İftar Lokması | Regaib kandil sohbet1 | MÜBAREK ÜÇ AYLAR | ERBAIN-40.GÜN NIYAZI | HZ HÜSEYIN CAN ASI | Muharrem sohbet 28 | Muharrem sohbet 27 | Muharrem sohbet 26 | Muharrem sohbet 25 | Muharrem sohbet 24 |

KATEGORİLER

ANKET

YORUMLANANLAR

 
 
 
Dünya Sevgisi
 
 
6. Hadis

05/02/2008

İbn Ebi Ya'fur, Hazreti Sadık'm (as) şöyle dediğini nakle­diyor: "Sabah akşam en büyük derdi dünya olan kişiyi Allah yoksulluğa mahkum eder, işlerini sonuçsuz bırakır ve dünya­dan kendisine kısmet olanın dışında hiçbir şeyi ona nasib et­mez. Sabah akşam en büyük derdi ahiret olan kişiyi ise Al­lah gönlü ganî, gözü tok kılar ve işlerini düzene koyar."

Kafî, C. 2., Kitabu'1-İman ve'1-Küfr, Babu'1-Hub ed-Dunyâ, h. 15

ŞERH

Bil ki, ilim ehli açısından ve onların maarif ve ilimleri ha­sebiyle dünya ve ahiret hakkında kimi değerlendirmeler var­dır ki, bunların ilmî açıdan gerçekliğini tartışmak bizim güttuğumuz maksad bakımından önem taşımamakta ve onların terimlerinin anlaşılması, red veya kabul edilmesi ve eleştiri­lip düzeltilmesi için gayret sarfetmek yolcuyu yolundan alı­koymaktan başka bir işe yaramamaktadır.

Burada asıl önemli olan husus, ahireti taleb eden insanın kendisinden sakınması gereken kınanmış dünyanın ve ona bu kurtuluş yolunda yardımcı olacak şeylerin anlaşılmasıdır ki biz bunu inşaallah birkaç bölüm halinde açıklayacağız. Bu yolda ilerlemek için Allah Teala'dan başarı niyaz ediyoruz.

1. bölüm

Mevlanâ Meclisî'nin (ra) Kınanmış Dünyaya İlişkin Sözlerinin Açıklanmasına Dair

Büyük muhakkik ve eşsiz muhaddis Mevlanâ Meclisi (aleyhibirrahme) hazretleri buyuruyor ki: "Bil ki, bizim anla­dığımız kadarıyla ayet ve rivayetler toplamından çıkan sonu­ca göre kötülenmiş dünya, insanı Allah'a kulluktan, O'un sevgisinden ve ahiretin kazanılmasından alıkoyan şeyler toplamıdır. O halde dünya ve ahiret birbirinin karşısında yer almaktadır. Velev zahiren dünyevî bile olsa, Allah Teala'nm rızasına ve O'na yakınlaşmaya yol açan her şey de ahirete ait sayılır. Mesela ticaret, ziraat ve zanaat gibi. Her ne ka­dar halk bunları dünyevî saysa ve bunlarla meşgul olmaktan maksat aile bireylerinin geçimini sağlamak olsa bile, bu açı­dan, Allah'ın buyruğuna uyulmakta, bu kazanç hayırlı işlere harcanmakta, muhtaç olanlara yardım edilmekte, sadaka ve­rerek halkın sorunları giderilmekte ve benzeri işler gerçek­leştirilmektedir ki, bütün bunlar ahirete taalluk etmektedir.

Oysa gösteriş ve ikiyüzyülük maksadıyla gerçekleştirilen riyazetler, her ne kadar zühd ve taat gibi görünseler de aslın­da dünyevîdirler. Çünkü bunlar kişiyi Allah'tan uzaklaştır­makta ve O'na yakınlaşmaya yol açmamaktadırlar. Tıpkı kâfir ve muhalif kişilerin (hayırlı gibi görünen) işlerinde ol­duğu gibi."

 

Ve başka bir muhakkikten de şunu nakil buyurmaktadır: "Senin dünya ve ahiretin, kalbinin iki halinden ibarettir. Ya­kın ve ölümden önce olanının adı dünyadır, bundan sonra ge­len ve ölümden sonra olanının adı ise ahiret. Şu halde ölüm­den önce senin için lezzet nasib, şehvet ve tat kaynağı olan herşey, senin dünyan demektir."

Ben fakir de derim ki: Denilebilir ki dünya, şekillenme değişim ve dönüşüm diyarı olan varlığın aşağı kademesidir, ahiret ise bundan, sebat, ebediyet ve kararlılık diyarı olan melekûta ve kendi batınına dönmek demektir. Ve bu iki alan her nefs ve şahıs için gerçeklik taşır. Her varlık için aşağı ve dünyevî olan, zuhur, mülk ve şuhûd makamı mevcut olduğu gibi, yüce ve ahiret makamı olan batın, melekût ve ğaybî bir makamda mevcuttur.

Ve aşağı dünyevî konum her ne kadar varlık mertebelerinin geri ve nakıs bir noktası ise de, kudsî nefsin terbiye beşiği, yüce makamların tahsil diyarı ve ahire­tin tarlası olması bakımından evliya ve ahiret yolunun yolcu­ları açısından varlığının en güzel ve en yararlı hallerinden biridir. Eğer Allah Teala bu durumu meydana getirmemiş ve bu değişim ve dönüşüm ortamını var etmemiş olsaydı, hiç kimse kemale, karar ve sebat diyarına ulaşamazdı ve mülk ve melekutta genel bir noksanlık ortaya çıkardı. Ve Kur'an ile hadislerin bu alemi kınayıp aşağılamaları da aslında biz­zat dünyaya yönelik birşey değil, ona yönelmeye, ona gönül­den bağlanmaya ve onu sevmeye yönelik bir durumdur.

Şu Halde insanın iki dosyası oMağ» anlaşıldı. Biri övül­müş olan, öbürü de yerilmiş olandır, övülmüş olanı, terbiye, tahsil, ticaret, makam ve kemalatı elde etme diyarı olan ve içinden geçmeden elde edilmesi mümkSn olmayan ebedî saa­detin elde edildiği yerin bir mahsEÖdür. Nitekim muvahhid-lerin velisi i ve mü'minlerih emird (salavatullahi aleyh), bir şahsın dünyayı i kınadığını görünse bir hutbesinde şöyle bu­yurdu:

"MuhakkaM'hi dünya, ona sert dkmrananın sadakat diya­rı, onu anlayanın afiyet diyarı, ondan yararlanmak isteyenin zenginlik diyarı; ondan öğüt almak isteyenin öğüt diyarı, Al­lah'ın dostlarının mescidi, Allah'ın meleklerinin namazgahı, vahyi ilahinin nüzul yeri, veliyullah'ın ticaretgâhı ki onda rahmeti kazandılar ve cennete eriştiler." (*) Ve Allah Teala'nın "Muttakîlerin yurdu ne güzeldir." (**) sözü de Ayyaşfnin Hz. Bakır'dan (as) rivayet ettiğine göre "dünya" şeklinde tefsir edilmiştir. Şu halde güzellik ve yüce­liğin mazharı olan bu dünya kınanmış değildir. Asıl kınanan şey, kişinin sevip bağlandığı ve bütün kalbî ve dışsal fesat ve hataların kaynağı: anlamındaki kendi dünyasıdır (kendi ale­midir). Nitekim Kafide Hz. Sadık'tan (as) şöyle rivayet edil­miştir: "Dünya sevgisi her kötülüğün başıdır." (***). Mal ve şöhret sevgisinin müminin dininde yaptığı tahribat, iki aç kurdun çobansızbir koyun sürüsüne sağdan soldan saldıra­rak vereceği zarardan daha fazladır. "'(****)

(*) Feyz, Nehetı'l-Belâğe, Hikmet 126.

(**) Nahl Suresi, 30.

(***) Kafi, C. 2. Kitabu'1-İman ve'1-Küfr, Babu'1-Hubb ed-Dunya, 1.

hadis."

(.****) Kafi, G. 2. mtabu'1-îman ve'1-Küfr, Babul-Hubb ed-Dunya,3.

hadis.

O halde kınanan dünya, gönül verilip bağlanılana dünya­dır ve kişi ne oranda gönül verip bağlanırsa bu dünyaya, kendisiyle Hak Teala arasındaki perdeler de o oranda artıp kalınlaşır. Bazı hadis-i şeriflerde ifade edildiği ikadanyla.bu perdeler yetmiş bin aydınlık ve karanlık perdedir. Karanlık perdelerin dünyaya duyulan bu ilgi olması mümkündür ve il­gi ne kadar fazla olursa, örtüler de o kadar çok olacak^ilgisne kadârrşiddetii olursa, örtü de o kadarrkalın olacaktır.

2. bölüm

Dünya Sevgisinin Artış Nedenlerine Dair

Bil ki, insan bu tabiat aleminin evlâdıdır. Bu dünya bu su ve toprağın çocuğu olduğu: için, dünya?sevgisi daha başlangı­cından: itibaren gönlünde mevcuttur..Büyüdükçe bu sevgi de gönlünde gelişip serpilir: Allah Teala'hın ona lütfettiği şeh­vet kuvveleri ve lezzet araçları sayesinde, şahsım ve türünü koruması için bu sevgi gam be gün astar. Bu alemi lezzetler mekanı olarak değerlendirdiği için de, ölümü; bunlardan mahrum kalmak olarak değerlendirir. Bu nedenle de velev filozofların delilleri ve peygamberlerin (salavatullahi aley­him) haberleri aracılığıyla ahiret alemine ve ondaki nitelik, hayat ve mükemmeliyete inanmak istese bile gönlü buna ra­zı olmaz ve bırakınız mutmain olma derecesine erişmeyi, ka­bul etmeye Mte yanaşmaz ve dünyaya duyduğu sevgi güçle­nerek devam eder.

 

Ayrıca insanlar fıtraten ebediyen yaşamaya meyilli olan, yok olmaktan sakınıp nefret eden ve ölmeyi yok olmak sa­nan bir yapıya sahip olduğundan, velev bu dümyanın fanî ve gelip geçici öte dünyanın ise bakî ve sürekli olduğuna aklen kabul etseler bile asıl önemli olan kalben kabul ve bunun en mükemmel aşaması da itmi'nan mertebesi olduğundan ve Hz. İbrahim Halilurrahman da Hak Teala'dan itmi'nan mer­tebesini taleb edip bu lütfa nail olduğundan, kalpleri ahirete inanç beslemediği için bu durum bir fayda sağlamaz. Bizim kalplerimizde olduğu gibi.. Her ne kadar aklen tasdik ediyor olsak bile... İtmi'nana sahip olmadıkları için bu dünyada ebe-diyyen yaşamak isterler ve ölümden yani bu alemden ayrıl­maktan korkarlar.

Ama eğer bu dünya aleminin alemlerin en aşağısı, yok­luk, değişim ve dönüşüm alemi ve helak ve noksanlık diyarı olduğunu ve ölümden sonraki alemlerin her birinin ebedi ol­duğunu, mükemmellik, hayat ve huzur diyarı olduğunu kal­ben idrak edecek olurlarsa, o aleme fıtraten sevgi beslemeye başlar. Ve dünyadan kaçmaya başlarlar. Ve eğer bu alemde yükselip şuhûd ve vicdan makamına erişir ve bu alemin ve ona ilgi duymanın batınî suretim görecek olurlarsa, bu alem onların gözünde sıkıntı diyarına dönüşür ve ondan nefret ederler, bu karanlık zindandan, zaman ve mekanın zincir ve bukağılarından kurtulmaya can atarlar ki, velilerin sözlerin­de de bu anlama işaret edilmektedir.

Ali (as) buyuruyor ki: "Allah'a yemin olsun ki, Ebu Ta­lih 'in oğlu (Ali bir çocuğun annnesinin memesine duyduğu iştiyaktan daha fazla ölüme iştiyak duyar." (*) Çünkü o yüce insan bu alemin hakikatini velayet gözüyle müşahede etmiş­ti. Ve Hak Teala'ya yakın olmayı her iki aleme bile değiş­mezdi. Eğer durum bunu gerektiriyor olmasaydı, onların o pâk nefsi bu karanlık tabiat ortamında bir an bile durmazdı ve bu çokluk, zahir ve mülkî işlerle meşgul olmak şöyle dursun, melekûtî te'yidler bile aşıklar ve meczublar için birer sı­kıntı ve acı kaynağıdır ki, bizler bunu tasavvur etmekten bi­le aciziz.

 

(*) Feyz, Nehcu'l-Belağe, Hutbe 5.

Velilerin inleyip ağlamalarının çoğu, Sevgili'den ve kere­minden ayrı düşmüş olmaktan kaynaklanmaktadır. Nitekim onlar da bunu dualarında dile getirmişlerdir. Halbuki onlar mülkî ve melekûtî herhangi bir ihtiyaca da sahip değillerdi. Tabiat cehenneminden geçmişler ve dünya bağlarından kur­tulmuşlardı ve kalpleri tabiî hayata sahip değildi ama tabiat aleminde bulunmanın bizatihi kendisi tabii bir haz olduğun­dan; velev bu zoraki haz çok sınırlı olsa bile bu onları utan­dırmaya yetiyordu. Nitekim Hz. Resul-i Ekrem'in (sav) şöyle buyurduğu nakledilmiştir: "Ben günde yetmiş kez Allah'a tevbe istiğfarda bulunuyorken kalbim yine sıkıntılı." (*)

(*) İbn Esir, Nihaye, C. 3. s. 180.- El-Cami'us-Sağîr, C. 1. s. 103. -Sa-hih-i Müslim, C. 8., S. 72: "Mietin Marre" ifadesiyle.

Ve belki de insanların babası Hz. adem'in hatası, mülkî tedbir ve buğday ile sair tabiî şeylere duyduğu tabiî ilgiydi ki bu, Allah'ın velileri için bir hata sayılır. Ama eğer Hz. adem o ilahı cezbeyle kalır ve mülke girmeseydi, dünya ve ahiret-teki bunca imkan ortaya çıkmazdı.

3. bölüm

Dünyevî Hazlarm Kalbe Te'siri ve Bunun Fesatlarına Dair

Bil ki nefsin bu alemden aldığı bir haz, kalpte etki bırakır ki bu, mülk ve tabiatın ve bunların dünyaya bağlılıklarının etkisidir. Haz ne oranda artarsa, kalbin etkilenmesi ve sevip bağlanması o oranda fazlalaşır ve kalp her yönden dünyaya ve içiıwyka değarsa fejfle^e bağlanmış olur. Ve Hm, pek çok fesatlara kaynaklık eder. TDnsanın ia&ain hataları, maspfit ve kötülükte» jmaâmesi^m. sevgi ve îbaflilıfetan gelmektedıı. ^Nitekim ba «harsım Kafi'lten aktarılan îraddste de geçti,

 

Hz. Şeyh ve arifimrai-n  de buyurfağaı phi, bunun en büyük fesadı da şudur ki, dünya sevgisi insa­nın kalbinin sureti haline gelir ve insaaa dünyaya yöneltir) bir şekilde bağlanırsa, ölüm anında Allah Teala'nın onları serdi-ğînden ayırdığını ve kendisiyle istekleri arasına ayrılık sok­tuğunu sanacak ve O'aun öfkesine muhatafe kalarak dünya­dan ayrılacaktır. Ve bu yıkıcı durumun kişiyi uyarıp kafbiaî korumaya çalışmasını sağlaması gerekmektedir.

 

Allah etmesin ki insan velinimetine ve hakiki Malikü'l-Mülûk'a düşman olup O'nun öfkesine muhatap kalsın ki bu öfke ve düşmanlığın suretinin ne olduğunu Alah Teala'dan başkası bilemez.

 

Büyük şeyhimiz (dâme zilluhu) dedelerinden naklediyor­lar ki, ömrünün sonunda çocuklarından birini çok sevdiği için büyük bir korkuya kapılmış ve riyazet çekip bu bağlılık­tan kurtularak ebedî hayata intikal etmişti, (rıdvanullahi aleyh).

"Hz. Sadık (as) buyurdu ki: 'Dünyanın durumu deniz su­yunun durumuna benzer. Ne kadar çok içilse susamıştık o oranda artar ve içeni öldürür." (*)

(*) Kafi, c. 2., Kitabu'1-îman ve'1-Küfr, Bab Zemm ed-Dünya, h. 24.

 

Dünya sevgisi insanı ebedi helake sürükler ve batınî ve zahirî bağımlılık ve kötülüklerin kaynağıdır.

Hz.Resul-i Ekrem'den (sav) şöyle buyurduğu nakledilmiş­tir: "Dirhem ve dinar sizden öncekileri öldürdü, sizin katili­niz de bunlardır."

Gerçi uzak bir ihtimal ve hatta mümkün olmayan tar şeydir; ama insan başka hiçbir masiyete mübtela elmasa la­le dünyaya bağlanıp sevmek bile tek başına bir ipöla kayna­ğıdır. Ve kabir ile berzah aleminde çekilenlerin ölçüsü de as­lında bu bağlılıkla ilgilidir. Bu sevgi ve bağlılık ne kadar az olursa insanın berzah ve kabri o kadar aydınlık ve geniş ve insanın orada çekeceği sıkıntılar o kadar az olur. Bu nedenle de evliyaullah için kabir alemi (bazı rivayetlerde de geçtiği gibi) üç günden fazla değildir. Ve bu üç gün de onlann o tabii ilgi ve bağlanmalarından ötürüdür.

Dünya sevgisinin fesadlarından biri de insanı ölümden korkar hale getirmesidir. Dünya sevgisinin ve ona kalbi bağ­lılığın doğurduğu bu korku, oldukça kınanmış birşeydir. Bu, ımü'minin sıfatlarından bîri olan 'dönüş korkusu' değil, bağlı­lığın kopması ve ölüm korkusunun kendisidir.

Büyük İslam araştırıcı ve incelemecisi, şanı yüce Hz. Sey-yid amâd (keremmellahu veshehu) eşsiz bir kitap olan Qa-basat'ın ilgili bölümünde şöyle buyurmaktadır: "Ölüm seni korkutmasın, çünkü onun acılığı korkusudur."

 

Dünyayı sevmenin büyük fesatlarından biri de insanın şer î riyazet,îbadet ve menasikten alıkoyması, tabiat yönünü güçlendirmesi ve tabiatın ruha itaat etmeyip ona isyan etme­sini sağlaması, insanın azmini gevşetmesi ve iradesini zayıf-latmasıdır. Oysa şer'î ibadet ve riyazetlerin büyük sırların­dan biri de beden, tabiat güçleri ve mülkî yönün ruha tabi ol­masını ve iradenin bedene istediğini yaptırıp istediğinden alıkoymasını sağlamaları, beden mülkünün ve mülkî-zahirî güçlerin melekûtun emrine girmesini ve isteklerine boyun eğmesini gerçekleştirmeleridir. Zahmetli ibadetler sayesinde insanın azmi bilenir, tabiata galebe çalar ve ona egemen olur. Ve eğer irade tam ve mükemmel olur ve azim kavî ve sağlam olursa, beden mülkü ve onun zahirî ve batınî güçleri, meleklerin durumu gibi olur ve Allah'a isyana yeltenmez. Onlara ne buyurursa yerine getirir ve onları hangi şeyden sakındırırsa hiçbir güçlükle karşılaşmadan ondan sakınırlar.

İnsanın mülkî güçleri ruha tabi olursa sıkıntı ve zahmet­lerin yerini rahatlık alır, mülkün yedi iklimi melekûta teslim olur ve bütün kuvveleri onun hizmetine girer.

Ve bil ki ey aziz! O alemde azim ve irade çok gereklidir ve çok işe yarar. Cennetlerin en yükseklerinden biri olan bir cennet mertebesi var ki, ona ulaşmanın ölçüsü irade ve azimdir ve insan güçlü bir irade ve azme sahip olmadıkça o cennete ve o yüksek makama erişemez.

Rivayetlerde vardır ki, cennet ehli makamlarına yerleş­tiklerinde mukaddes ilahî makamdan (cellet azametuhu) kendilerine bir ferman gelir ki muhtevası şudur:

"Bu mektup, ebedî ve ölümsüz olandan ebedî ve ölümsüz olan canlıyadır. Ben neye ol dersem, olur. Seni de bu gün ne­ye ol dersen olacak bir imkana sahip kıldım."

Bir bak ki ne büyük bir makam ve saltanattır bu ve ne büyük bir ilahi güçtür ki iradesi Allah'ın iradesinin mazhan olmakta ve yok olana varlık giysisi giydirebilmektedir! İra­denin bu güç ve kudreti bütün cismanî cennetlerden daha iyi ve yücedir. Ve bu fermanın saçma ve uydurma olmadığı ga­yet açıktır.

 

İradesi hayvanı şehvetlere tabi ve azmi ölü olan kişi bu makama erişemez. Hak Teala'nın işleri belirli bir ölçüye sa­hiptir. Bu alemde ölçü, sebep ve etkenlerdir. O alemde de du­rum budur. Ama o alemde sebep ve etkenler sistemi daha keskindir. Ahiret aleminin bütün nizamı uyum ve sebeplere dayalıdır. Bu iradenin bu dünyadan sıyrılması gerekmekte­dir. Dünya ahiretin tarlası ve bütün cennet nimetleri ve ce­hennem sıkıntılarının hammeddesidir.

Şu halde şer'î menasik ve ibadetlerin her biri, (delil ve hadislere mutabık olarak) cismanî cenneti kazandıran melekûtî ve uhrevî bir surete sahip olmalarının yanısıra, ay­nı şekilde, her ibadet nefsi etkilemekte ve onu güçlendirmek­tedir. Bu nedenle de ibadetlerin zor olanları tercihe daha la­yıktır. Ve: "Efzalu'l-e'mâli ehmazuhâ" (*)

(*) Ibn Esir'in Nihaye'sinde (C. 1. s. 440., "Hamz" maddesi) yer al­mıştır: "Rasulullah'a hangi amelin daha faziletli olduğu soruldu. De­di ki: "Daha zor ve zahmetli olanı."

Mesela kış soğuğunda tatlı uykudan vazgeçip geceleri Hak Teala'ya ibadet etmek ruhu bedene egemen kılar ve ira­deyi güçlendirir. Ve bu her ne kadar başlangıçta bir miktar güç olsa da yavaş yavaş kolaylaşır ve bedenin nefse itaati fazlalaşır. Nitekim bu işin ehli olanların hiç zorlanmadan kalkıp ibadet ettiklerini görüyoruz. Eğer bizler tembellik edi­yor ve zorlanıyorsak bu, girişimde bulunmamamızdandır. Eğer birkaç kez buna kalkışırsak, zahmetin yerini rahatlığın aldığım göreceğiz. Hatta bunun ehli olanlar yaptıkları amel­den bizim dünya lezzetlerinden aldığımız taddan daha fazla tad almaktadırlar. Şu halde "el-hayru âdetun"; "Hayır adet­ten ibarettir." yani girişimde bulunmak kolaylık sağlar.

İbadetlerin pekçok meyvesi vardır. Bir tanesi bizahitihî bunların ahiretteki suretleridir ki, bu güzel suretleri dünya­da görmek mümkün olmadığı gibi, tasavvur etmek bile mümkün değildir. Ayrıca ibadetler sayesinde nefs, azim ve güce kavuşur. Bunun da pek çok semeresi vardır ki bunlar­dan birini yukarıda izah etmiştik.

Bir diğeri de kişiyi yavaş yavaş zikir, fikir ve ibadetlere yakınlaştırmasıdır. Ve bu, insanı hakikate yakmlaştırıp Ma-liku'l-Mülûk'a kalbî bir ilgi doğurur., gerçek sevgiliye ve gü­zelliğine sevgi duyulmasını sağlar, kalbin dünyevî ve uhrevî bağımlılık ve sevgisini azaltır.

Rabbani cezbe vücuda gelince ibadet, Tıatırlama ve dü­şünmenin hakikati ortaya çıkar, her ikd alem gözden düşer. Dostun cilvesi gönül ikilemi tozunu siler geçer ve Allah'ın böyle bir kula ne tür kerametler bağışlayabileceğini Al­lah'tan başka hiç kimse bilemez. Ayrıca azim, şer-î ibadetler­le ve şehvetlerin terkiyle güçlenir ve insan azim ve^ irade sa­hibi olur. Oysa masiyetlere yönelmek insanın iradesini zayıf­latır. Buna yukarıda kasaca değindik.

4. bölüm

Dünyayı Sevmenin Fesatlarına Dair

Vicdan sahibi herkes bilir ki insan aslî yapısı ve fıtratı gereği tam ve mutlak olan kemale aşıktır ve gönlü mutlak güzel ve her açıdan mükemmel olana yöneliktir. Ve bu, Al­lah Tebarek ve Teala'nın insanoğluna bağışladığı ilahî fıtrat nimetidir ki, insan bu kemal sevgisiyle mutlak güzelliğe eriş­sin.

 

Ama herkes kendi hal ve konumu icabı farklı şeyleri ke­mal sayar ve gönlü ona yönelir. Ahiret ehli, uhrevî makam ve dereceleri kemal saydığından, gönülleri bunlara yönelik­tir. Allah ehli ise Hakk'm güzelliğinde kemali ve kemalinde güzelliği bulmuş ve "Ben yüzümü tamamen, gökleri ve yeri var edene çevirdim" (*) derler.

(*) Enam Suresi, 79.

"Li ma'allahi hal" (*) buyururlar. O'na varmanın sevgisi ve O'nun güzelliğinin aşkına sahiptirler. Oysa dünya ehli, kemali dünyevî lezzetlerde sandıklarından ve bunların gü­zelliği gözlerini bürüdüğünden, fıtraten ona yönelmişler, ama her şeye rağmen, fıtrî eğilim ve zatî aşk mutlak kemale yönelik olduğundan ve diğer ilgiler arızî ve uygulama hatası olduklarından, dünyadan elde ettiği her haz ve eline geçen herşeye rağmen açlığı günden güne çoğalır ve aşk ateşi gün­begün daha da palazlanır.

(*) Peygamber'den (sav) rivayet edilen şu meşhur hadise işarettir; "Benim Allah'la öyle bir halim vardır ki, ona ne en yakın herhangi bir melek ve ne de herhangi bir peygamber erişir. (Bkz. "Ehâdîs-i Mesnevî, s. 66).

Mesela şehvet sahibi bir nefis bu doğrultuda hangi lezzeti tadsa, elinde olmayan bir başkasına yönelir ve iştiyak ateşi daha da tutuşur. Aynı şekilde lider olma sevdasındaki nefs de bir yere egemen oldu mu başka bir yerin peşine düşer. Ve eğer bütün yeryüzünü egemenliği altına alsa, başka gezegen­lere uçup onları da sahiplenmek ister. Ama biçare insan bil­mez ki fıtrat başka birşeyi talep etmektedir aslında. Fıtrî aşk, mutlak sevgiliye yöneliktir. Onlar bilnıeseler de bütün cevheri, tabii ve iradî hareketler ve bütün kalbî ve nefsî eği­limler aslında mutlak güzelin güzelliğine yöneliktir. Ama bunlar bu miraç Burak'ı ve visal refrefi olan sevgi, arzu ve aşkı yersiz bir şekilde kullanmakta ve bağlayıp, zincirleye­rek sınırlamaktadırlar.

Asıl maksadımızdan uzaklaştık gibi. Maksat şu: İnsan as­lında kalben mutlak kemale eğilimli olduğu için, dünyevî her neyi toplasa açlığ: artar. Dünya ve içindeki güzelliklerin ke­mal olduğunu sanınca hırsı artar, aşkı şiddetlenir, dünyaya duyduğu ihtiyaç fazlalaşır, fakirlik ve ihtiyaç onun devamlı nasibi olur. Oysa ahiret ehlinin durumu bunun tamamen tersinedir. Dünyaya ilgileri azalır ve ahirete ilgileri artıkça bu aleme olan meyilleri ve kalbî ilgileri azalır ve sonunda bu dünyaya ihtiyaçsızlaşırlar, kalplerini zenginlik bürür ve dünya ile dünyevî süsleri naçiz birşey sayarlar.

 

Buna karşı­lık Allah ehli ise her iki dünyadan da müstağnidirler, biricik ihtiyaçları mutlak gani olandır ve zatıyla gani olanın cilvesi onların kalplerinin sureti haline gelmiştir. "Ne mutlu onlara Şu halde "Sabah akşam en büyük derdi dünya olan kişiyi Allah yoksulluğa mahkum eder, işlerini sonuçsuz bırakır ve dünyadan kendisine kısmet olanın dışında hiçbir şeyi ona nasib etmez. Sabah akşam en büyük derdi ahiret olan kişiyi ise Allah gönlü ganî, gözü tok kılar ve işlerini düzene koyar." hadis-i şerifinin anlamı budur.

 

Açıktır ki kalbi ahirete yönelik kişi dünyavî işleri ve dün­yanın zor sorunlarını hakir ve kolay görür, bu dünyayı kay­pak ve değişken, geçici ve talim diyarı sayar hiçbir hoşluk ve zorluğuna itibar etmez, ihtiyaçları azalır ve dünyevî işler ile dünya halkına ihtiyacı azalır. Öyle bir aşamaya varır ki ihti-yaçızlaşır, işleri düzene girer, durumunu toparlar, kalbî ve zatî zenginliğe erişir.

O halde bu aleme ne kadar büyüklük ve muhabbet gözüy­le bakarsan ve kalbin ona ne kadar ilgi duyarsa, sevginin aşamalı oluşundan ötürü ihtiyacın artar, yoksulluk zahirin­de ve batınında serpilir, işlerin birbirine girer, kalbin sarsın­tılı, gamlı ve korkulu olur, işlerin arzulanan sonuca erişmez, arzu ve hırsın günden güne artar, gam ve hasret seni çepe­çevre kuşatır, gönlünü yeis ve şaşkınlık kuşatır. Nitekim ha­dis-i şerifte de bunların bir kısmına işaret buyurulmuştur:

"Kişi dünyaya ne oranda bağlanırsa ondan ayrıldığında hasret ve ızdırabı o oranda fazla olur." (*)

"Kalbi dünyaya bağlanan kişinin kalbi üç şeyle karşıla­şır. Bitmeyen gam, erişilmez arzu, gerçekleşmez umut." (**)

Ama ahiret ehli, Hakk'm keramet diyarına ne kadar yak­laşırlarsa kalpleri o oranda mutmain ve huzurlu olur, dünya ile içindekilerden o oranda bağımsızlaşır ve ondan nefret edip kaçarlar. Ki eğer Allah Teala onlara bir ecel belirlemiş olmasaydı, bu dünyada bir an bile durmazlardı; Hz. Mevla-yi Muvahhiddin'in buyurduğu gibi. Şu halde onlar bu alemde ehl-i dünya gibi sıkıntı ve eziyette olmadıkları gibi ahirette de Hakkın rahmet deryasına gark olacaklar. "Allah bizi ve sizi onlardan kılsın, inşaallah."

Şu halde ey aziz! Artık bu muhabbet (dünyayı sevme) ve ilginin fesatlarını anladığına ve bu sevginin insanı helake sürüklediğini, insanın imanını elinden aldığını ve insanın dünya ve ahiretini darmadağın ettiğini öğrendiğine göre, himmet kemerini kuşan, bu dünyaya olan bağımlılığını azal­tabildiğin ölçüde azalt, muhabbet bağlarını gevşet, şu birkaç günlük ömrü naçiz say, elem, hüzün ve gama dönüşecek olan bu nimetleri küçük gör ve Allah Teala'dan başarı niyaz et ki sana yardım edip bu utanç ve sıkıntıdan kurtarsın ve gönlünü kendi keramet diyarının munisi kılsın: "Allah'ın katında bulunan ise daha hayırlı ve daha kalıcıdır." (***)

(*) Kafî, C. 2. Kitabu'1-İman vel-Küfr, Babu'1-Hubb ed-Dunya,16.

hadis.

(**) Kafî, C. 2. Kitabu'1-İman ve'1-Küfr, Babu'1-Hubb ed-Dunya, 17.

hadis.

(***) Kasas Suresi, 60. (ÇN.)

 

11690 kere okunmuştur.

Yorum Ekle

Yazdır

YORUM LİSTESİ

KATEGORİDEKİ DİĞER HABERLER

n

05/02/2008 - 15:39 Nefs'le Cihad

n

05/02/2008 - 15:29 Riya

n

05/02/2008 - 15:20 Ucb

n

05/02/2008 - 15:10 Kibir

n

05/02/2008 - 15:03 Hased

n

05/02/2008 - 14:57 Dünya Sevgisi

n

05/02/2008 - 14:51 Gazab

n

05/02/2008 - 14:46 Asabiyet

n

05/02/2008 - 14:41 Münafıklık

n

05/02/2008 - 14:34 Nefsin Amel ve Hevası

n

05/02/2008 - 14:30 Fıtrat

n

05/02/2008 - 14:21 Düşünmek

n

05/02/2008 - 14:18 Tevekkül

n

05/02/2008 - 14:12 Havf ve Reca

n

05/02/2008 - 14:03 Müminlerin İmtihan Edilip Denenmesi

n

05/02/2008 - 13:54 Sabır

n

05/02/2008 - 13:49 Tevbe

n

05/02/2008 - 13:45 Allah'ı Zikretmek

n

05/02/2008 - 13:32 Gıybet

n

05/02/2008 - 13:23 İhlas

n

04/02/2008 - 15:10 Şükür

n

04/02/2008 - 15:08 Ölümden Hoşlanmamak

n

04/02/2008 - 15:05 İlim Talihleri

n

04/02/2008 - 15:03 İlmin Kısımları

n

04/02/2008 - 15:00 Şek ve Vesvese

n

04/02/2008 - 14:56 İlmin Fazileti

n

04/02/2008 - 14:48 İbadet ve Kalp Huzuru

n

04/02/2008 - 14:14 Kalbin Çeşitleri

n

04/02/2008 - 14:37 Likaullah (Allah ile Görüşme)

n

04/02/2008 - 14:24 Resulullah (s.a.v)'in Emirül Müminin Hz. Ali (a.s)'a Vasiyeti

n

04/02/2008 - 14:16 Allah, Resul'ü ve İmamların Hakikati Bilinemez

n

04/02/2008 - 14:12 Yakin

n

04/02/2008 - 14:05 Velayet ve Ameller

n

04/02/2008 - 14:00 Müminlerin Allah İndindeki Makamı

n

04/02/2008 - 13:56 Hakkın İsimlerinin Marifeti İle Cebir ve Tefviz Meselesi

n

04/02/2008 - 13:49 Hakkın Sıfatları

n

04/02/2008 - 13:46 Allah'ı, Resul'ü ve Ululemri Tanıma

n

04/02/2008 - 13:42 Adem'in Allah'ın Suretinde Yaratılışı

n

04/02/2008 - 13:32 Hayır ve Şer

n

04/02/2008 - 13:21 İhlas Suresi İle Hadid Suresi'nin İlk Ayetlerinin Tefsiri
 

YAZARLAR

ÇOK OKUNANLAR

Tasarım
  Tasarım : Networkbil.NET

Ana Sayfa  |   İletisim

@2008 kizildedem.com