına tabi-iyyet olduğunu ve uzak düşmek oranının bu tabiiyyet oranı kadar olduğunu anlayabiliriz. Ama eğer peygamberlerin eğitmesi ve alimlerle terbiyecilerin terbiyesi neticesinde bu insan yavaş yavaş enbiya ve evliyanın (aleyhimusselam) terbiye gücüne teslim olursa mümkündür ki, kendisine fikrî olarak bağışlanmış bulunan o mükemmel insaniyet kuvveti yeniden faaliyete geçsin, mükemmelleşsin ve insan yenibaş-tan insaniyetine kavuşsun. Şeytanı kendisine teslim olup iman etsin. Tıpkı Resul-i Ekrem'e (sav) teslim olup iman ettiği gibi, ki buyurdu: "Şeytanım benim elimle imana geldi." (*) Ve böylece hayvaniyet makamı insaniyete teslim olsun. Öyle ki kendisini ilerleme alemine ulaştıracak bineğe binsin, semavî burak ve ahiret yolunu katetsin şehvet ve öfkenin adalet ve şeriat makamına teslim olmasının ardından bütün yapısını adalet sarsın ve hakimi Hak ile hak kanunlar olan adil bir hükümet tesis edilsin ki onda hakka aykırı bir tek adım bile atılmasın ve batıldan tam anlamıyla arınıp kurtulsun.
(*) Bu hadisin birer benzeri Gevali el-Lealî'de (c. 4, s 97) ve îlm el-Yagîn'de (c 1, s. 282) mevcuttur.
Nasıl ki hakkı engellemenin ölçüsü nefsin hevasma tabi olma oranı ise,hakkı isteyip gerçekleştirmenin ölçüsü de şeriata ve akla tabi olma oranıdır ve bu ikisinin arasında sonsuz derecede mesafeler vardır; öyle ki nefsin nevasına ne kadar tabi olunursa, o oranda hakka engel olunur, hakikatten uzaklaşılır ve insaniyet kemalinin ve ademiyet sırlarının nurundan o oranda mahrum kalınır. Ve aksine, nefsin hevasma vene kadar muhalefet edilirse, o oranda engeller ortadan kalkar ve insanda hakkın nuru tecelli eder.
2. bölüm
Hevaya Tabi olmanın Kötülüğüne Dair Nefse ve nefsin hevasma tabi olmanın kötülüğü hakkında
Allah Tebarek ve Teala şöyle buyurmaktadır: "Revana uyma, çünkü seni Allah'ın yolundan saptırır." (*) Ve başka bir ayette de şöyle buyurmaktadır: "Allah'tan biryol göstericiye değil de, kendi hevasına uyandan daha sapkını var mıdır?"
Kafî'de senedi Hz. Bakır'a (as) ulaşan bir rivayet:
"Peygamber (şavk buyurdu ki: "Allah Cazze ve celle) der ki: "Andolsun izzetim, celalim, kibriyam, ulviliğim ve makamımın yüceliğine ki, hiçbir kul kendi nevasını benim hevama üstün kılamaz, meğer, ki işlerini tefrikaya salayım, dünyasını birbirine katayım, kalbini dünyayla meşgul edeyim ve kendisine ondan, takdir edilenin dışında hiçbir şey vermeyeyim. Ve izzetim, celalim, kibriyam, ulviliğim ve makamımın yüceliğine andolsun ki, hiçbir kul benim hevamı kendi hevasına üstün kılamaz, meğer "ki meleklerim muhafaza etsin onu, gökler ve yerler rızkını sağlamakla yükümlü olsun onun ve ben olurum her tacirin ticaretinden sonra kazançlı kılan onu (yani ben onun yerine ticaret edip rızkını sağlarım) ve dünya zelil bir şekilde önünde eğilir onun (yani o dünyadan sıyrıldıkça dünya ona boyun eğer ve kendisinin zelil bir şekilde teslim olur). (***)
(*) Sâd Suresi, 26.
(**) Kasas Suresi, 50
(***) Kafi, C. 2., Kitabu'1-Iman ve'1-Küfr, Babu'l-İttiba el-Heva, 2.
hadis.
Bu hadis-i şerif, hadisin muhkemlerindendir ve muhtevası onun Allah Tebarek ve Teala'nın o arıduru pınarından geldiğine tanıklık etmektedir ki biz şu anda onun yorumlama durumunda değiliz.
Ve Hz. Mevla Emirul-Mü'minin'den (as) şu anda yorumlamakta olduğumuz hadisten başka, şöyle buyurduğuna ilişkin bir rivayet de vardır: "Sizin için korktuğumdan daha korkulu iki şey vardır. Biri hevaya uymak" (*) Daha sonraki buyurdukları, İbn Aqil'in hadisine mutabıktır.
Hz. Sadık'tan (as) da Kafî'de şöyle buyurduğu nakledilmektedir:
"Hevanızdan düşmanınızdan korkar gibi korkun, insanlar için hevaya tabi olmaktan ve dillerinin ürünlerinden (yani dillerinin kendilerine kazandırdığından) daha tehlikeli bir düşman yoktur." (**)
(*) Feyz, Nehcu41-Belağe, Hutbe 28.
(**) Kafi, C. 2., Kitabu'1-İman ve'1-Küfr, Babu'l-İttiba el-Heva, 1. hadis.
Ey aziz! Bil ki, nefsin istek ve temennilerinin sonu yoktur ve iştahı asla sona ermez. İnsan onun peşinde bir adım yürüdü mü birkaç adım daha atmak zorunda kalır. Bir hevasma yoldaşlık etti mi, pekçok temennisine de yoldaşlık etmeye mecbur olur.Nefsin isteklerine bir kapı araladın mı pekçok kapı daha aralayacaksın demektir. Nefse bir sefer itaat etmekle pekçok fesada ve o fesatlardan pekçok helak ediciye mübtela olursun. Ta ki, Allah göstermesin en sonunda Hakkın yolunu yüzüne kapatmcaya kadar. Nitekim Allah Tea-la'da Kitab-ı Kerim'inin nassında bunu haber vermiştir. Ve elbette ki Hz. Ali de bunu belirtmiş ve korkusunu dile getirmiştir.
Resul-i Ekrem ve Hidayet İmamları'nın (sallalahu aleyhi ve alihi ve aleyhim ecmaîn) mükerrem ruhları ızdırap ve korku içindedir: Olmaya ki nübüvvet ve velayet ağacının yapraklarıyere düşüp hazan olsun!
Hz. Peygamber buyuruyor ki: "Evlenip çocuk sahibi olun ki ben sizin düşük çocuklarınız aracılığıyla bile diğer ümmetler mukabilinde iftihar ederimi." (*)
Bunun gibi korkulu ve insanı yokluk uçurumuna yuvarlayan ve hakiki validinin, yani Resul-i Ekrem'in (sav o "Alemlere rahmetolari'm öfkesine muhatab kılan bir yola sürüklenen bir insamn ne kadar bedbaht olduğu ve onu ne musibetlerin beklediği malumdur.
Şu halde eğer Rasulullah'a aşina isen ve eğer Mevla Emi-ru'1-MÜminin'e muhabbet besliyoran ve onlann o tahir evladının dostu isen, onlann o mübarek kalplerini korku, ızdırap ve sarsıntıdan masun bırak.
Hud suresinin bir ayet-i şerifesinde buyurulmutur ki: "Emrolunduğun gibi dosdoğru ol, seninle birlikte tevbe den-lerle beraber." (**)
(*) Mustedrek el-Vesâil, Kitabu'l-Nikâh, 17. hadis.
(**) Hud Suresi, 12.
Yani, görevlendirildiğin doğrultuda istikamet tut ve yerinde karar kıl, seninle birlikte tevbe edenlerle beraber."
Ve hadiste cenabı Rasulullah'ın (sav) şöyle buyurduğu menkuldür: "Hud suresi bu ayetinden dolayı yaşlandırdı beni. "
Şeyh arif-i kamil Şahabadî (ruhî fedahu) buyurdular ki: "Her ne kadar bu ayet-i şerife Şura suresindede mevcut ise de orada içinde "Seninle birlikte tevbe edenlerle beraber" ifadesi bulunmamaktadır. Hz. Resulün Hud Suresini (sözkonu-su ayeti) direkt bir uyarı saymasının sebebi ise Allah Tea-la'm ümmetin istikametini o yüce insandan isteniesindendir. Ve Hz. Peygamber, bu görevi yeriıie getirememekten korkuyordu. Değilse, o yüce insan zaten istikamet sahibiydi."
O halde ey kardeşim! Eğer kendini o yüce insanın bağlısı kabul ediyorsan ve o zat-ı mukaddesin görevinin ne olduğundan haberdar isen, gel o yüce insanın senin çirkin ve kötü amllerinden ötürü görevinde mahçub düşmesine sebep olma. Kendini onun yerine koy ve düşün ki eğer çocukların veya diğer yakınların senin anlayışına aykırı kötü ve uygunsuz işler yaparlarsa halka karşı ne kadar mahcub olursun! Bil ki, o yüce zatın da buyurduğu gibi, Resul-i Ekrem (sav) ve Emi-ru'1-mü'minin (as) ümmetin hakiki babalarıdır: "Ben ve Ali bu ümmetin babasıyız. (*)
(*) Bihar, c. 36, s. 11. 228
Dolayısıyla bizi Rububiyetin huzuruna çağırıp bu iki yüce insanın önünde hesaba çekerlerse ve amel defterimizde çirkinlik ve kötülükten başka birşey olmadığı ortaya çıkarsa bu, yüce insanlara sıkıntı verir. Hak Teala, melekler ve peygamberlerin huzurunda mahcub olurlar. Bir bak ki bizler onlara ne büyük zulümler etmişiz, nasıl musibetlere mübtela olmuşuz ve Alah Teala nasıl davranacak bizlere!
Ey zalim ve cahil insan! Sen ki kendine zulmediyorsun ve ayrıca sadece kendine zulmettiğini sansan bile sen kendilerine teşekkür etmen gereken, kendi can, mal ve rahatlarım senin hidayete erişmen ve kurtulman için harcayan en şiddetli musibetlerle öldürülen ve kadın ve çocukları esir ve tutsak edilen velinimetlerine de büyük zulüm ediyorsun. Şu gaflet uykusundan uyan da kendi nefsinden utan ve onlara din düşmanlarından gördükleri zulmü kafi say (bir de sen onlara zulmetme). Sen ki onların dostu olduğunu iddia ediyorsun. O halde zulmetme onlara, dostun ve dostluk iddiasında bulunanın zulmü daha acı ve daha çirkindir çünkü.
3. bölüm
Nefsanî Hevalarm Çeşitlerine Dair
Nefsanî hevalarm aşama ve ilgiler bakımından birbirlerinden oldukça farklı ve çeşitli oldukları bilinmelidir. Bazen öylesine ince ve belirsizdir ki, mübtelası olan insan bile onun şeytanın tuzaklarından biri olan nefsanî heva olduğunu bilemeyebilir, meğer ki onu uyarsınlar ve gaflet uykusundan uyandırsınlar. Ama buna rağmen (nefsanî hevalarm) tümü, hakk yolu tıkamak ve Allah'ın yoluna engel olmakla birleşirler, Aşama bakımından birbirlerinden farklı bile olsalar, bu böyledir.
Sözgelimi, nefsani nevalarına uyup altm ve benzerlerine ilah imişler gibi kulluk edenler vardır ki, Allah Teala onlar hakkında şöyle buyurmaktadır: "Hevasını ilah edineni gördün mü?" (*) Ve diğer ayetlerin de gösterdiği gibi,bunlar Allah'tan uzak düşmüşlerdir. Hevalarma başka biçimlerde ve başka batıl şeytanî alanlarda tabi olan diğerleri de başka biçimlerde haktan uzak düşerler.
(*) Casiye Suresi, 23.
Nefsanî hevaya tabi olmanın her biçimi farklı şekillerde halktan uzaklaştırır. Küçük ve büyük günahlar işleyerek nefsanî nevalarına uyanlar bir şekilde nefsanî iştahlarını tatmin için çırpınan ve vaktini bu işe harcayıp hevasına uyanlar başka bir şekilde, görünürde ibadet ve taatla uğraşanlar ve bu yolla daha yüksek mevkilere gelmeyi umanlar da daha başka birşekilde haktan ve Allah'ın yolundan uzaklaşmaktadırlar. Zikir ve zühdle uğraşıp bu yolla sıfatlar cennetine ulaşmaya çalışanlar ve nefislerini güçlendirenler de haktan ve likaullahtan uzaklaşırlar. Maksatları Hakk'm likası ve O'na yakınlaşmak olmayan marifet ve sülük ehli de başka bir şekilde haktan uzak düşmektedirler, çünkü onlarda da benlik iddiası mevcuttur.
Daha başka mertebeler de vardır ama burda zikredilmeleri uygun değildir.
Şu halde bu mertebelerin mensuplarının her biri kendi halini kontrol etmeli ve kendilerini nefsanî nevalardan ann-dırmalılar ki Hakk'ın yolundan uzak düşmesinler, hakikat yolundan sapmasınlar ve hangi makamda bulunurlarsa rah-metkapılan yüzlerine açılsın. "Hidayete eriştiren Allah'tır."
İkinci Makam
Uzun Emelliliğin Kötülüğüne Dair Bu Makamda İki Bölüm Mevcuttun
1. bölüm
Uzun Emelliliğin Ahireti Unutturduğuna Dair
Bil ki, insaniyet aşamalarının ilki, "yakza" (uyanıklık) ve bilinç aşamasıdır. Nitekim bunu ehl-i sülük şeyhleri, salikle-rin aşamalarından sözederken açıklamışlardır ve bu aşama için büyük şeyh Şahabâdî (dame zilluhu) hazretleri de on beyit buyurmuşlar ki burada onları zikretmeye kalkışmayacağız. Burada asıl üzerinde durulması gereken husus şudur ki insan bir yolcu olduğunu idrak edip bu yolda ilerlemesi gerektiğini ve bir hedefinin olduğunu ve o hedefe doğru hare-ketetmesi icab ettiğini anlamadıkça azmi gelişmez ve irade sahibi olamaz. Ve bu hususların her biri uzun açıklamalara sahiptir ki eğer bu işe el atarsak söz çok uzayacaktır.
Bilinmesi gerekir ki bu uyanıklık ve bilinçlenmenin çok büyük engelleri vardır ki bunlar maksadı ve hedefe doğru ilerlemeyi unutturmakta ve insanın azim ve iradesini öldürmektedirler. Bu engellerden ilki de insanın ilerlemek için önünde çok zamanı bulunduğunu sanmasıdır. Eğer bugün hedefe doğru yürümezse yarın yürüyeceğini, bu ay sefer etmezse gelecek ay sefer edebileceğini düşünmesidir. Ve bu durum, bu uzun emellilik ve ebedi oluş hissi, insanı asıl hedef olan ahiretten, ona taraf ilerleme gereğinden ve yanına yoldaş ve azık alma lüzumundan uzaklaştırmakta, insan ahire-ti bütünüyle unutmakta ve hedef tümüyle aklından çıkmaktadır.
Ve Allah etmesin ki insan uzun ve oldukça tehlikeli bir yola sahip olsun ve vakti çok sınırlı olsun da asıl maksadını unutmuş bulunsun. Çünkü eğer bu durumda olursa ve yolculuk için hiçbir araç ve erzak hazırlığına girişmemişse, ister istemez sefere çıkması gerektiğinde perişan olacak, yolda kalacak ve bir yere ulaşmadan helak olup gidecektir.
2. bölüm
Uzun Emelliliğin Tedavisine Dair
Şu halde ey aziz! Bil ki önünde binek ve azığı yararlı ilim ve amel olan zorunlu bir yol ve sefer var ve bu seferin vaktinin ne zaman olduğu belli değildir. Mümkündür ki vakit çok dardır ve fırsat elden gitmek üzeredir. İnsan ne zaman sefer çanının çalınacağını ve göç etmesi gerekeceğini bilmemektedir. Şu benim ve senin sahip olduğumuz uzun emellilik ise nefs sevgisinden kaynaklanan şeytani bir tuzak ve o mel'unun şaheserlerinden biridir ki bize bu yolla ahireti ve ona hazırlanmayı unutturmakta, eğer sefere çıkmamızı engelleyecek özelliklere sahip ise bunları ıslah etmemize ve tevbe edip Hakka yönelmemize engel olmakta ve sefer için hazırlık yapmamızı önlemektedir.
Vaad edilen ecel gelecek ve bizi hazırlıksız yakalayıp bineksiz ve azıksız bir şekilde sefere çıkaracaktır. Ne salih amelimiz var ne de yararlı ilmimiz. .O alemin ihtiyaçları bu ikisine dayalı olduğu halde biz hiçbirini hazırlamış değiliz. Velev amel etmiş bile olsak bu halis ve katışıksız değildir ve binbir kuşkuyla ifa edilmiştir. Eğer ilim tahsil etmişsek, bu ilim sonuçsuz ve etkisiz bir ilim olmuştur ki bizatihi kendisi ya oyalanmadır ve batıldır veya ahiret yolunun büyük engellerinden biridir. Eğer bu ilim yararlı olsaydı, senelerdir onu tahsil etmekle meşgul olan bizlerde olumlu bir etkisinin görülmesi icab ederdi. Ne olmuş ki, kırk elli yıllık ilim ve amelimiz kalbimizde aksi tesir meydana getirmiş ve gönüllerimizi taştan daha katı kılmişır.
Mü'minin miracı olan namazdan istifademiz nedir? İlmin gereği olan o korku ve haşyetten ne haber peki? Allah göstermesin eğer bu halimizle göç edersek, önümüzde telafi edilmesi imkansız çok büyük ziyan ve hasretler var demektir. O halde ahireti unutmak öylesine tehlikeli birşeydir ki, eğer Allah'ın en büyük velisi Emiru'l-mü'mininin (selamullahi aleyh) ondan ve onun gereği olan uzun emellilikten bizim içinkorkuyorsa revadır. Çünkü o (Hz. Ali) bu seferin ne tehlikeli bir sefer olduğunu, insanın bir an bile gevşeyip rahat etmeden yolculuk için azık toplaması ve bir an bile oturup dinlenmemesi gerektiğini ve eğer o alemi unutarak ve gaflet uykusuna dalıp böyle bir alemin varlığından ve kendisini bir yolculuğun beklediğinden habersiz kalırsa başına nelerin geleceğini ve ne tür bedbahtlıklarla karşılaşacağını biliyordu.
Eğer bir miktar o yüce insanın (hz. Ali'nin) ve Hz. Resul-i Ekrem'in (sav) ki onlar yaratıkların en şereflileri idiler ve nefsin emel ve hevasi hatadan, unutkanlıktan, keşmekeş ve tuğyandan masum idiler, hallerini düşünürsek ve bizim ne halde bulunduğumuzu ve onlann ne halde bulunduklarını anlamaya çalışırsak iyi olacak.
Onların seferin büyüklük ve tehlikeliliğine ilişkin bilgileri kendilerinde rahat huzur bırakmamıştı. Bizim cehaletimiz ise unutkanlığımızı artırmıştık. Hz.Peygamber o kadar ibadet ediyor ve Hakkın huzurunda namaza duruyordu ki mübarek ayaklan şişiyordu ve bu yüzden Hak Teala (celle cela-luhu) şu ayeti inzal buyurdu:
"Taha,. Biz Kur'anı sana sıkıntı çekesin diye indirmedik." (*)
(*) Taha Suresi, 1,2.
Cenab-ı Emirul-mü'minin'in (as) Hak Teala'ya olan kulluk ve taatı ve ondan duyduğu korkunun oranı malumdur.
Şu halde bil ki sefer oldukça tehlikelidir ve bu bizdeki durum bir unutkanlık değil, nefs ve şeytanın bir tuzağıdır, ve bu uzun emelliliğimiz ve umutluluğumuz iblisin büyük kapanlarından ve nefsin tuzaklarından biridir. O halde bu uykudan uyan, ayınıklık ve bilinç kazan. Bil ki belirli hedefi olan bir yolcusun sen. Hedefin ve maksadın başka bir alemdir ve istesen de istemesen de bu dünyadan alınıp götürüleceksin. Eğer hazırlıklannı yapar, azık ve bineğini hazırlarsan bu seferde yolda kalmaz ve bu gidişte, perişan olmazsın. Ama eğer elinde avcunda hiçbir şey olmadan çekip gidersen, mutluluğu olmayan bir mutsuzluğa, izzeti olmayan bir zillete, sonu zenginliğe ulaşmayan bir yoksulluğa, rahmeti olmayan bir azaba, sönmeyen bir ateşe, bertaraf edilemeyen bir baskıya, saadetle sonuçlanmayan bir hüzün ve sıkıntıya ve sonu gelmez bir hasret ve pişmanlığa ulaşacaksın.
Ey aziz! Bak ki Mevla (Ali) Kümeyi Duasında ve Allah Te-ala'ya karışında neler arzediyor: "Sen benim dünyamın şu küçücük bela ve sonuçları karşısındaki zaafımı biliyorsun." (*) Sonra da diyor ki: "Oysa bu, göklerin ve yerin bile taşımaktan kaçındıkları bir yüktür." (**) Bu ne azaptır ki gökler ve yer bile ona takat yetirememektedir ve de senin için hazırlanmıştır ama sen hala gafletten uyanmıyor ve gafletin gün geçtikçe daha da artmaktadır.
Ey gafil gönül! Uykudan uyan ve ahiret seferine hazır ol. "Göç kervanının sesi gelmekte. Hz. Azrail'in işçileri işbaşm-dalar ve seni anbean ahiret mahelline doğru sürüklemekte-ler ama sen hala cahil ve gafilsin.
"Rabbimiz, beni bu gurur diyarını terketmeye, mutluluk diyarını elde etmeye ve ölüm erişmeden ölmeye muvaffak kılmanı niyaz ediyorum." (***)
(*) Feyz, Nehcul-Belağe, Hutbe, 195.
(**) Mefatih el-Cinân'dan.
(***) Mefatih el-Cinân'dan.
Hazırlayan: ruhullah.com