İbn Ebi Ya'fur, Hazreti Sadık'm (as) şöyle dediğini naklediyor: "Sabah akşam en büyük derdi dünya olan kişiyi Allah yoksulluğa mahkum eder, işlerini sonuçsuz bırakır ve dünyadan kendisine kısmet olanın dışında hiçbir şeyi ona nasib etmez. Sabah akşam en büyük derdi ahiret olan kişiyi ise Allah gönlü ganî, gözü tok kılar ve işlerini düzene koyar."
Kafî, C. 2., Kitabu'1-İman ve'1-Küfr, Babu'1-Hub ed-Dunyâ, h. 15
ŞERH
Bil ki, ilim ehli açısından ve onların maarif ve ilimleri hasebiyle dünya ve ahiret hakkında kimi değerlendirmeler vardır ki, bunların ilmî açıdan gerçekliğini tartışmak bizim güttuğumuz maksad bakımından önem taşımamakta ve onların terimlerinin anlaşılması, red veya kabul edilmesi ve eleştirilip düzeltilmesi için gayret sarfetmek yolcuyu yolundan alıkoymaktan başka bir işe yaramamaktadır.
Burada asıl önemli olan husus, ahireti taleb eden insanın kendisinden sakınması gereken kınanmış dünyanın ve ona bu kurtuluş yolunda yardımcı olacak şeylerin anlaşılmasıdır ki biz bunu inşaallah birkaç bölüm halinde açıklayacağız. Bu yolda ilerlemek için Allah Teala'dan başarı niyaz ediyoruz.
1. bölüm
Mevlanâ Meclisî'nin (ra) Kınanmış Dünyaya İlişkin Sözlerinin Açıklanmasına Dair
Büyük muhakkik ve eşsiz muhaddis Mevlanâ Meclisi (aleyhibirrahme) hazretleri buyuruyor ki: "Bil ki, bizim anladığımız kadarıyla ayet ve rivayetler toplamından çıkan sonuca göre kötülenmiş dünya, insanı Allah'a kulluktan, O'un sevgisinden ve ahiretin kazanılmasından alıkoyan şeyler toplamıdır. O halde dünya ve ahiret birbirinin karşısında yer almaktadır. Velev zahiren dünyevî bile olsa, Allah Teala'nm rızasına ve O'na yakınlaşmaya yol açan her şey de ahirete ait sayılır. Mesela ticaret, ziraat ve zanaat gibi. Her ne kadar halk bunları dünyevî saysa ve bunlarla meşgul olmaktan maksat aile bireylerinin geçimini sağlamak olsa bile, bu açıdan, Allah'ın buyruğuna uyulmakta, bu kazanç hayırlı işlere harcanmakta, muhtaç olanlara yardım edilmekte, sadaka vererek halkın sorunları giderilmekte ve benzeri işler gerçekleştirilmektedir ki, bütün bunlar ahirete taalluk etmektedir.
Oysa gösteriş ve ikiyüzyülük maksadıyla gerçekleştirilen riyazetler, her ne kadar zühd ve taat gibi görünseler de aslında dünyevîdirler. Çünkü bunlar kişiyi Allah'tan uzaklaştırmakta ve O'na yakınlaşmaya yol açmamaktadırlar. Tıpkı kâfir ve muhalif kişilerin (hayırlı gibi görünen) işlerinde olduğu gibi."
Ve başka bir muhakkikten de şunu nakil buyurmaktadır: "Senin dünya ve ahiretin, kalbinin iki halinden ibarettir. Yakın ve ölümden önce olanının adı dünyadır, bundan sonra gelen ve ölümden sonra olanının adı ise ahiret. Şu halde ölümden önce senin için lezzet nasib, şehvet ve tat kaynağı olan herşey, senin dünyan demektir."
Ben fakir de derim ki: Denilebilir ki dünya, şekillenme değişim ve dönüşüm diyarı olan varlığın aşağı kademesidir, ahiret ise bundan, sebat, ebediyet ve kararlılık diyarı olan melekûta ve kendi batınına dönmek demektir. Ve bu iki alan her nefs ve şahıs için gerçeklik taşır. Her varlık için aşağı ve dünyevî olan, zuhur, mülk ve şuhûd makamı mevcut olduğu gibi, yüce ve ahiret makamı olan batın, melekût ve ğaybî bir makamda mevcuttur.
Ve aşağı dünyevî konum her ne kadar varlık mertebelerinin geri ve nakıs bir noktası ise de, kudsî nefsin terbiye beşiği, yüce makamların tahsil diyarı ve ahiretin tarlası olması bakımından evliya ve ahiret yolunun yolcuları açısından varlığının en güzel ve en yararlı hallerinden biridir. Eğer Allah Teala bu durumu meydana getirmemiş ve bu değişim ve dönüşüm ortamını var etmemiş olsaydı, hiç kimse kemale, karar ve sebat diyarına ulaşamazdı ve mülk ve melekutta genel bir noksanlık ortaya çıkardı. Ve Kur'an ile hadislerin bu alemi kınayıp aşağılamaları da aslında bizzat dünyaya yönelik birşey değil, ona yönelmeye, ona gönülden bağlanmaya ve onu sevmeye yönelik bir durumdur.
Şu Halde insanın iki dosyası oMağ» anlaşıldı. Biri övülmüş olan, öbürü de yerilmiş olandır, övülmüş olanı, terbiye, tahsil, ticaret, makam ve kemalatı elde etme diyarı olan ve içinden geçmeden elde edilmesi mümkSn olmayan ebedî saadetin elde edildiği yerin bir mahsEÖdür. Nitekim muvahhid-lerin velisi i ve mü'minlerih emird (salavatullahi aleyh), bir şahsın dünyayı i kınadığını görünse bir hutbesinde şöyle buyurdu:
"MuhakkaM'hi dünya, ona sert dkmrananın sadakat diyarı, onu anlayanın afiyet diyarı, ondan yararlanmak isteyenin zenginlik diyarı; ondan öğüt almak isteyenin öğüt diyarı, Allah'ın dostlarının mescidi, Allah'ın meleklerinin namazgahı, vahyi ilahinin nüzul yeri, veliyullah'ın ticaretgâhı ki onda rahmeti kazandılar ve cennete eriştiler." (*) Ve Allah Teala'nın "Muttakîlerin yurdu ne güzeldir." (**) sözü de Ayyaşfnin Hz. Bakır'dan (as) rivayet ettiğine göre "dünya" şeklinde tefsir edilmiştir. Şu halde güzellik ve yüceliğin mazharı olan bu dünya kınanmış değildir. Asıl kınanan şey, kişinin sevip bağlandığı ve bütün kalbî ve dışsal fesat ve hataların kaynağı: anlamındaki kendi dünyasıdır (kendi alemidir). Nitekim Kafide Hz. Sadık'tan (as) şöyle rivayet edilmiştir: "Dünya sevgisi her kötülüğün başıdır." (***). Mal ve şöhret sevgisinin müminin dininde yaptığı tahribat, iki aç kurdun çobansızbir koyun sürüsüne sağdan soldan saldırarak vereceği zarardan daha fazladır. "'(****)
(*) Feyz, Nehetı'l-Belâğe, Hikmet 126.
(**) Nahl Suresi, 30.
(***) Kafi, C. 2. Kitabu'1-İman ve'1-Küfr, Babu'1-Hubb ed-Dunya, 1.
hadis."
(.****) Kafi, G. 2. mtabu'1-îman ve'1-Küfr, Babul-Hubb ed-Dunya,3.
hadis.
O halde kınanan dünya, gönül verilip bağlanılana dünyadır ve kişi ne oranda gönül verip bağlanırsa bu dünyaya, kendisiyle Hak Teala arasındaki perdeler de o oranda artıp kalınlaşır. Bazı hadis-i şeriflerde ifade edildiği ikadanyla.bu perdeler yetmiş bin aydınlık ve karanlık perdedir. Karanlık perdelerin dünyaya duyulan bu ilgi olması mümkündür ve ilgi ne kadar fazla olursa, örtüler de o kadar çok olacak^ilgisne kadârrşiddetii olursa, örtü de o kadarrkalın olacaktır.
2. bölüm
Dünya Sevgisinin Artış Nedenlerine Dair
Bil ki, insan bu tabiat aleminin evlâdıdır. Bu dünya bu su ve toprağın çocuğu olduğu: için, dünya?sevgisi daha başlangıcından: itibaren gönlünde mevcuttur..Büyüdükçe bu sevgi de gönlünde gelişip serpilir: Allah Teala'hın ona lütfettiği şehvet kuvveleri ve lezzet araçları sayesinde, şahsım ve türünü koruması için bu sevgi gam be gün astar. Bu alemi lezzetler mekanı olarak değerlendirdiği için de, ölümü; bunlardan mahrum kalmak olarak değerlendirir. Bu nedenle de velev filozofların delilleri ve peygamberlerin (salavatullahi aleyhim) haberleri aracılığıyla ahiret alemine ve ondaki nitelik, hayat ve mükemmeliyete inanmak istese bile gönlü buna razı olmaz ve bırakınız mutmain olma derecesine erişmeyi, kabul etmeye Mte yanaşmaz ve dünyaya duyduğu sevgi güçlenerek devam eder.
Ayrıca insanlar fıtraten ebediyen yaşamaya meyilli olan, yok olmaktan sakınıp nefret eden ve ölmeyi yok olmak sanan bir yapıya sahip olduğundan, velev bu dümyanın fanî ve gelip geçici öte dünyanın ise bakî ve sürekli olduğuna aklen kabul etseler bile asıl önemli olan kalben kabul ve bunun en mükemmel aşaması da itmi'nan mertebesi olduğundan ve Hz. İbrahim Halilurrahman da Hak Teala'dan itmi'nan mertebesini taleb edip bu lütfa nail olduğundan, kalpleri ahirete inanç beslemediği için bu durum bir fayda sağlamaz. Bizim kalplerimizde olduğu gibi.. Her ne kadar aklen tasdik ediyor olsak bile... İtmi'nana sahip olmadıkları için bu dünyada ebe-diyyen yaşamak isterler ve ölümden yani bu alemden ayrılmaktan korkarlar.
Ama eğer bu dünya aleminin alemlerin en aşağısı, yokluk, değişim ve dönüşüm alemi ve helak ve noksanlık diyarı olduğunu ve ölümden sonraki alemlerin her birinin ebedi olduğunu, mükemmellik, hayat ve huzur diyarı olduğunu kalben idrak edecek olurlarsa, o aleme fıtraten sevgi beslemeye başlar. Ve dünyadan kaçmaya başlarlar. Ve eğer bu alemde yükselip şuhûd ve vicdan makamına erişir ve bu alemin ve ona ilgi duymanın batınî suretim görecek olurlarsa, bu alem onların gözünde sıkıntı diyarına dönüşür ve ondan nefret ederler, bu karanlık zindandan, zaman ve mekanın zincir ve bukağılarından kurtulmaya can atarlar ki, velilerin sözlerinde de bu anlama işaret edilmektedir.
Ali (as) buyuruyor ki: "Allah'a yemin olsun ki, Ebu Talih 'in oğlu (Ali bir çocuğun annnesinin memesine duyduğu iştiyaktan daha fazla ölüme iştiyak duyar." (*) Çünkü o yüce insan bu alemin hakikatini velayet gözüyle müşahede etmişti. Ve Hak Teala'ya yakın olmayı her iki aleme bile değişmezdi. Eğer durum bunu gerektiriyor olmasaydı, onların o pâk nefsi bu karanlık tabiat ortamında bir an bile durmazdı ve bu çokluk, zahir ve mülkî işlerle meşgul olmak şöyle dursun, melekûtî te'yidler bile aşıklar ve meczublar için birer sıkıntı ve acı kaynağıdır ki, bizler bunu tasavvur etmekten bile aciziz.
(*) Feyz, Nehcu'l-Belağe, Hutbe 5.
Velilerin inleyip ağlamalarının çoğu, Sevgili'den ve kereminden ayrı düşmüş olmaktan kaynaklanmaktadır. Nitekim onlar da bunu dualarında dile getirmişlerdir. Halbuki onlar mülkî ve melekûtî herhangi bir ihtiyaca da sahip değillerdi. Tabiat cehenneminden geçmişler ve dünya bağlarından kurtulmuşlardı ve kalpleri tabiî hayata sahip değildi ama tabiat aleminde bulunmanın bizatihi kendisi tabii bir haz olduğundan; velev bu zoraki haz çok sınırlı olsa bile bu onları utandırmaya yetiyordu. Nitekim Hz. Resul-i Ekrem'in (sav) şöyle buyurduğu nakledilmiştir: "Ben günde yetmiş kez Allah'a tevbe istiğfarda bulunuyorken kalbim yine sıkıntılı." (*)
(*) İbn Esir, Nihaye, C. 3. s. 180.- El-Cami'us-Sağîr, C. 1. s. 103. -Sa-hih-i Müslim, C. 8., S. 72: "Mietin Marre" ifadesiyle.
Ve belki de insanların babası Hz. adem'in hatası, mülkî tedbir ve buğday ile sair tabiî şeylere duyduğu tabiî ilgiydi ki bu, Allah'ın velileri için bir hata sayılır. Ama eğer Hz. adem o ilahı cezbeyle kalır ve mülke girmeseydi, dünya ve ahiret-teki bunca imkan ortaya çıkmazdı.
3. bölüm
Dünyevî Hazlarm Kalbe Te'siri ve Bunun Fesatlarına Dair
Bil ki nefsin bu alemden aldığı bir haz, kalpte etki bırakır ki bu, mülk ve tabiatın ve bunların dünyaya bağlılıklarının etkisidir. Haz ne oranda artarsa, kalbin etkilenmesi ve sevip bağlanması o oranda fazlalaşır ve kalp her yönden dünyaya ve içiıwyka değarsa fejfle^e bağlanmış olur. Ve Hm, pek çok fesatlara kaynaklık eder. TDnsanın ia&ain hataları, maspfit ve kötülükte» jmaâmesi^m. sevgi ve îbaflilıfetan gelmektedıı. ^Nitekim ba «harsım Kafi'lten aktarılan îraddste de geçti,
Hz. Şeyh ve arifimrai-n de buyurfağaı phi, bunun en büyük fesadı da şudur ki, dünya sevgisi insanın kalbinin sureti haline gelir ve insaaa dünyaya yöneltir) bir şekilde bağlanırsa, ölüm anında Allah Teala'nın onları serdi-ğînden ayırdığını ve kendisiyle istekleri arasına ayrılık soktuğunu sanacak ve O'aun öfkesine muhatafe kalarak dünyadan ayrılacaktır. Ve bu yıkıcı durumun kişiyi uyarıp kafbiaî korumaya çalışmasını sağlaması gerekmektedir.
Allah etmesin ki insan velinimetine ve hakiki Malikü'l-Mülûk'a düşman olup O'nun öfkesine muhatap kalsın ki bu öfke ve düşmanlığın suretinin ne olduğunu Alah Teala'dan başkası bilemez.
Büyük şeyhimiz (dâme zilluhu) dedelerinden naklediyorlar ki, ömrünün sonunda çocuklarından birini çok sevdiği için büyük bir korkuya kapılmış ve riyazet çekip bu bağlılıktan kurtularak ebedî hayata intikal etmişti, (rıdvanullahi aleyh).
"Hz. Sadık (as) buyurdu ki: 'Dünyanın durumu deniz suyunun durumuna benzer. Ne kadar çok içilse susamıştık o oranda artar ve içeni öldürür." (*)
(*) Kafi, c. 2., Kitabu'1-îman ve'1-Küfr, Bab Zemm ed-Dünya, h. 24.
Dünya sevgisi insanı ebedi helake sürükler ve batınî ve zahirî bağımlılık ve kötülüklerin kaynağıdır.
Hz.Resul-i Ekrem'den (sav) şöyle buyurduğu nakledilmiştir: "Dirhem ve dinar sizden öncekileri öldürdü, sizin katiliniz de bunlardır."
Gerçi uzak bir ihtimal ve hatta mümkün olmayan tar şeydir; ama insan başka hiçbir masiyete mübtela elmasa lale dünyaya bağlanıp sevmek bile tek başına bir ipöla kaynağıdır. Ve kabir ile berzah aleminde çekilenlerin ölçüsü de aslında bu bağlılıkla ilgilidir. Bu sevgi ve bağlılık ne kadar az olursa insanın berzah ve kabri o kadar aydınlık ve geniş ve insanın orada çekeceği sıkıntılar o kadar az olur. Bu nedenle de evliyaullah için kabir alemi (bazı rivayetlerde de geçtiği gibi) üç günden fazla değildir. Ve bu üç gün de onlann o tabii ilgi ve bağlanmalarından ötürüdür.
Dünya sevgisinin fesadlarından biri de insanı ölümden korkar hale getirmesidir. Dünya sevgisinin ve ona kalbi bağlılığın doğurduğu bu korku, oldukça kınanmış birşeydir. Bu, ımü'minin sıfatlarından bîri olan 'dönüş korkusu' değil, bağlılığın kopması ve ölüm korkusunun kendisidir.
Büyük İslam araştırıcı ve incelemecisi, şanı yüce Hz. Sey-yid amâd (keremmellahu veshehu) eşsiz bir kitap olan Qa-basat'ın ilgili bölümünde şöyle buyurmaktadır: "Ölüm seni korkutmasın, çünkü onun acılığı korkusudur."
Dünyayı sevmenin büyük fesatlarından biri de insanın şer î riyazet,îbadet ve menasikten alıkoyması, tabiat yönünü güçlendirmesi ve tabiatın ruha itaat etmeyip ona isyan etmesini sağlaması, insanın azmini gevşetmesi ve iradesini zayıf-latmasıdır. Oysa şer'î ibadet ve riyazetlerin büyük sırlarından biri de beden, tabiat güçleri ve mülkî yönün ruha tabi olmasını ve iradenin bedene istediğini yaptırıp istediğinden alıkoymasını sağlamaları, beden mülkünün ve mülkî-zahirî güçlerin melekûtun emrine girmesini ve isteklerine boyun eğmesini gerçekleştirmeleridir. Zahmetli ibadetler sayesinde insanın azmi bilenir, tabiata galebe çalar ve ona egemen olur. Ve eğer irade tam ve mükemmel olur ve azim kavî ve sağlam olursa, beden mülkü ve onun zahirî ve batınî güçleri, meleklerin durumu gibi olur ve Allah'a isyana yeltenmez. Onlara ne buyurursa yerine getirir ve onları hangi şeyden sakındırırsa hiçbir güçlükle karşılaşmadan ondan sakınırlar.
İnsanın mülkî güçleri ruha tabi olursa sıkıntı ve zahmetlerin yerini rahatlık alır, mülkün yedi iklimi melekûta teslim olur ve bütün kuvveleri onun hizmetine girer.
Ve bil ki ey aziz! O alemde azim ve irade çok gereklidir ve çok işe yarar. Cennetlerin en yükseklerinden biri olan bir cennet mertebesi var ki, ona ulaşmanın ölçüsü irade ve azimdir ve insan güçlü bir irade ve azme sahip olmadıkça o cennete ve o yüksek makama erişemez.
Rivayetlerde vardır ki, cennet ehli makamlarına yerleştiklerinde mukaddes ilahî makamdan (cellet azametuhu) kendilerine bir ferman gelir ki muhtevası şudur:
"Bu mektup, ebedî ve ölümsüz olandan ebedî ve ölümsüz olan canlıyadır. Ben neye ol dersem, olur. Seni de bu gün neye ol dersen olacak bir imkana sahip kıldım."
Bir bak ki ne büyük bir makam ve saltanattır bu ve ne büyük bir ilahi güçtür ki iradesi Allah'ın iradesinin mazhan olmakta ve yok olana varlık giysisi giydirebilmektedir! İradenin bu güç ve kudreti bütün cismanî cennetlerden daha iyi ve yücedir. Ve bu fermanın saçma ve uydurma olmadığı gayet açıktır.
İradesi hayvanı şehvetlere tabi ve azmi ölü olan kişi bu makama erişemez. Hak Teala'nın işleri belirli bir ölçüye sahiptir. Bu alemde ölçü, sebep ve etkenlerdir. O alemde de durum budur. Ama o alemde sebep ve etkenler sistemi daha keskindir. Ahiret aleminin bütün nizamı uyum ve sebeplere dayalıdır. Bu iradenin bu dünyadan sıyrılması gerekmektedir. Dünya ahiretin tarlası ve bütün cennet nimetleri ve cehennem sıkıntılarının hammeddesidir.
Şu halde şer'î menasik ve ibadetlerin her biri, (delil ve hadislere mutabık olarak) cismanî cenneti kazandıran melekûtî ve uhrevî bir surete sahip olmalarının yanısıra, aynı şekilde, her ibadet nefsi etkilemekte ve onu güçlendirmektedir. Bu nedenle de ibadetlerin zor olanları tercihe daha layıktır. Ve: "Efzalu'l-e'mâli ehmazuhâ" (*)
(*) Ibn Esir'in Nihaye'sinde (C. 1. s. 440., "Hamz" maddesi) yer almıştır: "Rasulullah'a hangi amelin daha faziletli olduğu soruldu. Dedi ki: "Daha zor ve zahmetli olanı."
Mesela kış soğuğunda tatlı uykudan vazgeçip geceleri Hak Teala'ya ibadet etmek ruhu bedene egemen kılar ve iradeyi güçlendirir. Ve bu her ne kadar başlangıçta bir miktar güç olsa da yavaş yavaş kolaylaşır ve bedenin nefse itaati fazlalaşır. Nitekim bu işin ehli olanların hiç zorlanmadan kalkıp ibadet ettiklerini görüyoruz. Eğer bizler tembellik ediyor ve zorlanıyorsak bu, girişimde bulunmamamızdandır. Eğer birkaç kez buna kalkışırsak, zahmetin yerini rahatlığın aldığım göreceğiz. Hatta bunun ehli olanlar yaptıkları amelden bizim dünya lezzetlerinden aldığımız taddan daha fazla tad almaktadırlar. Şu halde "el-hayru âdetun"; "Hayır adetten ibarettir." yani girişimde bulunmak kolaylık sağlar.
İbadetlerin pekçok meyvesi vardır. Bir tanesi bizahitihî bunların ahiretteki suretleridir ki, bu güzel suretleri dünyada görmek mümkün olmadığı gibi, tasavvur etmek bile mümkün değildir. Ayrıca ibadetler sayesinde nefs, azim ve güce kavuşur. Bunun da pek çok semeresi vardır ki bunlardan birini yukarıda izah etmiştik.
Bir diğeri de kişiyi yavaş yavaş zikir, fikir ve ibadetlere yakınlaştırmasıdır. Ve bu, insanı hakikate yakmlaştırıp Ma-liku'l-Mülûk'a kalbî bir ilgi doğurur., gerçek sevgiliye ve güzelliğine sevgi duyulmasını sağlar, kalbin dünyevî ve uhrevî bağımlılık ve sevgisini azaltır.
Rabbani cezbe vücuda gelince ibadet, Tıatırlama ve düşünmenin hakikati ortaya çıkar, her ikd alem gözden düşer. Dostun cilvesi gönül ikilemi tozunu siler geçer ve Allah'ın böyle bir kula ne tür kerametler bağışlayabileceğini Allah'tan başka hiç kimse bilemez. Ayrıca azim, şer-î ibadetlerle ve şehvetlerin terkiyle güçlenir ve insan azim ve^ irade sahibi olur. Oysa masiyetlere yönelmek insanın iradesini zayıflatır. Buna yukarıda kasaca değindik.
4. bölüm
Dünyayı Sevmenin Fesatlarına Dair
Vicdan sahibi herkes bilir ki insan aslî yapısı ve fıtratı gereği tam ve mutlak olan kemale aşıktır ve gönlü mutlak güzel ve her açıdan mükemmel olana yöneliktir. Ve bu, Allah Tebarek ve Teala'nın insanoğluna bağışladığı ilahî fıtrat nimetidir ki, insan bu kemal sevgisiyle mutlak güzelliğe erişsin.
Ama herkes kendi hal ve konumu icabı farklı şeyleri kemal sayar ve gönlü ona yönelir. Ahiret ehli, uhrevî makam ve dereceleri kemal saydığından, gönülleri bunlara yöneliktir. Allah ehli ise Hakk'm güzelliğinde kemali ve kemalinde güzelliği bulmuş ve "Ben yüzümü tamamen, gökleri ve yeri var edene çevirdim" (*) derler.
(*) Enam Suresi, 79.
"Li ma'allahi hal" (*) buyururlar. O'na varmanın sevgisi ve O'nun güzelliğinin aşkına sahiptirler. Oysa dünya ehli, kemali dünyevî lezzetlerde sandıklarından ve bunların güzelliği gözlerini bürüdüğünden, fıtraten ona yönelmişler, ama her şeye rağmen, fıtrî eğilim ve zatî aşk mutlak kemale yönelik olduğundan ve diğer ilgiler arızî ve uygulama hatası olduklarından, dünyadan elde ettiği her haz ve eline geçen herşeye rağmen açlığı günden güne çoğalır ve aşk ateşi günbegün daha da palazlanır.
(*) Peygamber'den (sav) rivayet edilen şu meşhur hadise işarettir; "Benim Allah'la öyle bir halim vardır ki, ona ne en yakın herhangi bir melek ve ne de herhangi bir peygamber erişir. (Bkz. "Ehâdîs-i Mesnevî, s. 66).
Mesela şehvet sahibi bir nefis bu doğrultuda hangi lezzeti tadsa, elinde olmayan bir başkasına yönelir ve iştiyak ateşi daha da tutuşur. Aynı şekilde lider olma sevdasındaki nefs de bir yere egemen oldu mu başka bir yerin peşine düşer. Ve eğer bütün yeryüzünü egemenliği altına alsa, başka gezegenlere uçup onları da sahiplenmek ister. Ama biçare insan bilmez ki fıtrat başka birşeyi talep etmektedir aslında. Fıtrî aşk, mutlak sevgiliye yöneliktir. Onlar bilnıeseler de bütün cevheri, tabii ve iradî hareketler ve bütün kalbî ve nefsî eğilimler aslında mutlak güzelin güzelliğine yöneliktir. Ama bunlar bu miraç Burak'ı ve visal refrefi olan sevgi, arzu ve aşkı yersiz bir şekilde kullanmakta ve bağlayıp, zincirleyerek sınırlamaktadırlar.
Asıl maksadımızdan uzaklaştık gibi. Maksat şu: İnsan aslında kalben mutlak kemale eğilimli olduğu için, dünyevî her neyi toplasa açlığ: artar. Dünya ve içindeki güzelliklerin kemal olduğunu sanınca hırsı artar, aşkı şiddetlenir, dünyaya duyduğu ihtiyaç fazlalaşır, fakirlik ve ihtiyaç onun devamlı nasibi olur. Oysa ahiret ehlinin durumu bunun tamamen tersinedir. Dünyaya ilgileri azalır ve ahirete ilgileri artıkça bu aleme olan meyilleri ve kalbî ilgileri azalır ve sonunda bu dünyaya ihtiyaçsızlaşırlar, kalplerini zenginlik bürür ve dünya ile dünyevî süsleri naçiz birşey sayarlar.
Buna karşılık Allah ehli ise her iki dünyadan da müstağnidirler, biricik ihtiyaçları mutlak gani olandır ve zatıyla gani olanın cilvesi onların kalplerinin sureti haline gelmiştir. "Ne mutlu onlara Şu halde "Sabah akşam en büyük derdi dünya olan kişiyi Allah yoksulluğa mahkum eder, işlerini sonuçsuz bırakır ve dünyadan kendisine kısmet olanın dışında hiçbir şeyi ona nasib etmez. Sabah akşam en büyük derdi ahiret olan kişiyi ise Allah gönlü ganî, gözü tok kılar ve işlerini düzene koyar." hadis-i şerifinin anlamı budur.
Açıktır ki kalbi ahirete yönelik kişi dünyavî işleri ve dünyanın zor sorunlarını hakir ve kolay görür, bu dünyayı kaypak ve değişken, geçici ve talim diyarı sayar hiçbir hoşluk ve zorluğuna itibar etmez, ihtiyaçları azalır ve dünyevî işler ile dünya halkına ihtiyacı azalır. Öyle bir aşamaya varır ki ihti-yaçızlaşır, işleri düzene girer, durumunu toparlar, kalbî ve zatî zenginliğe erişir.
O halde bu aleme ne kadar büyüklük ve muhabbet gözüyle bakarsan ve kalbin ona ne kadar ilgi duyarsa, sevginin aşamalı oluşundan ötürü ihtiyacın artar, yoksulluk zahirinde ve batınında serpilir, işlerin birbirine girer, kalbin sarsıntılı, gamlı ve korkulu olur, işlerin arzulanan sonuca erişmez, arzu ve hırsın günden güne artar, gam ve hasret seni çepeçevre kuşatır, gönlünü yeis ve şaşkınlık kuşatır. Nitekim hadis-i şerifte de bunların bir kısmına işaret buyurulmuştur:
"Kişi dünyaya ne oranda bağlanırsa ondan ayrıldığında hasret ve ızdırabı o oranda fazla olur." (*)
"Kalbi dünyaya bağlanan kişinin kalbi üç şeyle karşılaşır. Bitmeyen gam, erişilmez arzu, gerçekleşmez umut." (**)
Ama ahiret ehli, Hakk'm keramet diyarına ne kadar yaklaşırlarsa kalpleri o oranda mutmain ve huzurlu olur, dünya ile içindekilerden o oranda bağımsızlaşır ve ondan nefret edip kaçarlar. Ki eğer Allah Teala onlara bir ecel belirlemiş olmasaydı, bu dünyada bir an bile durmazlardı; Hz. Mevla-yi Muvahhiddin'in buyurduğu gibi. Şu halde onlar bu alemde ehl-i dünya gibi sıkıntı ve eziyette olmadıkları gibi ahirette de Hakkın rahmet deryasına gark olacaklar. "Allah bizi ve sizi onlardan kılsın, inşaallah."
Şu halde ey aziz! Artık bu muhabbet (dünyayı sevme) ve ilginin fesatlarını anladığına ve bu sevginin insanı helake sürüklediğini, insanın imanını elinden aldığını ve insanın dünya ve ahiretini darmadağın ettiğini öğrendiğine göre, himmet kemerini kuşan, bu dünyaya olan bağımlılığını azaltabildiğin ölçüde azalt, muhabbet bağlarını gevşet, şu birkaç günlük ömrü naçiz say, elem, hüzün ve gama dönüşecek olan bu nimetleri küçük gör ve Allah Teala'dan başarı niyaz et ki sana yardım edip bu utanç ve sıkıntıdan kurtarsın ve gönlünü kendi keramet diyarının munisi kılsın: "Allah'ın katında bulunan ise daha hayırlı ve daha kalıcıdır." (***)
(*) Kafî, C. 2. Kitabu'1-İman vel-Küfr, Babu'1-Hubb ed-Dunya,16.
hadis.
(**) Kafî, C. 2. Kitabu'1-İman ve'1-Küfr, Babu'1-Hubb ed-Dunya, 17.
hadis.
(***) Kasas Suresi, 60. (ÇN.)