"Sufyan, "Ki hanginizin daha güzel amel yapacağım denemek için" (Hud Suresi, 7 ve Mülk Suresi, 2) ayet-i kerimesinin tefsiriyle ilgili olarak Hz. Sadık'tan (as) şunları naklediyor:
"Buyurdu ki: "Burada amellerinizin çokluğu değil amellerinizin doğru dürüst olup olmaması ve bunlar yapılırken bir-niyet ve Allah korkusunun taşınıp taşınmaması sözkonusu-dur." Sonra da dedi ki: "amelin halis olması için çaba harcamak amer etmekten daha zordur, amelin halis olması ise, al-lah Teala'dan başka hiç kimsenin rızasını aranmamasına bağlıdır ve niyet amelden daha faziletlidir. "İyi bilin ki niyet de ameldir." Daha sonra da imam Allah Teala'mn şu buyruğunu okudu: "De ki, herkes kendine uygun yolda hareket eder." Yani kendi niyeti doğrultusunda davranır.
ŞERH
Burada hadis-i şerifin yoruma elverişli yanlarını birkaç bölümde şerhetmeye çalışacağız, inşaallah.
1. bölüm
Belaların Hak teala'ya Nisbet Edilmesinin İzahına Dair
"Mülk (mutlak egemenlik) kendi elinde bulunan yüce Allah kutludur. O herşeye kadirdir. O, hanginizin daha güzel amel yapacağınızı denemek için ölümü ve hayatı yarattı." sözüne işaret etmektedir.
Ölüm genel olarak zahirî ve mülkî alandan batmî ve melekutî alana intikal etmek demektir. Veya ölüm, ilk mülkî hayattan sonraki ikinci melekutî hayattır ve her halükârda mülki hayatın tamamlayıcısıdır.
"İhtibar" ve "imtihan" ve bunların Hak Teala'ya (celle ce-laluhu) olan isnadıyla ilgili olarak ise daha önceki hadislerin şerhinde açıklamalar yapıldı. Şimdi o açıklamaları özet bir şekilde yeniden zikrediyoruz:
İnsanî nefsler, fıtrat ve yaratılışın başlangıcında sadece istidat ve kabiliyetten ibaret ve her türlü kötü ve iyi amelden arınmış halde iken tabii hareket alanına ulaştıktan sonra istidatlar faaliyet alanına geçmektedirler.
(*) İsra Suresi, 84. (**) Mülk Suresi, 1, 2.
Şu halde iyinin kötüden ayrılması ancak mülkî hayat sayesinde mümkündür. Ve hayatın amacı da nefslerin birbirinden ayrılıp sınıflanmasıdır. O halde insanların imtihanının anlamı anlaşıldı. Ölümün yaratılmasına gelince, ölüm de bu imtihanın bir parçasıdır. "Eyyuhum ahsenu amelen" sözü de bu hadis-i şerifin delaletiyle amellerin en iyisinin anlaşılmasına dönmektedir ve amellerin en iyisi de halis niyete bağlanmıştır. Şu halde amellerin imtihanı, zatî durumun imtihanı anlamına da gelmektedir. Ve eğer bu hadis-i şerifi ve İmam Sadık'm yorumunu görmezden gelip sadece ayet-i kerimenin zahirine baksak da yine aynı şeyin kastedildiğini göreceğiz. Çünkü bizatihi dünyaya gelme ve ölüm ile hayatın yaratılması, iyi ve kötü amellerin birbirinden ayrılmasını gerektirmektedir. Hayatın yaratılmasını ne anlama geldiği ise malumdur. Ölüm de bu imtihanın sonu ve amellerin birbirinden ayrılmasının gereğidir.
2. bölüm
Amelin Sevabının Allah Korkusu ve Halis Niyete Bağlı Olduğuna Dair
Bil ki bu hadis-i şerifte amelin sevap ve iyiliği iki esasa bağlı sayılmıştır. Amelin tamlığı ve kemali bu iki esasa bağlıdır. Birincisi, Hak Teala'dan havf ve haşyet, diğeri de samimi niyet ve halis irade. Şimdi bize düşen, bu iki esasın mükemmel amel ve sevabıyla olan ilişkisini ortaya koymaktır.
Şunun belirtilmesi gerekmektedir ki Hak Teala'dan korkmak ve O'nu karşısında haşyet duymak nefislerin takvasının ve sakınmasının bir gereğidir. Ve bu da amellerin kabulünü kolaylaştırmaktadır. Ayrıca her iyi veya kötü amelin nefse bir tesiri vardır. Amel güzel ve ibadet olduğunda tabii kuvveler aklî kuvvenin emri altına sokar, nefsin melekutî yanım mülke egemen kılar ve tabiatı ruhaniyete tabi eder, böylece ruhî cezbeler ortaya çıkar ve asıl maksada erişilir. Ve hangi amel bunu daha çok gerçekleştirebilecek istidada sahipse, o amel daha iyi ve güzeldir. Genel olarak amellerin fazilet ölçüsü budur. Ve "En faziletli amel en zor olan ameldir ha-dis-i şerifi de bu hususa bağlanabilir.
Bu mukaddimemin anlaşılmasından sonra, bilinmelidir ki takva nefisleri gam ve kederden arındırır ve elbette ki eğer nefs sayfası masiyet kirlerinden ve bu kirlerin doğurduğu kederlerden arı ise güzel ameller nefste daha çok etkili olurlar. Şu halde nefs takvasında etkili hususlardan biri olan Allah korkusu nefsi ıslah etmenin en müessir etkenleri-nen biridir. Çünkü takva bizatihi kendisi de nefsin maslahatlarından birisi olmasına ilaveten kalbi ve kalıbî amellerin daha etkili olmalarının ve aynı zamanda kabul de edilmelerinin temel etkenlerinden biridir. Nitekim Allah teala şöyle buyurmaktadır:
"Muhakkak ki Allah sadece muttakilerden kabul eder."
Amellerin mükemmel olmasının ikinci etkeni de sadık niyet ve halis iradedir ki ibadetlerin mükemmelliği ve noksanlığı sıhhati ve fesadı tam anlamıyla bu esasa bağlıdır ve ibadetler ne oranda halis niyetle yapılırsa o oranda mükemmeldirler. İbadetlerde hiçbir şey halis niyetten daha önemli değildir, niyetlerin ibadetlere nisbeti, ruhların bedenlere ve nefslerin cesetlere nisbeti gibidir. Ve hiçbir ibadet halis niyet olmaksızın Allah Teala'nm kabulüne mazhar olamaz. Ve gönlün ağyardan arındırılması ve içine Hak Teala'dan başka hiç kimseyle yol verilmemesi gerekir ki halis olabilsin. Nitekim Kafî'de yer alan bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmakta-dır:
"Sufyan b. Uyeyne diyor ki: "Hz. Sadık'tan (as) Allah Tea-îa'nı kıyamet günüyle ilgili "O gün ne mal ne de oğullar fayda sağlar. Allah'a sağlam ve temiz bir kalb getirmekten başka." (Şuara Suresi, 88, 89). ayetlerini sordum. Buyurdu ki: "Kalb-i selim, rabbiyle mülakat eden ve içinde O'na denk hiçbir şey bulunmayan kalptir." Ve buyurdu: 'Ve içinde şirk veya tereddüt bulunan her kalb helak olmuştur. Allah Teala dünyada zühdü emretmiştir ki kalpler ahiret için boşalsın."
Elbette ki içinde Hak Teala'dan başkasının yer aldığı şüphe ve gizli-açık şirk taşıyan birkalp Allah Teala'nı mukaddes huzurunda sakıttır. Sebeplere güvenmek ve Hak'tan başkasına istinad etmek de gizli şirkin unsurlarıdır. Halis niyet ise O zat-ı Mukaddes'in menzilinden (kalpten) Allah'tan başkasını ihraç etmektir. Hak'tan başkasına mutlak anlamda güvenip dayanmak ve yaratılmıştan ummak, yakînin zayıflığından ve imanın gevşekliğindendir. Aynı şekilde görevde gevşeklik göstermek de böyledir. Kalb-i selim, şirk ve şüpheden mutlak anlamda arınmış kalptir. Ve "Zühdü emretti ki..." hadis-i şerifi de dünyadaki zühdün kalbin yavaş yavaş dünyayı terketmesi, ondan nefret duyması ve gerçek maksadına yönelmesini sağladığına dikkat çekmektedir. Şu halde kalbinde Hak'tan başkası bulunan ve Ondan başkasına meyledip ilgi gösteren herkes ehli dünyadır ve dünyada zahid değildir, velev başka manevî mertebelere ve yüce cennet mertebelerine sahip olsa bile gerçek ahiretten cennetin en yüce mertebesi olan "lika cenneti"nden mahrumdur. Nitekim ehli dünya arasında da dünya malı ve makamlarında farklılıklar vardır ve o makamlar ehlullahtan çok uzaktır.
3. bölüm
(İhlasın Tanımına Dair)
Bil ki İhlasın birçok tanımı yapılmıştır ki biz burada bu tanımları kısaca zikredeceğiz.
Büyük arif ve hakim Hace Abdullah Ensarî Hazretleri buyuruyor ki: "İhlas ameli her türlü karışıklıktan arındırmadır. Ve bu, hem şahsî rızadan kaynaklanan karışıklığı, hem de başkalarını memnun etmek için gerçekleştirilen karıştırmayı kapsamaktadır." Ve Şeyh Behaî'den de gönül ehlinin, ihlası şu şekilde tanımladıkları nakledilmiştir:
Denilmiş ki: "İhlas, ameli sadece Allah için yapmak ve O'ndan bşakasını amele ortak etmemektir." Ve bu da geçen tanıma yakın bir tanımdır.
Ve denilmiş ki: "Kişinin ameli için dünyevî bir karşılık beklememeğidir."
Ğeraib el-Beyan'm yazarından da nakledilmiştir ki: lh-laslılar, kendilerini, alemi ve ehlini O'na kulluk etme konumunda görmeden Allah'a ibadet edenler ve rububiyeti müşahedede kulluk sınırını aşmayanlardır."Ve budur Hak Tea-la'nm kendi için seçtiği din ve onu kendinden başkasından arındırarak şöyle buyurmuştur: "İyi bil ki halis din sadece Allah'a özgüdür." Muhakkik şeyh Muhyiddin Arabi'nin şöyle dediği nakledilmiştir:
"Din Allah'tan gayrisinden ve enaniyetten arındırılırsa Allah için olur. Zira Hakk'm zatında tümüyle fenaya erince senin için ne bir zat ne sıfat ne fiil ve ne de din kalır. Aksi takdirde din Allah için olamaz."
Ububiyyet, gayrîlik ve enâniyet adetleri bakî olduğu sürece ve işin içinde abid, mabud, ibadet, ihlas ve din bulunduğu müddetçe gayrîlik ve enâniyet katışıklığı sözkonusudur ve bu, marifet ehli açısından şirktir. Hulus ehlinin ibadeti, mahbubun tecelli haritasıdır ve kalplerinde Zat-ı Hakk-ı Va-hid'den başkasına geçit yoktur. Ama buna rağmen bütün vazife ve ibadetlerini yerine getirirler. Ancak onların bu kulluğun rivayet ve tefekkür esasına değil, tecelli easma bağlıdır.
4. bölüm
İhlasın Amelden Sonra Geldiğine Dair
Bil ki "Amelin halis olması için çaba harcamak amelden daha zordur" hadis-i şerifi insanı yaptığı amelerde özenli davranmaya yönelten bir teşviktir.Yani insan hem ameli ifa ederken ve hem de amelden sonra ihlasını korumalıdır. Çünkü kişi ameli ifa ederken ihlaslı iken amelden sonra bu ihlasını koruyamaması mümkündür. Nitekim Kafî'de yer alan bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmaktadır:
"Hz. Bakır el-Ulûm'un (as) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Amele dikkat etmek amel etmekten daha zordur." Ravi diyor ki: "Amele dikkat etmek nedir?" Buyurdu: "Kişi salih bir amelde bulunur veya infak eder ve bunu şeriki olmayan Allah Teala için yapar (yani amelinde riyakârlık etmez) bunun üzerine o amel ona gizlice yazılır ve kendisine gizli bir sevap verilir. Derken o amelinin sözünü etmeye başlar. Bunun üzerine o gizli sevap silinir ve aşikarı yazılır. Yani amelinin sevabı alenen verilir kendisine. Ardından yine sözünü etmeye başlayınca o da silinir ve yerine riya yazılır."
İnsan, ömrünün sonuna değin hiçbir zaman şeytan ve nefsin şerrinden güvenlikte değildir. Sanmasın ki yaratılmışların rızasını ona karıştırmadan sadece Allah rızası için bir ameli yerine getirdi mi artık nefsin şerrinden güvenliktedir. Eğer dikkat ve titizlik göstermezse, nefsin ona o amelini açıklaması ve başkalarına duyurtması mümkündür. Kimi zaman bu açıklama ima ve işaret yoluyla olabilir. Şu halde insan bir hastanın derdiyle ilgilenen doktor ve hastabakıcı gibi kendi haline eğilmeli ve nefsin gemi alıp kendisini helak ve zillete sürüklememesi için dizginlerine sımsıkı sarılmalıdır. Ve her halükarda şeytan ve nefsin şerrinden Allah Tea-la'ya sığmmalıdır.
"Muhakkak ki nefis, daima kötülüğü emredicidir, meğer ki rabbimin esirgediği bir nefis ola." Ve bilinmelidir ki niyyetin her türlü şirkten, riyadan ve benzerlerinden halis kılınıp bu haliyle muhafaza edilmesi çok zor ve önemli bir iştir. Hatta belki de bu durumun bazı aşamaları tamamen halis olmuş evliyaullah'tan başkası için mümkün değildir.Ma-kam mevki düşkünü ve riyakâr olan ve bu durumun kendisini çepeçevre kuşatmış olduğu bir kimsenin bütün amacı, bu makam mevki emeline ulaşmaktır.Dolayısıyla, ifa ettiği ameller de bu maksada yöneliktir, ama bu amel kalbinde mevcut olduğu sürece amelleri halis olamaz. Çünkü bencillik ile ilahiliğin bir araya gelmesi mümkün değildir. Böyle biri velev Allah'ı bile istese kendi için isteyecektir ve bütün amacı ve amelleri şahsına ve nefsine yöneliktir.
Şu halde demek ki niyetin şirkten mutlak anlamda arındırılması öyle herkesin harcı olmayan çok büyük bir iştir ve amellerin kemali ve noksanlığı, niyetlerin kemal ve noksanlığına tabidir. Çünkü niyet amelin fiiliyyet sureti ve melekutî yönüdür. Nitekim buna daha önce işaret ettik. Ve şu hadis-i şerifte de aynı anlama işaret edilmektedir:
"Niyet amelden daha üstündür. Hatta niyet amelin ta kendisidir."
Niyet amelden daha faziletlidir. Hatta amelin bütün hakikatidir ve bu, bazılarının sandığı gibi abartma da değildir. Hakikatten ibarettir sadece. Çünkü niyet, amelin kamil sureti ve tahsil edicisidir. Amellerin sıhhat ve fesadı, kemal ve noksanlığı ona bağlıdır.
Zahirde Ali b. Ebi Talib (as) ile falan münafığın namazı arasında herhangi bir fark yoktur. Her ikisi de aynı hareket ve rükünleri yerine getirmektedir. Ama Ali'nin namazı onu mirac-ı ilallaha götürmektedir.
İsmet ailesinin (Peygamber ehlibeytinin) (aleyhimusse-lam) Allah yolunda infak ettiği birkaç ekmeği övmek üzere pek çok ayet-i kerime nazil olmuştur. Cahil, birkaç gün aç kalıp yiyeceğini yoksullara dağıtmayı önemli bir iş sayar. Oysa bu herkesin yapabileceği önemsiz birşeydir. Önemli ise halis niyyet ve kasıttan kaynaklanır. Amelin ruhu, halis arınmış bir kalp ve niyettir ve ameli önemli kılan da budur. Peygamber-i Ekrem (sav)'in sureti zahirde diğer insanlardan hiç de farklı değildir. Öyle ki kendisini tanımayanlar huzuruna vardıklarında "Hanginiz peygambersiniz?" diye soruyorlardı.
Peygamberi (sav) başkalarından ayıran şey o ser-verin yüce ve latif ruhu idi, mübarek cismi ve şerif bedeni değil. Ve aklî ilimler, birşeyin mahiyetinin onun maddesine değil, suretine bağlı olduğunu belirtmektedir. Şu halde amellerin bütün hakikati, onların sureti ve melekutî yanları olan niyettir. İşte bu nedenledir ki, Hz. Sadık (as) bu hadis-i şerifte önce amellerin suretine ve özüne dikkat çekmiş, suret yönünü maddi yönden daha faziletli olduğunu belirtmiş ve niyetin amelden efdal olduğunu buyurmuştur. Tıpkı ruhun bedenden efdal olduğunu belirtmemiz gibi. Evet ruhsuz beden de bedendir ama beden ruhla canlıdır ve bu hamur, niyet ve amel, ruh ve bedenle yoğrulmuştur.Her birinin melekutî yönü, maddî ve mülkî yönünden efdaldir. Ve bu, meşhur hadisin anlamıdır.
"Ve o yüce insan amelin niyette, mülkün melekutta ve mazharın zahirde fani oluşuna bakarak şöyle buyurdu: "Amel niyetin ta kendisidir ve niyetten başka hiçbir şey yoktur. Bütün ameller niyette fanidirler ve müstakil bir yapıya sahip değiller. Ardından da Allah Teala'nm "De ki herkes kendi yapısına uygun bir şekilde amel eder" buyruğunu tanık olarak getirdi.
Ameller nefsin yapısına bağlıdır. Ve her ne kadar nefsin yapısı batın ve ruhsal ise de niyetler nefsin zahirî yapışıdırlar.
Denilebilir ki ameller nefsin ilk yapısı, niyetler ise ikinci yapısıdır ve ameller niyetlere tabidir. Nitekim o yüce insan niyetin yapı olduğunu beyan buyurmuştur. Bu da amellerin her türlü şirk, riya ve benzerlerinden arındırılmasının nefsin islahıyla mümkün olduğunu göstermektedir. Çünkü bu, bütün İslahatın kaynağı ve bütün kemalatm menbaıdır. Nitekim eğer insan dünya sevgisini ilmî ve amelî riyazetle kalbinden atarsa, artık asıl maksadı dünya olmayacaktır. Amelleri halka riyakarlık etmekten ve onların rızasını kazanmaya çalışmaktan kurtulacak ve gizlisi açığı yekdiğerine denk olacaktır. Ve eğer nefsanî riyazetle nefs sevgisini gönülden kovabilirse, gönül ne oranda bencillikten arınırsa o oranda ilahi olacak ve amelleri gizli şirkten de armacakür. Nefis sevgisi gönülde var olduğu sürece, insan Allah yolunun yolcusu olamaz. Allah'a seferin ilk adımı nefs sevgisinin terk edilmesi enâniyetin çiğnenmesidir.
Kimileri diyor ki: "Kim Allah ve Rasulüm hicret etmek maksadıyla evinden çıkar da kendisine ölüm erişirse, onu mükâfatı, Allah'a düşer." ayet-i kerimesinin anlamı; "Kim nefs evinden çıkıp manevî bir sefer ile Hakk'a doğru hicreteder ve kendisine ölüm erişirse, onun mükafatı Allah'a düşer"dir. Ve açıktır ki böyle bir yolcuya o Zat-ı Mukaddes'in müşahede edilmesini ve O'nun zatında fanî olmanın dışında-bir ecir layık değildir. Nitekim böylelerinin dilinden şöyle denilmiştir:
"Özümüzde dosttan başkasına yer yoktur
Her iki alemi düşmana ver sen, bize dost yeter."
Nisa Surei, 100.
Hazırlayan: ruhullah.com