Hz. Sadık (as) şöyle buyurmuştur: "İlim taleb edenler üç kısımdır. O halde bunları şahsiyet ve sıfatlarıyla tanı. Bir grup hakkı gizlemek ve cedelleşmek için ilim taleb eder. Bir kısım da üstünlük elde etmek ve kandırmak için ilim taleb eder. Diğer bir kısım da dinde derinleşmek ve akıl için ilim taleb eder. O halde hakkı gizlemek ve cidal için ilim öğrenenler eziyet sahibi ve cidal eden insanlardır, ilim ehli olduğunu göstermek için ilmi müzakere eder ve sabırlı olduğunu göstermek için sabrı över. Tevazu gömleğini giymiş ama takvadan uzak kalmıştır.Bu yüzden Allah Teala onun burnunu yere sürter ve belini kırar. Üstünlük elde etmek ve kazandırmak için ilim öğrenen insan ise hilekar ve dalkavuk bir insandır. O, kendisi gibi olan insanlara üstün gözükmek ister. Zenginlere tevazu gösterir. Onların helvasını yer (yani onlardan para alır) ama kendi dinini ifsad eder. O halde Allah Teala bu yüzden onu kör kılar ve ondan alimlerin nişanelerini alır. Dinde derinleşmek ve akıl için ilim öğrenenler ise tevazu, hüzün ehli olup geceyi ibadetle geçirenlerdir. Başlarında tahtü'l hanek (*) gece karanlığında amel ederler. Allah'tan korkar, insanları Allah'a davet eder ve sakınırlar.
(*) Sarığın özellikle alimlerin namazda arkalarına saldığı bölümüdür ki istihbabı da vardır. Müt.)
Kendi makamlarına uygun bir şekilde amel ederler. Kendi zamanındaki insanları iyi tanır ve en güvenilir kardeşlerinden dahi endişe duyarlar. Bu yüzden Allah Teala onun ayaklarını sabit kılar ve kıyamette ona emniyet ve güvenlik verir."
ŞERH
Biz hadisle ilgili açıklamaları birkaç faslın zımmında beyan etmeye çalışacağız.
Fasıl
Yerinde isbat edildiği gibi neticeye nisbeten kıyasın mu-kaddematı ve her ilmin medlulat ve müberhenata nisbeten delil ve burhanları muiddat (hazırlayıcı, önkoşullar) konumundadır ve tam bir istiklale sahip değillerdir. Birbirinden irtibatsız halde olamazlar. Bu hususta tefviz ehli ile cebir ehli ihtilaf etmiştir. Dolayısıyla her biri bir yola saparak itidal yolundan çıkmışlardır.Birisi diyor ki mukaddemat bağımsızdır, dolayısıyla gayb alemi ile melekut aleminin feyizleri de olmasa insan bizzat mukaddemattan netice ilmini elde eder. Diğeri ise diyor ki mukaddemat neticeden tümüyle irtibs&sız haldedir. Ama adetullah, cari olmuş mukaddemattan sonra insanın zihnine netice ilka olmaktadır. Mukaddemat sureten neticeye bağlıdır. Ama hakikatte irtibat diye birşey yoktur.
Bunların her ikisi de hak marifetleri ve hakiki ilimler ehlinin nezdinde batıldır. Hak olan şudur ki mukaddematın i'dadî (hazırlayıcı, önkoşul) bir rolü vardır.Yani nefsi, gaybî yüce alemden ilimleri telakki etmeye hazırlamaktadır. Biz şu anda bu mezhepleri beyan etmek niyetinde değiliz. Biz sadece başka bir sebepten ötürü işaret etmek istedik. O da şu ki ilim ve marifetlerin ilkası gaybî alemlerdendir ve nefislerin irtibatına bağlı bir şeydir.
Nitekim Hadiste de şöyle yer almıştır: "İlim talim çokluğu ile değildir. İlim bir nurdur ki Allah onu dilediği kulunun kalbine sokar." O halde melekut-i ala ve mukarreb melekler alemiyle irtibat kuran nefislere meleki birtakım ilka-lar ve melaike aleminden gelen hakiki ilimler ifaze edilir.Me-lekut-i esfeî, cin, şeytan ve nefisler alemiyle irtibatı olan nefislere de cehî-i mürekkeb (bilmediğini bilmemek) ve zulma-ni hicaplar kabilinden birtakım şeytanî ilkalar ifaze edilir. Bu yüzden maarif ve hakiki ilimler erbabı olan kimseler ilimlerin tahsilinde özellikle de hak marifetler ve şer'î ilimlerin tahsilinde niyet ihlası, nefsi tezkiye ve maksadlarm tashihini ilk şart olarak kabul etmektedirler. Dolayısıyla da bu ilimleri öğrenenlere birtakım tavsiyelerde bulunmaktadırlar. Zira nefis tezkiye olunca yüce alemler ile irtibat ciheti güçlenir. "Allah'tan sakının, Allah size öğretiyor." (Bakara, 282) ayeti de ilahi talimi takvaya bağlamıştır. Zira takva nefse sefa vermekte ve nefsi mukaddes gayb makamıyla irtibata geçirmektedir. Böylece de ilahi talim ve rahmani ilkalar gerçekleşir. Zira gaybi ..alemde cimrilik sözkonusu değildir. Onları feyizlendirmek farzdır. Nitekim bizzat Vacibu'l-Vücud olan zat da tüm cihetlerden vaciptir.
Ama eğer nefis kendini tamir, yiyecek, içecek ve nefsanî bencilliğine teveccüh ederek ilimle meşgul eder ve hedef gayr-i ilahi olursa ona şeytani ilkalar olur. Maarif ehlinin de zikretmediğini sandığım kesin ölçülerden biri de bu rahmani ve şeytanî ilkalar arasındaki mezkur farktır. Bunu çoğu zaman insanın kendisi de anlayabilir. Bulanık nefse yapılan ilkalar nefislerin dermansız derdi ve yolunun dikeni olan cehl-i mürekkeb kabilinden şeylerdir. Zira ilimlerde ölçü tümel mefhumların ve ilmi kavramların husulü değildir. Aksine ölçü, nefsin basiretinden hicapları ortadan kaldırmak ve mari-fetullahm çırağı ve Hakka yakınlaşmayı sağlayan doğru bir -yoldur. Bunun dışındaki şeyler mülk alemindeki ve tabiat hicaplarını kaldırmadan önce ilim de olsa ve ehli alim, arif fa-kihlerden de sayılsa kalp gözünden hicaplar kaldırıldıktan melekut perdesi kenara çekildikten, mülk ve tabiatın ağır uykusundan uyandıktan sonra bu hicapların diğer tüm hicaplardan daha kalın olduğu ve bu resmi ilimlerin baştan başa melekutî kaim perde olduğu, perdeler arasında fersah-larca yol olduğu ve bundan gaflet edildiği anlaşılır.
"İnsanlar uykudadır, ancak öldüklerinde uyanırlar." Buradan işlerimizin ne olduğu ortaya çıkmaktadır. Rezalet ve rüsvaylık da buradan kaynaklanmaktadır. Elli yıl ilim tahsilinden sonra az veya çok bizzat kendimiz de yanlışlık içindeyiz. Bazen tahsilimizin Allah için olduğunu zannediyoruz, ama şeytanın hilelerinden ve nefsimizden gaflet içerisindeyiz; zira nefis sevgisi bizlerin ayıplarım örten kalın bir perdedir. Bu sebeple Ehl-i Beyt (as) bizzat nefsi bize tanıtmak için imtiyaz cihetiyle etkilerini ve işaretlerini zikretmiştir. Böylece kendimizi tanıyarak nefsimizin nasıl olduğuna bakalım ve boş yere kendi kendimize hüsnü zannımız olmasın. Biz bundan sonra hadiste zikredilen alametlere kısaca işaret edeceğiz.
İlim taliplerini ilk ve tümel bir taksime göre iki grup olduğu açıklanmıştır. Birisi ilahi bir maksat diğeri ise nefsanî maksat taşımaktadır. Denilebilir ki bu taifenin nihai maksadı cehalettir. Zira onlar için hasıl olan suri ilimler hakikat hasebiyle cehli mürekkeb ve melekutî hicaptan ibarettir. İmam Sadık'm zikrettiği ve bizim de şerhiyle meşgul olduğumuz her iki taife de bu maksatta ortaktırlar. Çünkü hakkı gizleyip cedelleşmek ve üstünlük elde ederek kandırmak maksadıyla ilim öğrendiklerinden cehalet ve delalet ehlidirler. O halde imanın birinci taife için zikrettiği cehalet halk arasında mütedavil olan cehalet değildir. Aksine amaç halkı cehalete sokmak ve işleri körleştirmektir. Veya kendini cahil göstererek hakkı kabul etmemektir. Nitekim her iki grup da hakkı gizleyen ve cidal ehli olan kimselerdir. Onlar halk arasında yaygın olan hakikatleri ve hak işleri inkar etmekte ve kendi sözlerinin yücelmesi için hakkı bilmezlikten gelmektedirler. Böylece batıl görüşlerine sıcak bir pazar bulmaktadırlar.
Hakikatte ilim tahsil edenler iki kısma ayrılmakla birlikte imam bunları üç kısma ayırmaktadır.Bu taksim ilk ve külli bir taksim olup nefiy ve isbat arasında dair olan bir kı-sımlandırmadır. Bir görüşe göre de üç kısımdan daha fazladır. İmam bu kısımlandırmayla en büyük cehalet ve dalalet grubunu zikretmiştir. Başka rivayetlerde ise bunları iki grup olarak zikretmiştir. İmam Sadık (as) şöyle buyurmuştur: "Hadisi dünya menfaati için isteyen kimsenin ahirette hiç bir nasibi yoktur. Ama ahiret hayrını isteyen bir kimse için Allah ona hem dünya ve hem de ahiret hayrını verir."
Fasıl
Biz hakkı gizlemek ve cidalin bozukluk ve fesatlarını bir hadis-i şerifin zımmında beyan ettik. Şu anda da münasip olduğu hasebiyle bu hadislerden bazısını zikrediyor ve cidal ile hakkı gizlemenin fesatlarından bazısına işaret ediyoruz. Hz. Sadık (sa) şöyle buyuruyor: "Hz. Ali (as) şöyle buyurmuştur: Cidal ve sözlerde husumetten sakının Zira bunlar kalbi hastalandırmakta ve nifak bunlar üzerinde yeşermektedir." Hakeza Hz. Sadık (as) şöyle buyurmuştur: "Husumet ve düşmanlıktan sakının, zira husumet kalbi meşgul edip nifak eker ve kalpte kin icat eder." Yine Hz.Sadık (as) şöyle buyurmuştur. "Cebrail Rasulullah (sa) 'in yanına gelerek şöyle buyurdu: "Cidal ve inatlaşmak yoluyla konuşmaktan sakının. Hakkı gizlemek ve husumet, kalbi hasta etmekte, insanı dostlarına karşı kötümser yapmakta ve kalbe nifak etmektedir." Zahiri amellerin batın ve kalpte birtakım etkilerinin olduğu daha önce de zikredilmişti. Kötü amellerin kalpteki etkisi daha çabuk ve şiddetlidir. İnsan tabiat aleminin çocuğudur. Dolayısıyla şehvet, gazab ve şeytanlık kuvveleri ona daha yakın ve işlerinde tasarruf sahibidir.
Hadislerde de şöyle yer almıştır: "Şeytan insanoğlunda kanın dolaştığı gibi cereyan eder." Bu yüzden kalp tabiatla uygun olan fesatlara yöneliktir. Dışarıdan yapılan en küçük bir yardım sayesinde (bu yardım ister dış organlarından olsun isterse de dost, farketmez) kalpte şiddetli bir etki meydana getirir. Bu sebeple hadis-i şeriflerde kötü insanlarla dost olmak yasaklanmıştır. Hz. Ali (as) bir hadiste şöyle buyurmuştur: "Müslüman bir kişinin fasık bir kişiyle dost olması müslümana yakışmaz." Zira fasık ona amellerini güzel gösterir ve onu da kendisi gibi yapmaya çalışır. Ona dünya ve ahiret işlerinde yardımcı olmaz.Müslüman için fasıklarla oturup kalkmak ayıp ve zararlıdır. İmam Sadık(as) ise şöyle buyurmuştur: "Müslüman kimseye facir, ahmak ve yalancılarla dost olması yakışmaz." Günah ehli kimselerle oturup kalkmak veya günah meclislerinde oturmak veya Allah'ın düşmanlarıyla dolaşmak İslam'da yasaklanmış şeylerdendir. Bunun sebebi ise onların amel hal ve haletlerinin insandaki etkisidir. Bundan da önemlisi kalbin etkilenmesidir. İnsanın kalbi kötü amellere bir müddet devam ettiğinde şiddetli bir etkilenme içine girer ki kalbin bu pisliklerden temizlenmesi uzun yıllan alır.
O halde anlaşıldı ki eğer insan hakkı gizlemek ve husumette meşgul olursa kalbinde bulanıklık ve korkunç bir zulmet vücuda gelir. Zahiri ve lisanî husumeti batmî ve kalbi husumete dönüşür.Bu, nifak ve ikiyüzlülüğün en büyük nedenidir. O halde nifağm büyük fesatlarını hakkı gizlemek ve cidalin fesatlarından anlamak gerekir.Nifak ve ikiyüzlülüğün fesatlarını ise önceki hadislerin birinde açıklamıştık.Yeniden tekrarlamayı gerekli görmüyoruz. İmam Sadık (as) hakkı gizleyen ve cehalet ehli kimseler için birtakım alametler zikrettiler ki bunlardan birisi halka eziyet etmeleridir. Halka eziyet etmek büyük fesatlardan birisidir ki tek başına insanı helak edebilecek bir etkinliğe sahiptir. Hadisi şerifte şöyle yer almıştır: "Benim dostlarımdan birine eziyet eden bana savaş açmıştır." Bu hadis-i şerifte hakkın dost ve müminlerine eziyet hak ile savaş konumunda görülmüş ve ona düşmanlık sayılmıştır. Bu husustaki hadisler sayılamayacak kadar çoktur.
Eziyet ve cidal sıfatları hakkı gözlemek ve cidal için ilim öğrenenlerin alametleri karar kılınmıştır. Burada cidal edenler için cidal sıfatı zikredilmiştir. Birinci cidalden maksadın kalbi sıfat ile kalbin habis melekesi ve ikinci cidalden mak-satın ise onun zahiri alamet ve eseri olduğu söylenebilir. Onların alametlerinden biri de sabır ehli olmadığı halde ilimle sabrı tavsif ve tarif etmesidir. Bu da ikiyüzlülüğün riya ve şirkin bizzat kendisidir. Nitekim takvalı olmadığı halde huşu izharında bulunmak da şirktir. Riya nifak ve ikiyüzlülüğün misdakı konumundadır.
Bu sıfat ve fesatlar oldukça büyük olup her birisi insanı helak edici konumdadır. Her türlü zorluk ve riyazete katlanarak insan bu rezil hasletten ve kalbi yok eden sıfatlardan kendini kurtarmalı ve imanını ortadan kaldıran bu hasletten uzak durmalıdır.Kendimizi bu zulmet ve bulanıklıktan bir an önce kurtarmalı ve kalbimizi hulusi niyet ve batını doğrulukla süslemeliyiz.
Bu babda bir nükte vardır. İnsan eğer biraz düşünürse oldukça sarsılır ve adeta beli bükülür. Bu nükte şudur: Hz. Sadık (as) alametlerin altında şöyle buyuruyor: "Allah Teala onun burnunu yere sürter ve belini büker." Bu ibaret ya haberdir veya dua. Her iki surette de gerçekleşecektir. Zira eğer haber ise Sadık'm haberi doğrudur. Eğer dua ise Masum ve Allah'ın velisinin duası müstecaptır. Bu da zillet,hor-luk ve rüsvaylıktan kinayedir. İnsanı her iki alemde de zelil, rüsvay, hor ve hakir kılmaktadır.Yanlarmda yüzsuyu ve hürmeti korunsun diye ikiyüzlülük ve fazilet izharında bulunduğu kimselerin nezdinde bile yüzsüyü dökülmüş ve değeri azalmış, dolayısıyla zelil hale gelmiş olacaktır. Kendilerine üstün olduğunu göstermek istediği kimselerin karşısında bile zelil düşecektir. O alemde mukarreb melekler, mürsel nebiler masum veliler ve salih kullar gözünde hor, hakir, rüsvay, zelil ve değersiz olacaktır.
O halde eyvahlar olsun bizim gibi hakkı gizlemek, cidal, nefsanî heva ve heves ve husumetler ehli olanlara. Bizler gerçekten de bu habis nefsin elinde esir durumundayız. Bu pis nefis bizlerden el çekmemekte bizi her iki alemde de helak etmek istemektedir. Aksine bizler de asla kendimizi ıslah etmek istemiyoruz. Herşeyden gaflet içerisinde olup tabiat uykusuna dalmaktayız. Allah'ım sen kullarını İslah eden ve kalplerin malikisin.
Bütün mevcudatın vücudu senin kudret elindedir ve bütün kullarının kalbi senin tüm iradenin nüfuzu altındadır. Kendimizin maliği değiliz.Ne yararımız ne zararımız ne ölümümüz ve ne hayatımız kendi elimizde değildir. Karanlık kalplerimizi ve bulanık gönüllerimizi kendi nurunla aydınlat. Fesatlarımızı fazlın ve inayetinle ıslah et. Bizim gibi zayıf ve çaresiz insanlara yardım et.
Fasıl
Hadis-i şerifin ilk fıkrasında yer aldığı üzere hakkı gizleyen kimselerin batmî ve nefsanî bir melekesi ve mertebesi vardır. Bir de bundan vücuda gelen zahiri mertebesi var. Bu zahiri mertebe o batınî mertebenin nişane ve alametidir. Nitekim üstünlük taslamak hilekarlık ve diğer kötü sıfatların da bir batını mertebesi de vardır ki o bu emrin melekesidir. Bir de zahiri bir mertebesi de vardır ki o melekenin neticesidir. Nitekim bütün amel ve fiillerde kalbin de bir payı vardır. Bazen meleke mertebesine ulaşmakta ve bazen de hal mertebesine bulunmakta ve zahirî ameller de onların neticesi sayılmaktadır. O halde makam düşkünlüğü, üstünlük talebinde bulunmak, halkı kandırmak ve hilekarlık gibi hasletleri meleke haline gelen kimselerin alamet ve zahiri nişaneleri de onlarla uyum içindedir. Bunların bazılarını da İmam Sadık (as) zikretmiştir. Bunlardan birisi hilekarlık ve halkı kandırmaktır. Bunlar halk içinde kendilerini doğruluk ve salah ehli olarak göstermekte, ama batınları böyle değildir. Koyun kılığmdaki kurt ve insan suretindeki şeytan olan bu insanlar, Allah'ın en kötü kullarıdır. Bunların halka verdiği zarar düşmanınkinden daha fazladır. Bir alameti de zenginler karşısında dalkavukluk etmesi ve tevazu göstermesidir. Tevazu ve dalkavukluk örtüsüne girerek zayıf halkları aldatmak istemekte ve onların muhabbetinin tatlı helvasını ve dünyevî ihtiramlarını kazanmak istemektedirler. Karşılığında dinlerini satmış ve imanlarını kaybetmişlerdir. Bunun karşılığında ise onların dünyasından istifade etmektedir. Bunlar o kimselerdir ki hadiste yer aldığı üzere cennet ehli onları görünce onlara şöyle diyecektir: "Sizlere ne oldu ki biz sizin öğretileriniz vasıtasıyla cennete geldik ama sizler cehennemlik oldunuz." Onlar şöyle diyecekler, "biz dediklerimizle amel etmedik."
Onların alemetlerinden birisi de kendilerinden bir beklenti içinde olduğu emsallerine tekebbürde bulunup üstünlük taslamalarıdır. Onları amelen veya kavlen tahkir ederler. Zira kendileri için birtakım ortaklar ortaya çıktığı takdirde kendi iftihar ve değerlerinin azalacağını sanarlar.
Bilmek gerekir ki en zor şeylerden birisi insanın ilim, zühd ve takva elbisesinde dindarlık iddiasında bulunması ve bu yolda kalbini korumasıdır. Zira eğer bu yolda olan birisi vazifeleriyle amel eder ve bu aşamaya ihlas ile girerse kendisini islah ettikten sonra diğerlerini ıslaha yönelir ve Rasulul-lah'm Ehl-i Beyt'inden olan yetimleri korur. Böyle kimseler mukarreb ve kıdemli insanlardan sayılır. Nitekim Hz. Sadık (as) Hz. Bakır'in dört dostu hakkında böyle bir tabirde bulunmuştur. Mezkur hadiste şöyle buyurmaktadır: Zürare, Muhammed b.Mülem, Ebu Basir ve Bureyd Allah Teala'nm şu ayette buyurduğu kimselerdendir: "Yarışıp öne geçenler de öne geçmiş öncülerdir, işte onlar mukarreb olanlardır."
Bu hususta birçok hadis vardır. İlim ehlinin faziletleri oldukça fazladır. Rasulullah (sav)'tan menkul olan şu hadis onlar için yeterlidir. "İslamı ihya etmek için ilim öğrenirken kendilerine ölüm çatanlar ile enbiya arasında cennette sadece bir derece fark vardır."
Bundan sonra da inşaallah onların faziletlerinden bahsedilecektir. Eğer Allah korusun ihlas yolundan uzaklaşır ve batıl yoluna girerse, Allah'ın kötü kullarından ve alimlerinden birisi haline gelir. Bunlar için hadislerde çok sert ve ilginç tabirler yer almıştır. İlim ehli ve talihlerinin, gözönünde bulundurmaları gereken ilk nükte şudur: Tahsilleri esnasında kendi nefislerini tezkiye etmeye çalışmalıdırlar. Bunu bütün işlerinden önce yapmalıdırlar. Bütün akli farzlar ve şer'î farizelerden daha farz ve önemli bir husustur. Ey ilim kemal ve marifet talibleri, uykudan uyanın ve bilin ki Allah'ın sizin üzerinizdeki hücceti tamamdır. Allah sizlere hüccetini tamamlamıştır. Allah sizlerden daha fazla hesap soracaktır. Sizin ilim ve amel ölçünüz diğerlerinden farklıdır. Sizin sıratınız daha ince ve dakiktir. Sizin hesabınız daha derindir. Eyvahlar olsun şu ilim taliplerine ki, ilimler kalplerinde bulanıklık ve zulmet icad etmiştir. Birkaç nakıs mefhum ve hasılı olmayan istilahları ezberlediğimizde hak yolundan geri kalmaktayız. Şeytan ve nefis bizlere hakim olmaktadır. Bizleri, insanlık ve hidayet yolundan alıkoymaktadır. En büyük hicaplarımız bunlardır ve Allah'a sığınmaktan başka çaremiz yoktur.
İlahi! biz kusur ve günahlarımızı itiraf ediyoruz. Biz senin nzan yolundan bir adım olsun ilerlemedik, ne bir ibadet ve ne bir itaati ihlas üzere yerine getirmedik. Sen geniş lütfün ve rahmetinle bizlere davran. Dünyada ayıp ve günahlarımızı örttüğün gibi ahirette de ayıp ve günahlarımızı ört.
Burada şu nükteyi de zikretmemiz gerekir ki, İmam (as) birinci fıkranın hemen altında şöyle buyurmuştu: "Bu yüzden Allah Teala onu kör kılar ve ondan alimlerin nişanelerini alır." Bu bir haber de olsa, bir dua da olsa gerçekleşecek hakikattir. İnsan basiretinin körleşmesinden ve bütün şekavet, zulmet ve sefaletlerin kaynağı olan batını ve kalp körlüğünden sakınmalıdır. Alimlerden ilim belirtilerinin kaldırılması mahrumiyetin yanısıra kıyamette de birtakım rüsvay ve rezilliklere sebeb olacaktır.
Fasıl
Fıkıh ve. akıl ehli kimseler için, yani dinde derinleşmek ve hakikatleri derketmek için ilim tahsil edenlerin birtakım alametleri vardır.
Bunlardan birisi ilim vasıtasıyla onların kalbine hüzün, dert ve gamın girmesidir. Ama bu hüzün dini veya dünyevî geçici işler için değildir, aksine dönüşten, kusurlarından, ubudiyyet görevlerini yerine getirmemekten kaynaklanan bir korkudur. Bu hüzün kalbi nuri andırmakta ve nefsin ıslahı ile ubudiyyet görevlerini yerine getirmenin başlangıcıdır. İlim nuru sahibinin kalbinden rahatlığı siler ve onu hak ve keramet diyarına aşina kılar. Böylece Alah Teala ile müna-caat etmekden lezzet alır. Geceleri ibadet için uyanık geçirir ve kulluk görevini yerine getirir. Nitekim hadiste de şöyle yer almıştır: "Başlarında tahtü'l-hanek gece karanlığında amel ederler. Allah 'tan korkarlar." Birinci cümle ibadetin lüzumundan kinayedir.
Bu rabbani alametlerden biri de kamilen ve ubudiyyet görevlerini yerine getirdiği halde yine de korku içinde olmasıdır. İlim nuru sayesinde ne kadar görevini yerine getirse de nakıs olduğunu anlar ve nimetlerin şükrünü eda edemeyeceğini ve hakkıyla ibadetten uzak olduğunu derkeder. Dolayısıyla da kalbi haşyet ve korku içerisinde olur. Allah Teala onlar hakkında şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz ki Allah'tan alimler korkar." İlim nuru, haşyet ve hüzün getirir. İlim sahibi nefsini ıslah etmeye çalıştığı halde küfre düşmekten korkar ve Allah'tan ıslahını ister. Allah'tan gayrisiyle meşgul olmaktan korkar. Zamanın ehlinden kaçar. İnsanların kendisine Allah yolunda engel olmasından ve ahiretin seferini engellemelerinden korkar. Kendisine dünyayı sevdireceklerini bilir. Allah Teala böyle bir kula yardımcı olur, vücudunun erkanını sağlamlaştırır ve ahirette de kendisine inayet eder. Keşke biz de onlarla birlikte olsaydık da büyük kurtuluşa erseydik. Evvelde de sonrada da hamd Allah'adır. Allah'ım Muhammed'e ve tahir ehline rahmet gönder...
Hazırlayan: ruhullah.com