İftar Lokması | Regaib kandil sohbet1 | MÜBAREK ÜÇ AYLAR | ERBAIN-40.GÜN NIYAZI | HZ HÜSEYIN CAN ASI | Muharrem sohbet 28 | Muharrem sohbet 27 | Muharrem sohbet 26 | Muharrem sohbet 25 | Muharrem sohbet 24 |

KATEGORİLER

ANKET

YORUMLANANLAR

 
 
 
İbadet ve Kalp Huzuru
 
 
27. Hadis

04/02/2008

"Hz. Sadık (a) şöyle buyurmuştur: "Tevrat'ta şöyle yazıl­mıştır: Ey insanoğlu, sadece bana ibadetle meşgul ol ki kal­bine zenginlik vereyim ve seni talebinle başbaşa bırakmaya­yım. ihtiyacını gidermek ve kalbini benim korkumla doldur­mak benim üzerimedir. Ama eğer sadece ibadetimle meşgul olmazsan kalbini dünya ile meşgul kılarım fakirliğini gider­mem ve seni talebinle başbaşa bırakırım. (Usul-i Kafi, C. 2., s. 83. Kitabu'1-iman ve'1-Küfr, Babu'l-ibadet 1. hadis.)

ŞERH

Hadisle ilgili beyan edilmesi gereken konuları inşaalah birkaç fasıl halinde beyan etmeye çalışacağız.

Fasıl

ibadetler için feragat, vakit ve kalp feragati ile hasıl ola­bilir. Bu ibadet babında yer alan önemli konulardan birisi­dir. Kalp huzuru, mezkur feragat olmaksızın asla tahakkuk etmez. Kalp huzuru ile eda edilmeyen ibadetin hiçbir değeri yoktur.

Kalp huzuruna sebep olan şey iki tanedir. Birincisi vakit ve kalbin feragati ikincisi ise kalbe ibadetin önemini anlat­maktır. Vakit feragatinden maksat şudur; insan hergün ken­di ibadeti için bir vakit tayin etmelidir. O vakitte sadece iba­detle meşgul olmalı ve o vakit içinde başka bir şeyle meşgul olmamalıdır. İnsan ibadetin önemli birşey olduğunu ve diğer işlerinden daha önemli olduğunu anlarsa elbette ki vakitleri­ni hıfzeder ve o vakitte oldukça dikkatli davranır. Şimdi de bu hususta kısaca açıklama yapmaya çalışacağım.

Velhasıl insan ibadet vakitlerine çok dikkat etmelidir. El­bette en büyük ve önemli ibadetlerden biri olan namaz vakit­lerine daha çok dikkat etmek ve fazilet vakitlerinde eda et­mek gerekir. O vakitte başka birşeyle meşgul olmamak gere­kir. Çalışması, çilesi, çocukları, mübahese ve mütalaası için vakit tayin ettiği gibi, ibadetleri için de vakit tayin etmelidir ki o vakit de diğer bütün işlerden el çekmeli ve kalbini bun­lardan temiz tutmalıdır ki sayede kalp huzuru ortaya çıksın. Zira kalb huzuru ibadetlerin beyni ve lübbü konumundadır. Ama bu satırların yazan gibi namazlarını zorla yerine getiri­yor ve Allah'a ibadeti fazladan bir iş olarak görüyorsa elbette ki namazını en son vakitte kılar. Hatta o son vakitte bile na­maz kılmanın diğer işleri engellediğini görürse alelacele hızla namazını eda eder. Elbette ki böyle bir ibadetin nuraniyeti yoktur. Allah'ın gazab ettiği birşeydir. Bu insan namazı ha-fifseyen ve önemsemeyen kimselerden sayılır. İbadeti ve özellikle namazı küçümseyenlerden Allah'a sığınırım.

Bu hususta menkul hadislerin hepsini zikredemezsek de bunlardan bazılarını nakletmek istiyoruz. Hz. Bakır (A) şöy­le buyuruyor: "Ey Zurare namaz hususunda gevşeklik etme. Zira Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur: "Namazını hafifse-yen ve sekr verici birşey içen kimse benden değildir. Allah'a andolsun ki kevser havuzunda yanıma gelemeyecektir."

Ebu Basır, Hz. Kazım (a)'dan şöyle naklediyor: "Babam vefat edince bana şöyle dedi: "Bizim şefaatimiz namazı ha-fifseyen kimselere müyesser olmaz." Bu husustaki hadisler oldukça fazladır; ama itibar ehli için bu kadar yeterlidir.

Lakin biliyoruz ki Rasulullah'tan korkmak ve onun hima­yesinden çıkmak ne kadar büyük bir musibettir. Rasulul­lah'ın ve Ehl-i Beyt'inin şefaatinden mahrum olmak ne ka­dar büyük bir sefalettir. Rasulullah'ın şefaat ve himayeti ol­maksızın hiç kimse Hakkın vadedilmiş cennetini göremez. Şimdi her cüz'î işini hatta hayali fayda ve dinî sandığın işleri bile Rasulullah'ın göz nuru diye tavsif ettiği namazdan öne geçirmen, ihmal etmen, vaktin en sonunda kılman, hudutla­rına riayet etmemen, namazı küçümsemek midir değil mi­dir? Küçümsemekse bil ki Rasulullah ve Ehl-i Beytin de şe-hadette bulunduğu gibi onların velayetinden çıkmış ve onla­rın şefaatinden mahrum durumdasın. Şimdi mülahaza et. Eğer onların şefaatine ihtiyacın varsa ve Rasulullah'ın üm­metinden olmak istiyorsan bu ilahi emaneti büyük say ve önem ver. Aksi takdirde kendin bilirsin. Allah Teala ve veli­leri senin amelinden ve hatta senden bile müstağnidirler.

Hatta şundan korkulur: Eğer ehemmiyet vermezsen yavaş yavaş terkeder, terketmekten de inkara yönelirsin. Böylece işin biter, şefaatten mahrum olarak ebedi şekavet ve helake-te ulaşırsın.

Vakit feragatinden de önemlisi kalb feragatidir. Vakit fe­ragati, kalp feragatinin bir ön hazırlığıdır. İnsan ibadetle meşgul olurken tüm meşguliyetlerden ve dünyevi işlerden el çekmelidir. Kalbini çeşitli işlerden arı kılmalıdır. Kalbini ha­lis bir şekilde ibadet ve Allah ile münacaata yöneltmelidir. Bu işlerden kalp feragati hasıl olmadıkça ibadeti için feragat hasıl olmaz. Ne yazık ki biz, bütün çeşitli fikir ve işlerimizi sadece namaz vaktinde düşünmek üzere yığıyoruz.

Namazın tekbire t-ul ihramını derken adeta bir dükkan açmış oluyoruz. Ya muhasebe defterini açıyoruz. Ya mütalaa kitabını arıyoruz. Kalbimizi başka işlerle meşgul ediyoruz. Böylece amelimizden tümüyle gaflet ediyoruz. Kendimize geldiğimizde de genelde namazın selamına yetiştiğimizi gö­rüyoruz. Gerçekten de bu ibadet gülünç bir ibadettir ve bu münacaat utanılması gereken bir münacaattır.

Azizim! Sen Allah'la konuşmayı sıradan bir kul ile konuş­ma sanma, ne olmuş ki eğer dostlarından biriyle konuşur­san, yabancılardan biriyle konuşurken onunla konuştuğun müddetçe başkalarından gaflet eder ve bütünüyle ona yöne­lirsin ve kalbin onunla meşgul olur. Ama velinimet ve alem­lerin Rabbi olan Allah ile münacaat ettiğinde bütünüyle on­dan yüzçeviriyor ve başka işlere yönelerek ondan gaflet edi­yorsun. Acaba kulların değeri Allah Tealanm değerinden da­ha mı çoktur? veya onlarla konuşmak hacetlerin gidericisi olan Allah Teala ile konuşmaktan daha da mı değersizdir? Evet ben ve sen hak ile münacaatm ne olduğundan habersiziz. İlahi ibadetleri bir yük sayıyoruz. Elbette bir yük olarak değerlendirilen şeylerin insan nazarında hiç bir ehemmiyeti yoktur.

O halde kaynağı ıslah etmemiz lazım. Allah'a ve nebilerin emirlerine iman etmemiz lazımdır ki işlerimiz ıslah olsun. Bütün sefalet ve zavallılıklarımız, iman zayıflığı ve yakini-mizin gevşekliğindendir. Seyyid b. Tavus'un imanı öyle bir hadde varmıştı ki bulûğa erdiği günü bayram olarak kutladı. Zira Allah Teala o gün ona kendisiyle münacaat etmesine izin vermişti. Gerçekten de bir tasavvur et: Bu nasıl bir kalp­tir ki bu kadar nuraniyet ve sefa sahibidir. Eğer Seyid b. Ta­vus'un ibadeti benim için bir hüccet değildir diyorsan, o hal­de Hz. Ali'nin ibadetleri ve onun neslinden olan masum imamların ibadetleri senin için bir hüccettir. O büyüklerin durumlarına ve ibadet keyfiyetlerine ve münacaatlarına dik­kat et. Onlardan bazısı namaz vakti geldiğinde yüzlerinin rengi bile değişiyor, titreyip duruyorlardı. Zira onlar bu ilahi işte bir sürçmenin olmasından korkuyorlardı. Halbuki onlar masum idiler. Meşhur olduğu üzere Hz. Ali (a) ayağına bir ok saplanınca bu oku dışarıya çekme gücüne sahip olmadı­ğından namazdayken oku ayağından çektiler. Kendisi na­mazda hiçbir şey hissetmedi.

Azizim! bu işleri olmayacak şeylerden sayma. Bunun ben­zeri işler sıradan insanların hayatında bile görülmektedir. İnsan gazab veya muhabbetin galebe çaldığı bir esnada her işten gaflet eder. Güvenilir dostlarımızdan biri şöyle diyor­lardı: "İsfahan'da birtakım başıboş insanlarla yaptığım çatış­ma esnasında onlardan kimisi bana yumruk vuruyordu. Ama bunun ne olduğunu bile anlamıyordum. Bu olay bittik­ten sonra birkaç yerimden bıçakla yaralandığımı gördüm. Bu sebeple birkaç gün hastahanelik oldum. Elbette bunun nük­tesi de bellidir. Nefis bir işe tam olarak yönelince beden mül­künde gaflet etmekte, duyuları çalışmaz hale gelmekte ve tüm gayretleri birleşmektedir. Bizler de mübahase cidalinde (Allah bizleri ondan korusun) gördük ki mecliste vuku bula­cak herşeyden gaflet içindeyiz. Yazıklar olsun bize ki Allah'a ibadet dışında herşeye bütünüyle teveccüh ediyoruz da sade­ce Allah'tan gaflet ediyoruz. Dolayısıyla da bu tür olayları ol­mayacak bir şey gibi görüyoruz.

Velhasıl kalbin Allah'tan gayrisinden feragati önemli iş­lerden biridir ki insan her ne pahasına olursa olsun bunu tahsil etmelidir. Bunu tahsil etmenin yolu da oldukça kolay­dır. Bir miktar muazebet ve murakebet ile hasıl olacak bir-şeydir. İnsan bir müddet hayal kuşunun iplerini eline almalı ve daldan dala uçmasını engellemelidir. Bir müddet muraka­beden sonra hayal kuşu yavaşlar. Çeşitli işlere yönelmekten elçeker ve hayra adet eder hale gelir. Hayır adettir. Böylece kalbi huzur içinde Allaha ye ona ibadete yönelir.

Bütün bu işlerden en önemlisi şudur: Diğer işleri kalp hu­zuruna bir hazırlık olarak görmek gerekir, ibadetin ruhu ve hakikati kalp huzuruna bağlıdır. Kalp huzuru olmaksızın hiçbir ibadetin değeri yoktur. Allah tarafından kabul edil­mez. Nitekim rivayetlerde böyle yer almıştır. Hz. Bakır ve Sadık (a) şöyle buyurmuşlardır: "Senin için sadece kalp hu­zuru ile kıldığın namaz vardır. O halde eğer onu yanlış kılar veya adabından gaflet edersen alınır ve sahibinin yüzüne ge­ri vurulur. Ebu Hamza-i Somali ise şöyle buyurmuştur: Hz. Seccad'ı namaz kılarken gördüm, İmam'ın abası yere düştü. İmam namazı bitinceye kadar abasını yerden almadı. Na­mazdan sonra imama bunun nedenini sorunca şöyle buyurdu: "Yazıklar olsun sana acaba kimin huzurunda olduğunu bilmiyor muydun? Kuldan sadece kalp huzuru ve teveccühü ile yapılan namazları kabul edilir." Ben arzettim "feda ola­yım sana o halde biz helak olduk." İmam şöyle buyurdu: "Hayır" şüphesiz ki Allah müminin farz namazlarını nafile­leri vasıtasıyla tamamlar."

Hz. Emir (A) şöyle buyurmuştur: 'Yorgun ve uyuklar hal­de olan kişi namaza yaklaşmamalıdır...." Namaza veda ede­cek ve artık namaz kılmayacak kimse gibi namaz kıl. Daha sonra gözlerini secdegahına dik. Eğer sağ veya solunda biri­nin olduğunu sanırsan, şüphesiz namazını güzel bir şekilde eda edersin. O halde şunu bil ki öyle bir kimsenin huzurun-dasın ki o seni görmekte ama sen onu görmemektesin."

Hz. Sadık (a) şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz ki ben kalp huzuruyla Allah'a ibadet eden müminleri severim. Namaz kılarken bütün kalbiyle Allah'a yönelir ve dünya işleriyle kalbini meşgul etmez, insan namazında Allah'a teveccüh ederse şüphesiz ki Allah da onun yüzüne bakar. Allah Teala o kulu sevdikten sonra müminlerin kalbini de sevgiyle ona yöneltir."

İmam Sadık (a)'in müminlere verdiği bu müjde ne kadar büyük bir müjdedir. Ama gel gör ki bu marifetlerden mah­rum olan biz çaresizler Allah Teala'ya teveccühten de mah­rumuz. Allah'a dostluktan da habersiziz. Allah ile dostluğu kullarla olan dostlukla kıyaslıyoruz. Marifet ehli kimseler Hak Teala'nın kendi mahbubu için hicapları ortadan kaldır­dığını söylüyor. Bu hicapların kaldırılmasının ne kerametle­rinin olduğunu sadece Allah bilir. Evliyanın amellerinin ga­yesi ve maksatlarının nihayeti bu hicaplarının ortadan kal­dırılmasıdır. Hz. Ali (a) ve masum evlatları Şabaniye duasında şöyle diyorlardı: "İlahi! Bizlere sana tam olarak yönelme­yi ihsan et, kalp gözlerimizi sana nazar ile aydınlat ki kalp gözlerimiz nurdan hicapları yırtsın ve azamet madenine itti­sal etsin. Ruhlarımız mukaddes izzetine asılsın."

Allah'ım! Evliyanın istediği bu kalp basiretinin nuraniye-ti ve bir nuraniyet sebebiyle sana ulaşmayı istedikleri basi­ret nedir? İlahi! Masum imamların lisanında mütedavil olan bu nurdan hicaplar nelerdir.? Bu azamet ve celal madeni ile izz-i kuds ve kemal nedir ki o büyüklerin  maksadının niha­yetidir? Biz bunun ilmi derkinden bile mahrumuz.. Nerde kaldı ki tatma veya şuhud merteloesine ulaşalım. İlahi! Biz kara günlerin siyah yüzlü insanlarıyız. Yiyecek, uyku, buğz, ve şehvet dışında birşey bilmiyoruz. Bunlar dışında başka birşey de öğrenmek istemiyoruz. Sen bizlere lütufla teveccüh et, bizleri uykudan uyandır ve bu sarhoşluktan ayılt.

Özetle ehli için bu bir hadis de yeterlidir ki bütün ömrü­nü bu ilahi muhabbeti ve vechullaha yönelişi elde etmek için sarfetsin Ama bizim gibi bu meydanlarda olmayan insanlar başka hadislere teşebbüs ederler.

Ravi şöyle diyor: Sadık (a)'dan şöyle dediğini işittim: " Ne dediğini bildiği halde iki rekat namaz kılan kimsenin, na­mazı bittikten sonra Allah Teala bütün günahlarını affeder."

Hakeza Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur: "İki rekat tefekkür ile yapılalan namaz bir gece boyunca yapılan iba­detten daha hayırlıdır."

Fasıl

O halde malum oldu ki ibadetlerde kalp huzuru, ibadetlerin ruhu ve kalbi mesabesindedir, ibadetlerin nuraniyet ve kemal mertebeleri kalp huzuruna ve mertebelerine bağlıdır. Şimdi de bilmek gerekir ki kalp huzurununda bir takım mer­tebeleri vardır. Bu mertebelerden bazısı Allah'ın velilerine mahsustur. Diğerleri bu mertebeye ulaşmaktan mahrumdur­lar. Diğer bazı mertebeleri ise sıradan insanlar için de hasıl olabilir. Bilmek gerekir ki kalp huzuru da genel olarak başlı­ca iki kısma ayrılmaktadır. İbadetlerde kalp huzuru ve ma-budda olan kalp huzuru.

Bu konuyu açıklamadan önce birtakım ön bilgiler açıkla­maktayız ki o da şudur; marifet ehli kimseler şöyle diyorlar: "İbadet kapısı mutlak bir şekilde mabudu sena kapısıdır." Fakat bunlardan her biri Allah'ın sıfatlarından bir sıfat ve isimlerinden bir isimle sena etmektir. Sadece namaz Allah'ı tüm isim ve sıfatlarla sena etmektir. Buna önceki bazı hadis­lerin şerhinde de işaret edildi. Mabuda sena etmek bütün be­şerin fıtratında olan ve lüzumuna hükmettiği birşeydir. Ve insan mutlak kemal, mutlak cemal, mutlak celil, mutlak ni­met sahibi ve mutlak azim için huzu göstermektedir. Elbette şu da var ki Allah Teala'yı sena etmenin keyfiyetini hiç kim­se keşfedemez. Zira Allah'ı sena etmek onun zatını, sıfatları­nı, gayb aleminin şehadet alemine irtibatının niteliğini ve şehadet aleminin gayb alemine olan ilişkisini bilmeye bağlı­dır. Bu da vahy ve ilham dışında başka bir yolla bilinemez. Zira ibadetlerin tümü tevkifi (Allah'ın bildirmesine bağlı) şeylerdir. Bu yüzden hiç kimse kendi nezdinden ibadet orta­ya koyup bu ibadeti teşri edemez. Büyüklerin, sıradan sul­tanların huzurunda yapılan, ihtiram ve tevazuların Allah katında hiç bir değeri ve önemi yoktur. O halde insan göz ve kulağını açmalı vahy ve risalet yoluyla ibadet ve ubudiyyetin keyfiyetini elde etmeli ve bu hususta hiçbir tasarrufta bulun­mamalıdır.

O halde açıklandı ki ibadet konusu mabudu sena etme babıdır. Bil ki kalp huzuru işaret edildiği gibi başlıca iki kıs­ma ayrılmaktadır. Birisi ibadette kalp huzuru ikincisi ma-budda kalp huzuru. İbadette kalp huzurunun da birtakım mertemeleri vardır ki bunun da başlıcaları, iki kısımdır. Bi­rincisi icmalen ibadette kalp huzurudur ki o da şudur: İba­detle meşgul olduğu halde (bu her türlü ibadet olabilir. Ta­haret babında abdest, gusl olduğu gibi, namaz oruç hac ve di­ğer ibadetlerde olabilir) insan icmali bir şekilde mabudu se­na ettiğini bilmeli ve müteveccih olmalıdır. Gerçi kendisi na­sıl bir sena ettiğini ve Allah'ın isimlerinden hangisini söyle­diğini bilmese dahi icmali bir iltifat içinde olmalıdır.

Arif ve kamil şeyhimiz (ruhum ona feda olsun) bu ibadet şekline şöyle misal veriyordu: "Birisi başka birinin medhinde bir kaside söylemekte ve bunu manasını bilmeyen bir çocuğu vererek methettiği insanın huzurunda okumasını istemektir. O çocuğa sadece bu kasidenin o şahsın medhinde söylendiği­ni anlatmaktadır. Elbette bu kasideyi okuyan çocuk icmalen memduhu sena ettiğini bilmektedir. Ama keyfiyyetinin ne olduğunu bilemez." Bizler de Hakkı sena eden çocuğa benzi­yoruz ve ibadetlerimizin sırlarını bilemiyoruz. Bu ilahi halle­rin hangi isimlerle alakalı olduğunu ve hakkı senanın keyfi­yetinin nasıl olduğunu bilemiyoruz. Sadece şu kadarına dik­kat etmeliyiz ki bunlardan her birisi mutlak kamili ve mut­lak memduh ve mabudu sena etmektir. Allah Teala'da bu durumda kendini sena etmiş ve bizlere emrederek mukaddes huzurunda böyle sena etmemizi istemiştir.

Kalp huzurunun mertebelerinden diğer biri de tafsilen ibadetlerde kalp huzurudur. Bunun kamil mertebesi halis velilerden ve marifet ehlinden başkası için hasıl olmaz. Bu­nun nazil olan mertebeleri bazıları için hasıl olabilir ki ilk mertebesi namaz ve dua gibi ibadetlerde lafızların manasına teveccühtür. Bu mertebeye işaret eden bir rivayet önceden zikretilmişti. Bunun diğer bir mertebesi de ibadetlerin sırrı­nı bir miktar bilmesi ve mabuda senanın keyfiyetini ibadet­lerinde derketmesidir. Marifet ehli bir yere kadar namazın ve diğer ibadetlerin esrarını beyan etmişlerdir. Masumların rivayetlerinde yeralan işaretlerden bir ölçüde istifade etmiş­lerdir. Gerçi bu hakikatin aslını anlamak herkes için müyes­ser değildir; ama bir yere kadar bu miktarı da ehli için bir ganimettir.

Mabudda kalp huzuruna gelince bunun da birtakım mer­tebeleri vardır ki önemlileri üç mertebeden oluşmaktadır.

Birincisi efali tecellilerde kalp huzurudur. Diğeri esmai ve efâli tecellilerde olan kalp huzurudur. Üçüncüsü ise zati tecelilerde kalp huzurudur.Bunlardan her birisinin de genel olarak dört mertebesi vardır. Bunlar ilmi mertebe, imani mertebe, şuhudi mertebe ve fenai mertebedir. Efali tecelliler­de ilmen kalp huzurunun manası şudur ki salik ve abid olan şahıs ilmen ve bürhanen bimelidir ki bütün vücud mertebe­leri gayb ve şuhud meşhedleri Allah Teala'nın tecellisinin feyzi sayesindedir. Tabiat ve aleminin en sonundan melekuti A'la ve ceberrut-i A'zam'a kadar varolan herşey bir şekilde ve bir tarzda Allah'ın huzurunda hazır haldedir. Hepsi de Al­lah'ın meşiyyetinin cilvesinin sayesindedir. Nitekim Kafi'de yer alan bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "Allah Teala me-şiyyeti bizzat yarattı alemleri ise kendi mesiyeti ile yarattı. O halde meşiyyet bizzat zatın cilvesidir ve   diğer vücudatlar meşiyeti vasıtasıyla yaratılmıştır," Biz şu anda bu konuyu burhan isbat etmek istemiyoruz. O halde bu konuyu ilmen ve bürhanen bilen abid şahıs anlar ki kendisi ibadet, ilim, irade, kalp hareketleri, zahir ve batını hepsi Allah'ın huzu­runda hazırdır. Hepsi de huzurun bizzat kendisidir. Ve eğer akıl kalemiyle bu bürhani konuyu kalp levhasına yazacak ve kalb, ilmi ve ameli riyazetler sayesinde bu yakini-imanî me­seleye iman ederse o zaman tecellide kalb huzuru imanen hasıl olur. Bu imanın kemali mücahede, riyazet ve kalbin ka­mil takvasından sonra da ilahi hidayete mazhar olur ve kalbi için bilayan ve şuhud ile efali tecellilerden bir nasib hasıl olur. Sonunda kalb tümüyle tecellilerin aynası haline gelir ve salik için sa'k (kendinden geçiş) ve fena makamı ortaya çı­kar. Bu ise kalb huzurunun son mertebesidir ki hazırın efali tecellilerde fenası ile sonuçlanır.Bazı suluk ehli bu sa'k mer­tebesinde ebedi olarak kalır ve bir daha da kendilerine gel­mezler.

Eğer salikin kalbi Allah'ın ezeldeki feyzi sayesinde yüce bir kabiliyetle donatılmışsa bu sak makamından sonra ken­dine gelir ünsiyet elde eder ve memleketine geri döner. Dola­yısıyla esmai tecellilerin mazhan olur. Bu mertebeleri kate-derek sıfatî fenaya nail olur. Böylece de ayn-i sabiti (özdeği) münasebetiyle ilahi isimlerden birinde fani olur. Bir çok sü­lük ehli de bu esmaî fenada baki kalır ve kendilerine gele­mezler.

"Velilerim kubbem altındadır. Benden başkaları onları tanıyamaz" hadis-i kudsîsi de bu velilere işaret ediyor olabi­lir. Ama eğer mukaddes feyzin tecellisine mazhariyet kabili­yeti bundan fazla olursa bu sa'k ve fenadan sonra üns hasıl olur ve salik kendine gelir ve zati tecellilere mazhar olur. Dolayısıyla zati fena ve külli sa'k mertebesinden sonra seyir so­na erer ve tam fena hasıl olur. "Allah'a ve elçisine hicret et­mek üzere evinden çıkan sonra kendisine ölüm çatan kişinin ecri şüphesiz Allah'a düşmüştür. Allah bağışlayandır, esir­geyendir. " (Nisa, 100)

Bazıları bu ayetin mezkur evliyaullaha ve ilallah salikle-rine işaret ettiğini söylüyorlar. Bu saliklerin ecrini de sadece Allah verir.

Bazen salik bu makamı da aşar ve kabiliyeti ile ayni sabi­tini ihatası oranında insanların hidayeti için ayağa kalkar. "Ey bürünüp örtünen kalk ve bundan böyle uyar." (Müddes-sir, 1-2)

Ayn-i Sabiti (özdeği) ism-i a'zama tabi olursa nübüvvet dairesi onunla hatmolur. Nitekim nübüvvet Rasulullah'la son buldu. İlk ve son varlıklardan, mürsel peygamberlerden ve nebilerden hiç birinin ayn-i sabiti ism-i azama ve zatın tüm yönleriyle zuhuruna tabi olmamıştır. Bu yüzden tüm ci-hetleriyle zuhur etti, hidayetin nihaî huzuru hasıl oldu ve külli keşf gerçekleşti. Nübüvvet mukaddes vücuduyla hat-moldu. Evliyadan o mukaddes zat ve hidayeti vesilesiyle bu makama eren olsa da keşfi aynen bu keşif olacak ve teşride tekrar caiz değildir. O halde nübüvvet dairesi mukaddes vü­cuduyla son buldu. Nitekim hadis-i şeriflerde de bu yer al­mıştır.

Bilmek gerekir ki ibadetler ve manevi keyfiyetleri mez­kur makamların her birisi için oldukça farklı ve muhteliftir. Bunlardan her birisi için hakkla münacaattan doğan bir na-sib vardır ki bu makama nail olmamış olanar için bu nasib yoktur, elbette Hz. Sadık (a) için ibadet halinde hasıl olanlar başkaları için mümkün değildir.Nitekim seyyid b. Tavus (kaddasallahu sırrehu'ş-şerif) şöyle buyurmuştur: "Menkul olduğu üzere İmam Sadık (a) namazda Kur'an okurken bir­den kendinden geçti. Bir müddet sonra kendine gelince ken­disinden bunun sebebini sordular imam Şöyle buyurdu: Sü­rekli Kur'an okudum. Sonunda mükaşefe ve ayan bir şekilde ayetleri nazil buyurandan işitir bir halete erdim. Dolayısıyla beşeri gücüm ilahi- celali keşfe dayanamadı." (Felahüs-Sail c. 11., s. 422. 31981. hadis)

Rasulullah (s) için ortaya çıkan halet, varlıklardan hiç bi­risi için sözkonusu değildi. Nitekim meşhur hadiste şöyle yer almıştır: "Allah'la öylebir haletim var ki hiç bir mukarreb melek ve mürsel nebi o halete sahib olamaz."

Vazgeçelim bu konudan ki lafız dışında bir nasibimiz yok bundan. Bizler için önemli olan da şudur ki evliyanın ma­kamlarından mahrum durumdaysak hiç olmazsa bunları in­kar etmeyelim. Teslim olalım. Zira velilerin emrine teslim ol­manın birçok faydası vardır. Allah korusun inkarın ise bir­çok zararı vardır. Allah'ım, (sen şahid ol ki) ben onların em­rine teslimim. Allah'ım hepsine rahmet et.

Fasıl

Bil ki ibadetlerde kalb huzuru sadece kalbö ibadetlerin ehemmiyetini anlatmakla mümkündür. Bu da sadece ibadet­lerin esrar ve hakikatlerini derketmekle mümkündür. Bu da bizler için müyesser değildir. Ama Ehl-i Beyt ve marifet ehli­nin kelimelerinden anlaşılan hakikatleri emsalimin ve bu sayfaların haline uygun düşecek kadarıyla zikredeceğiz.

Defalarca işaret ettiğimiz gibi güzel amel ve ibadî fiillerin her birinin batmî-melekutî sureti ve abidin kalbinde birtakim eserleri vardır. Ama batını suretler berzah ve cismani cennetin bayındır kılındığı şeylerden ibarettir. Zira cennetin zemini bomboş birşeydir. Rivayetlerde de yer aldığı üzere bi­na ve imar maddesi zikir ve amellerdir. Nitekim birçok hadis ve rivayetler de amellerin tecessümüne delalet etmektedir. Örneğin "Kimbir zerre rniktarınca hayır işlerse onu gö rür ve kim zerr rniktarınca kötülük yaparsa onu görür." (Zilzal, 30) ve "Yaptıklarını hazır buldular." (Kehf, 49)

Amellerin tecessümüne delalet eden rivayetler de çeşitli bablarda yer almıştır. Biz bunlardan bazısını zikredeceğiz.

Hz. Sadık (a) şöyle buyuruyor: "Namazını vaktinde ve şartlarına riayet ederek kılan kimseni namazını melekler ter­temiz bir şekilde göklere kaldırır. O namaz (sahibine) şöyle der: "Beni koruduğun gibi Allah da seni korusun. Beni kerim bir melek emanet aldı." Ama namazını özrü olmaksızın erte­leyen ve şartlarına riayet etmeyen kimsenin namazını me­lekler simsiyah ve karanlık bir halde göklere götürür. Nama­zı sahibine şöyle seslenir: "Sen beni zayi ettin Allah da seni zayi etsin. Bana riayet etmedin, Allah da sana riayet etme­sin." (Emali, s. 256. 10. hadis)

Bu hadisten amellerin melekuti suretleri anlaşıldığı gibi amellerin hayatî özellikleri de istifade edilmektedir. Hadis­ler de tüm varlıkların melekuti bir hayata sahip olduğuna ve melekuti alemin baştanbaşa ilim ve hayat olduğuna delalet etmektedir: "Gerçekten ahiret yurdu ise asıl hayat odur." (Ankebut, 64).

Hz. Sadık (a) şöyle buyuruyor: "Allah mümini kabrinden çıkarınca onunla önünden giden misaller (varlıklar) de çı­kar. Mümin kıyamet dehşetlerinden birini görünce misal ona şöyle der: Korkma üzülme Allah'tan keramet ve saadetle müjdeliyorum seni. Sonra Allah'ın huzurunda durur ve Al­lah onu kolay bir hesaba çeker ve ona cennete gitmesini em­reder. O misal yine önünden gider. Mümin ona şöyle der: Al­lah sana rahmet etsin. Sen benimle kabirden çıkan iyi bir "çıkıcı'sın. Görünceye kadar da hep beni Allah'tan bir kera­met ve saadetle müjdeledin sen kimsin?" O şöyle der: Ben se­nin dünyada mümine verdiğin sevincin misaliyim. Allah be­ni seni müjdelemem için ondan yarattı." (Usul-i Kafî, C. 2., s. 190. Kitabu'1-İman ve'1-Küfr, 8. hadis)

Bu hadis-i şerif ahirette amellerin tecessümüne delalet etmektedir. Nitekim Şeyh Behauddin, "bu hadis-i şerifin ba­zı inançlar tecessümüne delalet ettiğini" söylemiştir. O halde sahih amel ve inançların güzel görünümlü nuranî bir surette zahir olmaktadır. B,u suretler sahibini tam bir sevinç ve mut­luluk içine sokar. Kötü amel ve inançlar da zulmanî ve çirkin bir surette zahir olmaktadır. Bu suretler de sahibine keder ve üzüntü verir. Nitekim bazı müfessirler "Her bir nefsin hayır­dan yaptıklarını hazır bulduğu ve her ne kötülük işlediyse onunla kendisi arasında uzak bir mesafe olmasını istediği o günü (düşünün) Allah sizi kendisinden sakındırır. Allah kullarına karşı şefkatli olandır." (Al-i İmran, 30) ayetinin tefsirinde bu ayetin bizleri şu ayete irşad ettiğini söylemiş­lerdir: "O gün insanlar amelleri kendilerine gösterilsin diye bölük bölük fırlayıp çıkarlar." (Zelzele, 6)

Bu ayette "ceza" kelimesini mukadder bilip "amellerin ce­zası" diye tefsir edenler haktan uzak düşmüşlerdir."

Bu makamda bazı muhaddislerden ilginç şeyler sudur et­miştir ki zikredilmemesi daha evladır. Bunlar amellerin te-cessümü ile cismanî meadm arasında bir aykırılığın olduğu­nu zannetmiştir. Halbuki bu onu teyid etmektedir. Bu hadiste geçen "görülür" kelimesi de "o da düzgün bir beşer kılığın­da görünmüştü" ayetindeki "görünmüştü" kelimesinin aynı­sıdır. Ki hakikatte cismani surette temessül etmekte (görül­mektedir. Yoksa rüya gibi hayali birşey değildir. Velhasıl sırf aklımız almıyor diye birtakım ayet ve rivayetlerin tasrih ettiği ve filozofların görüşü ve burhanla da uyumlu olan ha­kikatleri inkar edip ayet ve rivayetleri tevil etmemiz güzel birşey değildir. En iyi yol Allah ve masum velilerinin mukad­des huzurunda teslim olmaktır.

O halde malum oldu ki Allah Teala'nın kabul ettiği bu amelin huriler, saraylar, yüce cennetler ve cari nehirler cin­sinden güzel suretleri vardır. Alemde hiç bir varlık boş yere yaratılmamaktadır. Aksine eşya (şeyler) arasında birtakım aklî ilgiler vardır ki bu irtibatı kamil veliler dışında hiç kim­se keşfedemez. Velhasıl bu konu aklî ve felsefî burhanlarla da mutabık haldedir.

O halde ahiret alemindeki hayat ve lezzetler, kemali su­retleri o aleme intikal eden ameller ile Muhammedî tam bir keşifle bu din ehlinin elde ettiği ibadi amellerdir. Amellerin güzellik ve kemali niyet, kalb teveccühü ve şartların riayeti­ne bağlıdır. Ama bunlardan hiçbirine veya bazısına sahip, ol­mayan bir amel de itibar derecesinden mahrumdur ve olduk­ça çirkin bir surete sahip olacaktır. Nitekim haber ve riva­yetlerde de böyle yer almıştır. O halde gayb alemine enbiya ve evliya ile marifet ehlinin sözlerine iman eden ve ebedi ha­yata ilgi duyan bir insan her türlü riyazet ve zahmetle amel­lerini islah etmeye çalışmalıdır. Zahir ve suretlerini islam şeriatına mutabık hale getirdikten sonra batın ve siretlerini ıslah etmeli ve en azından farzları kalb huzuruyla eda etme­li, eksiklerini de nafile namazlarıyla telafi etmelidir. Nitekim rivayetlerde de yer aldığı üzere nafileler farzların nok­sanlıklarını telafi etmektedir.

İmam Bakır (a) şöyle buyuruyor: "Şüphesiz ki nafileler farzlardan ifsad olanları tamamlamak için karar kılınmış­tır. " (İle'l-Şerayi C. 2., s. 329)

Hz. Sadık (a)k şöyle buyuruyor: "Kul için namazının sa­dece dörtte biri veya sekizde biri veya yarısı veya daha fazla­sı (sehvettiği miktarda) semaya yükselir. Ama Allah Teala bunu nafile namazlarıyla telafi eder." (Vesail, C. 3. s. 54).

Bu çeşit rivayetler oldukça çoktur. Bizim sehv, nisyan, dalgınlık ve namazın kemaline aykırı olan haletlere sahib ol­duğumuz bilinen birşeydir. Allah Teala kamil lütfuyla nakıs­larımızı telafi etmek için nafileleri karar kılmıştır. Bu yüz­den mümkün mertebe bundan gaflet etmemeli ve nafileleri terke tmemeliy iz.

Velhasıl ey aziz biraz bu gafletten uyan işlerinde tefekkür et. Amel sayfana bir bak. Namaz hac vb. salih bildiğin amel­lerinden kork. Zira insan için bizzat bunlar ahirette bela ke­silir başına. Bu alemde fırsat varken kendini hesaba çek ve amellerinin tartısını kur. Amellerini şeriat ve Ehl-i beyt'in velayet tartısında tart. Amellerinin sıhhat, fesad, kemal ve noksanlığını malum kıl. Fırsat olduğu kadarıyla bunları te­lafi et. Kendini burada muhasebe etmezsen o alemde seni muhasebe ederler ve böylece büyük belalara duçar olursun. İlahi adalet terazisinden kork ve hiç bir şeyine güvenme, cid­diyetini kaybetme. Biraz da masum olan Ehl-i Beyt'in (a) amel sayfasına bir göz at. amelleri üzerinde tefekkür et. İşle­rin ne kadar zor olduğunu anla. Şimdi de şu hadisi oku ve bu icmalden tafsili kıraat et:

Hz. Sadık (a) şöyle buyuruyor: "Allah'a andolsun Hz. Ali (a) dünyadan göçünceye kadar da asla haram birşey yemedi. Kendisine Allah'ın razı olduğu iki şey arzedildiğinde o bede­nine en ağır geleni tercih ederdi."

Rasulullah herhangi bir zorlukla karşılaşınca kendisine olan güvenden ötürü mutlaka onu yanma çağırırdı. Bu üm­metten Rasulullah'ın amellerine ondan başka hiç kimse ta­kat getiremedi. Adeta korkan bir insan gibi amel ederdi. Adeta cennet ve cehennem arasında kalmış gibiydi. Sevabı ümid ediyor ve ceza korkusunu taşıyordu. Allah yolunda kendi malından bin köleyi azad kıldı. Bununla sadece Al­lah'ın rızasını ve ateşten kurtulmayı ümid ediyordu. Köleleri azad ettiği malı ise emeği ve alınteriyle kazanmıştı. Ailesi­nin yemeği zeytinyağı, sirke ve hurmaydı. Elbisesi ketenden idi. Elbisesinin kolu uzun olursa makas ister ve onu kısaltır-dı. Ona evlatları arasında anlayış ve elbise giyiminde en çok benzeyen imam ZeynulAbidin idi. Günün birinde oğlu İmam Bakır (a) yanma vardı babasının ibadette hiç kimsenin ula­şamayacağı bir hadde ulaşmış olduğunu gördü. Uykusuzluk­tan rengi solmuş gözleri ağlamaktan kıpkırmızı olmuş müba­rek alnı ve burnu uzun secdeden yaralanmış a3rakları namaz kılmaktan şişmişti. Hz. Bakır (a) şöyle buyuruyor: Onu bu durumda görünce kendimi tutamadım ona acıyarak ağladım. İmam o anda tefekkür ediyordu. Bir müddet sonra bana te­veccüh etti ve şöyle buyurdu: "Ey evladım. Ali b. ebi Talib'in ibadetlerinin yazılı olduğu o sahifeyi bana getir." Ben sahife-yi verince ondan bir miktar okudu ve daha sonra büyük bir hüzün ve rahatsızlık içinde elinden düşürdü ve şöyle buyur­du: "Kim Ali b. Ebi Talib'in sahib olduğu ibadet kuvvetine sahiptir?" (İrşad, s. 255-256)

Hz. Bakır şöyle buyuruyor: Ali b. Hüseyin (a) her gece ve gündüz boyunca bin rekat namaz kılardı. Rüzgar onu bir sal­kım gibi hareket ettirirdi." (İrşad, s. 256)

Azizim, bu hadis-i şerifler üzerinde biraz tefekkür et. Ma­sum imam Bakır (a) bile babasımn şiddetli ibadeti ve ibadet haleti karşısında ağlıyordu. İmam Zeynul Abidin de o dikkat ve ibadetlerine rağmen Ali b. Ebi Talibin sahifesini okuyun­ca acizliğini itiraf ediyor. Elbetteki Hz. Ali'nin ibadetini yap­mak hiç kimsenin harcı değildir. İnsanlar masumların yaptı­ğı ibadetden acizdir. Ama bu makamdan aciz olanlar herşeyi terketmemelidir.

Bilmek gerekir ki bu ibadetler neuzubillah boş ve abes şeyler değildir. Aksine oldukça tehlikeli ve dakik bir yoldur. Hakiki marifetler ehlinin dediği gibi ölüm ve kıyamet olayla­rı oldukça zor bir şeydir. Bizim bu işleri kıyaslamamız ise inanç ve iman zayıflığı ile cehaletten kaynaklanmaktadır.

İlahi sen kulların batınından haberdarsın, kusurlarımızı biliyorsun. Zayıflığımızı ve güçsüzlüğümüzü biliyorsun. Biz senden daha istemeden sen bizleri rahmetine garkettin. Se­nin nimetlerin istenmeden ve icabet sözkonusu olmadan var­dır. Kusurlarımızı ve acizliğimizi itiraf ediyoruz. Senin son­suz nimetlerine küfranda bulunduk. Biz kendimizi elim azab ve cehenneme müstehak biliyoruz. Bizim elimizde hiç bir ve­sile yoktur. Sadece senin lütuf, acıma ve rahmet genişliğin üzere enbiyanın diliyle bildirdiklerin dışında bir şeye sahip değiliz. Biz kabiliyetimiz oranında seni bu sıfatla tanıdık. Sen bir avuç toprağa rahmet ve fazlın dışında bir şeyle karşı­lık verir misin? Senin geniş rahmetin nerede? Kapsamlı elle­rin geniş fazlın ve keremin nerededir ya kerim!

Fasıl

İbadet İçin Feragatin Kalb zenginliğine Sebep Ol­duğu Beyanında

Bilmek gerekir ki kalb zenginliği nefsin kemali sıfatların-dandır. Belki mutlak mevcudun kemal sıfatlarından biridir. Kalb zenginliğinin bu yönü Allah Teala'nın zati sıfatlarından biridir.Mal zenginliği nefsani zenginliğe sebep olmaz. Aksine nefsani zenginliği olmayanlar mal ve servete daha da ta-mahlanırlar. Zira bizzat gani olan Allah'ın mukaddes derga­hı dışında biryerde gerçek zenginlik elde edilemez. Birzerre topraktan eflak zirvesine, heyula-i ula'dan (ilk madde) cebe-ruti- a'la'ya kadar tüm varlıklar fakir ve muhtaçtır.

Bu yüz­den kalb her ne kadar Allah'tan gayrisine teveccüh ederse ve kalbin batım mülk ve dünya alemini imara yönelirse bu ihti­yaç ve fakirlik daha da artar. Ama insan dünya sevgisini bir kenara iter, kalbi mutlak gani olan Allah'a yönelir, varlıkla­rın zati fakirliğine iman eder varlıkların hiç birinin kendili­ğinden bir şeye sahip olmadığına hiç bir izzet ve kudrete ma­lik olmadığına inanırsa ve can ü gönülden "Ey insanlar siz­ler allah'a muhtaçsınız Allah ise hamid ve gani olandır." ayetini dinlerse o zaman iki alemden müstağni hale gelir. O kadar kalbi gani olur ki Süleymanm mülkü bile gözüne kü­çük gelir.

Yeryüzü hazinelerinin anahtarını bile ona verseler buna itina göstermez.Nitekim rivayette yer aldığı üzere Ceb­rail yeryüzü hazinelerinin anahtarını Rasulullah'a takdimet-ti, ama Rasulullah kabul etmedi ve fakirliği bir iftihar olarak kabul etti. Nitekim Hz. Ali de İbn Abbas'a şöyle buyurmuş­tur: "Benim nazarımda dünyanız şu yamalı ayakkabımdan daha değersizdir." Ali b. Hüseyin (a) ise şöyle buyurmuştur: "Ben dünyayı Allah'tan istemekten bile utanıyorum; nerde kaldı ki kendim gibi olan birinden dileyeyim."

Masumlar dışındaki insanlara gelince Necmuddin Kübra da şöyle diyor: "Dünya malı ve mülkünü zenginlerle oturup kalkmak karşılığında bana verecek olsalar ben dünya ve ahi-ret şekaveti içinde fakirlerle oturup kalkmayı tercih ederim. Zira "Nar (ateş), ar'dan daha iyidir." Evet onlar dünya hazi­neleri ve malına teveccüh etmenin ve zenginlerle oturup kalkmanın kalpte nasıl bir zulmetler icad ettiğini çok iyi bili­yorlardı. İradeyi nasıl zayıflattığını kalbi nasıl fakirleştirdi-ğini ve mutlak kamil merkezi noktaya teveccühten alıkoydu­ğunu derketmişlerdi. Ama kalbi ve evi sahibine teslim eder ve gayrisine tasarruf hakkı tanımazsan o zaman ev sahibi onda tecelli eder.

Elbette ki mutlak gani'nin tecellisi de mut­lak zenginlik getirir. Kalbi izzet ve zenginlik deryasına gö­mer ve kalb ihtiyaçsızlık ile dolar. "İzzet Allah'ın Resulünün ve müminlerindir." Dolayısıyla o evi de sahibi yönetir ve in­sanı kendi başına bırakmaz. Bizzat kendisi tüm işlerde ta­sarrufta bulunur. Öyle ki onun kulak, göz, el ve ayağı olur. Bu da nafilelerin yakınlığının neticesinde hasıl olan bir şey­dir. Nitekim hadis-i kudside de şöyle yer almıştır: "Kul nafi­lelerle bana yakınlaşır ve ben de onu severim. Ben onu sevin­ce de duyan kulağı gören gözü konuşan dili ve tutan eli olu­rum." (Usul-i Kafi, C. 2., s. 352. Kitabu'1-İman ve'1-Küfr, 8. hadis)

Böylece kulun tüm ihtiyaçları ortadan kalkar ve iki alem­den müstağni hale gelir. Bu tecelli sayesinde tüm varlıklar­dan korkması da yok olur. Yerine Allah korkusu yerleşir. Tüm kalbini Allah'ın azamet ve haşmeti kaplar. Allah'tan gayrisinin hiç bir azamet ve haşmet ve tasarrufu olmadığına inanır. "Varlık aleminde Allah'tan başka etken yoktur" haki­katini gönlüne yerleştirir.

"İbadetim için kalb feragatini elde edersen ben de kalbini zenginlikle doldururum." Bu ibadet için kalb feragati saye­sinde insan yavaş yavaş kalb huzurunun en yüksek mertebe­sine ulaştırır.

Bunlar zikrettiğimiz bazı etkilerden ibarettir. Eğer kalb Hakk ile meşgul olmaz ve teveccüh etmezse bu gaflet tüm şe­kavetler, noksanlıklar ve kalb hastalıklarının kaynağı olur. Bu gaflet vasıtasıyla kalbinde bulanıklık ve zulmetler vücu­da gelir. Kalb ile Hakk arasında kalın hicaplar oluşur ve hi­dayet nuru giremez olur. Dolayısıyla ilahi tevfiklerden mah­rum olur. Batını dünyaya yönelir, karın ve tenasül organını tatmine koyulur, böylece enaniyet deryasına gömülür, nefsi başıboşluğa kayar bencilik adımlarıyla hareket eder. Zati zil­leti ve hakiki fakirliği zahir olur. Tüm harekat ve sekenatın-da Allah'tan uzak düşer. Allah'tan yardım göremez hale ge­lir. Nitekim hadis-i kudside bunu bazısına işaret edilmiştir: "Kalbini dünya meşgalesiyle doldururum. Onun ihtiyaçsızlı-ğını gidermem ve işlerini sana bırakırım."

Nükte

Bilmek gerekir ki işlerin kula bırakılması kula tefviz edil­mesi değildir. Zira tefviz, irfan ekolü, burhan mesleği ve hakk mezhebinde batıl olan birşeydir.Hiç bir varlık Hakk'm tasarrufu ve kudretinin dışına çıkamaz ve işlerinde tasarruf­ta kendi başına bırakılmaz. Ama kalb Allah'tan gaflet edince dünyayla meşgul olunca onda tabiat hüküm ferman olur ve kalbinde enaniyet galib gelir. Dolayısıyla bencillik ile dolar kalbi. Bunlar da "işlerini sana bırakırım" diye tabir edilmiş­tir. Ama kalbi Allah'a yönelirse ve kalbi baştan başa nurla dolarsa tasarrufları da hakkani ve hatta bazı merhalelerde vücudu da hakkani olur. Nitekim nafilelerin icat ettiği ya­kınlığı beyan eden kafi'deki hadiste de bu makamlardan ba­zısına işaret edilmiştir. Allah bilendir.

Hazırlayan: ruhullah.com

 

11642 kere okunmuştur.

Yorum Ekle

Yazdır

YORUM LİSTESİ

KATEGORİDEKİ DİĞER HABERLER

n

05/02/2008 - 15:39 Nefs'le Cihad

n

05/02/2008 - 15:29 Riya

n

05/02/2008 - 15:20 Ucb

n

05/02/2008 - 15:10 Kibir

n

05/02/2008 - 15:03 Hased

n

05/02/2008 - 14:57 Dünya Sevgisi

n

05/02/2008 - 14:51 Gazab

n

05/02/2008 - 14:46 Asabiyet

n

05/02/2008 - 14:41 Münafıklık

n

05/02/2008 - 14:34 Nefsin Amel ve Hevası

n

05/02/2008 - 14:30 Fıtrat

n

05/02/2008 - 14:21 Düşünmek

n

05/02/2008 - 14:18 Tevekkül

n

05/02/2008 - 14:12 Havf ve Reca

n

05/02/2008 - 14:03 Müminlerin İmtihan Edilip Denenmesi

n

05/02/2008 - 13:54 Sabır

n

05/02/2008 - 13:49 Tevbe

n

05/02/2008 - 13:45 Allah'ı Zikretmek

n

05/02/2008 - 13:32 Gıybet

n

05/02/2008 - 13:23 İhlas

n

04/02/2008 - 15:10 Şükür

n

04/02/2008 - 15:08 Ölümden Hoşlanmamak

n

04/02/2008 - 15:05 İlim Talihleri

n

04/02/2008 - 15:03 İlmin Kısımları

n

04/02/2008 - 15:00 Şek ve Vesvese

n

04/02/2008 - 14:56 İlmin Fazileti

n

04/02/2008 - 14:48 İbadet ve Kalp Huzuru

n

04/02/2008 - 14:14 Kalbin Çeşitleri

n

04/02/2008 - 14:37 Likaullah (Allah ile Görüşme)

n

04/02/2008 - 14:24 Resulullah (s.a.v)'in Emirül Müminin Hz. Ali (a.s)'a Vasiyeti

n

04/02/2008 - 14:16 Allah, Resul'ü ve İmamların Hakikati Bilinemez

n

04/02/2008 - 14:12 Yakin

n

04/02/2008 - 14:05 Velayet ve Ameller

n

04/02/2008 - 14:00 Müminlerin Allah İndindeki Makamı

n

04/02/2008 - 13:56 Hakkın İsimlerinin Marifeti İle Cebir ve Tefviz Meselesi

n

04/02/2008 - 13:49 Hakkın Sıfatları

n

04/02/2008 - 13:46 Allah'ı, Resul'ü ve Ululemri Tanıma

n

04/02/2008 - 13:42 Adem'in Allah'ın Suretinde Yaratılışı

n

04/02/2008 - 13:32 Hayır ve Şer

n

04/02/2008 - 13:21 İhlas Suresi İle Hadid Suresi'nin İlk Ayetlerinin Tefsiri
 

YAZARLAR

ÇOK OKUNANLAR

Tasarım
  Tasarım : Networkbil.NET

Ana Sayfa  |   İletisim

@2008 kizildedem.com